Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор

Читать онлайн.
Название Binbir Gece Masalları
Автор произведения Неизвестный автор
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-10-5



Скачать книгу

edeceğim ve onları parçalara ayıracağım.”

      “İstediğini yap, hiçbirine acıma! Bil ki onlar da sana acımayacak…”

      Sonra prens atına atlamış. Kumandanları askerlere, “Genç adam yaklaştığında ona mızraklarımızla saldırır, sonra da kılıçtan geçiririz.” demiş.

      Diğer bir asker de “Allah biliyor ya yazık oldu. Böylesine genç ve temiz yüzlü bir adamı nasıl öldüreceğiz?” derken başka bir asker “Evet, biz ondan daha iyi olmak için çok çalıştık ama onun ne kadar cesur ve yiğit bir adam olduğu da ortada.” demiş.

      Bu arada, prens atına atlamış ve yükselme düğmesini çevirmiş. Herkes onu izliyor, ne yapacağını merak ediyormuş. At, yükselmeye, sağa sola sallanmaya ve bir attan beklenmeyecek hareketler yapmaya başlamış. Karnı havayla dolunca da binicisiyle birlikte gökyüzüne doğru yükselmiş. Bunu gören hükümdar adamlarına bağırmış:

      “Yazıklar olsun size! Kaçmadan yakalayın onu!”

      Fakat generali ona şöyle karşılık vermiş:

      “Efendim, uçan bir kuşu nasıl yakalayabiliriz? Muhakkak ki bu büyük bir sihirbazın ya da cinin işi. Dua edin de yüce Allah sizi ve ordunuzu ondan korusun.”

      Prensin başarısını gören hükümdar, sarayına dönmüş. Kızının yanına giderek savaş alanında neler yaşandığını anlatmış. Bu haberi duyan genç kız, prens için yas tutmaya başlamış. Ayrılık acısı onu hasta ederek yataklara düşürmüş.

      Onun bu hâlini gören hükümdar, kızına sarılmış ve alnından öperek şöyle demiş: “Ah kızım, yüce Allah’a şükret ki bizi o hain büyücünün, aşağılık adamın elinden kurtardı. O alçağın tek amacı seni elde etmekti.” ve kızına prensin gökyüzünde nasıl kaybolduğunu anlatmış. Prensesin, yani hükümdarın biricik kızının, kendisini ne kadar sevdiğini anlamadığı için budalanın teki olduğunu söylemiş. Fakat genç kız, babasının söylediklerine aldırmamış. Daha çok ağlamaya ve feryat etmeye başlamış. Kendi kendine şöyle diyormuş:

      Allah’ın üzerine yemin ederim ki ona kavuşuncaya kadar ne yemek yiyeceğim ne de su içeceğim.

      Babası, kızının durumuna çok üzülüyor ve onun için endişeleniyormuş fakat yapabileceği tek şey onu teselli etmekmiş. Kızı için oldukça üzülüyormuş.

      Hükümdarın ve Prenses Şems El-Nahar’ın durumu böyleymiş. Prens Kamer El-Akmar’a gelince… Genç adam, atıyla birlikte havaya yükselip gökyüzünde ilerlemiş. Yolculuk boyunca prensesi ve güzelliğini düşünmüş derin derin. Gittiği yerlerde hükümdarın ülkesini ve prensesi soruşturmuş, nihayet hükümdarın şehrinin adının Sanaa olduğunu öğrenmiş. Bu bilgiyle bir nebze de olsa rahatlayan prens, hız kesmeden atıyla ülkesine doğru yol almış. Nihayet kendi şehrine ulaşınca bir süre şehrin etrafında dolanma isteği duymuş. Sonra sarayına varmış. Atı sarayın çatısında bırakıp indiğinde sarayın eşiğinde kül görünce aileden birinin öldüğünü düşünmüş. Babası, annesi ve kardeşleri yas kıyafetlerine bürünmüş. Herkesin yüzünde kederli, donuk bir ifade varmış. Babası onu gördüğünde büyük bir çığlık koparmış ve bayılmış. Kendine geldiğindeyse oğluna sarılmış, onu göğsüne bastırmış ve büyük bir mutluluk duymuş. Bunu gören annesi ve kız kardeşleri de onun yanına gelmiş ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. Sonra ona başına gelenleri sormuşlar. Prens de yaşadığı her şeyi onlara anlatmış.

      Babası:“Seni kurtaran Allah’a şükürler olsun! Gözümün nuru, kalbimin ışığı!” demiş.

      Sonra hükümdar, şehirde bir festival düzenlemiş. Bu güzel haber, herkesi sevindirmiş. Davullar, zurnalar çalınmış, insanları saran keder dağılmış ve halk bayramlıklarını giyip caddeleri, pazarları süslemeye koyulmuş. İnsanlar, bu güzel haberden dolayı hükümdarlarını tebrik etmek için birbirleriyle âdeta yarışıyormuş. Hükümdar, genel af ilan edince hapishanelerdeki herkes salıverilmiş dahası yedi gün yedi gece sürecek büyük bir ziyafet düzenlemiş. Prensin gelişiyle şehirdeki herkes büyük bir mutluluk duymuş. Sonra hükümdar, oğluyla ata binmiş ki halk onu görüp daha da neşelensin. Bir süre sonra prens, atı yapan adamın durumunu sormuş: “Babacığım, o adama ne oldu?”

      “Seni bizden ayırdığı için Allah ondan hiçbir zaman razı olmasın. Senin kaybolduğun günden beri hapiste yatıyor.”

      Hükümdar, oğlunun isteği üzerine adamın salıverilmesini emretmiş ve kendisine bir elbise hediye etmiş. Ona, cezasını affetmek gibi büyük bir iyilik yaptığını, kızını artık kendisiyle evlendirmeyeceğini bildirmiş. Bunun üzerine Bilge, büyük bir öfkeye kapılmış ve atının sırrı artık ifşa olduğundan yaptıklarına pişman olmuş. Hükümdar ise oğluna şöyle demiş:

      “Umarım artık o atın yanına bile yaklaşmazsın. Hele binmeyi aklından bile geçirme çünkü neyin nesi olduğunu bilmiyorsun. Yanlış bir şey yaparsan başına daha kötü şeyler gelebilir.”

      Prens de babasına, Sanaa hükümdarı ve kızıyla yaşadıklarını anlatmış.

      Babası, “Eğer kral seni öldürmek isteseydi öldürürdü demek ki zamanın gelmemiş.”

      Kutlamalar bittiğinde insanlar evlerine, prens ve hükümdar da saraya dönmüşler. Keyifle oturup yemek yemişler. Hükümdarın iyi ud çalan bir hizmetçisi varmış. Onlar için âşıkların ayrılığından bahseden bir şarkı söyleyerek çalgısını çalmış.

      Sanma ki yokluğun unutturdu seni bana

      Zaten hatırlayacak neyim var senden başka?

      Zaman geçer gider ama sevgiliye olan aşk bitmez

      Ve ben…

      Ancak senin aşkınla ölür,

      Ancak senin aşkınla dirilirim.

      Şarkının sözlerini duyan prensin yüreğini bir ateş almış ve sevdiğine olan özlemi biraz daha artmış. Pişmanlık ve keder duygusuyla Sanaa hükümdarının kızını düşünerek acı çekiyormuş. Hemen ayağa kalkmış, babasının yanından uzaklaşıp ata binmiş ve yükselme düğmesini çevirmiş. Bunun üzerine at, kuş gibi havalanmış ve göklere doğru yükselmeye başlamış. Sabah olduğunda babası onu merak ederek sarayın üst katına çıkmış. Oğlunun gittiğini anlayıp endişelenmiş, büyük bir kederle atı saklamadığına pişman olmuş ve kendi kendine, Allah adına yemin ederim ki oğlum bana döndüğünde atı yok edeceğim. Bu sayede onun için üzülmekten kurtulurum, demiş.

      Sonra ağlamaya ve oğlu için acı çekmeye başlamış. Hükümdarın durumu böyleyken prens, Sanaa şehrinin semalarına ulaşıncaya dek uçmaya devam etmiş. Gizlice sarayın çatısından aşağı indiğinde muhafızın her zamanki gibi uyuduğunu görmüş. Sonra perdeyi kaldırıp yavaş yavaş prensesin odasına doğru ilerlemiş. Bir süre durup içeride konuşulanları dinlemiş. Sevdiği kadın gözyaşları dökerek acı dolu şiirler okuyormuş. Bu arada hizmetçiler, prensesin etrafında pervane oluyormuş. Feryadını duyan biri:

      “Ah hanımım! Sizin için üzülmeyen birinin ardından neden gözyaşı döküyorsunuz?” demiş.

      Prenses, “Ah seni akılsız! Beni unutmuş birinin ardından mı gözyaşı döktüğümü düşünüyorsun?” diye cevap vermiş ve ağlamaya devam etmiş; ta ki yorgunluktan bitap düşüp uyuyakalıncaya kadar.

      Bu sözleri duyan prensin kalbi acıyla dolmuş, içeri girmiş ve prensesin ellerini tutmuş. Bunun üzerine genç kadın gözlerini açmış. Prens ona şöyle demiş:

      “Böylesine ağlamanın ve yas tutmanın sebebi nedir?”

      Prenses