Название | Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler |
---|---|
Автор произведения | Анонимный автор |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6852-11-2 |
Çağdaş Kırgız Edebiyatından. Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler
Türk Dünyasının
Güçlü Bütün Kadınlarına…
ÖNSÖZ
Çağdaş Kırgız Edebiyatı’nda kadın yazarlar tarafından yazılmış, her birinde gerçek hayattan bir parça bulacağınız, kadına dair hikâyelerden oluşan bu çeviri eserde kimi zaman bir anne, kimi zaman bir öğrenci, kimi zaman bir gelin, kimi zaman bir kardeş olarak karşımıza çıkan ve ortak noktaları kadın olmak olan Aydana, Nazgül, Patila,Umsunay, Uulbü, Şirin, Nazdan ve nicelerinin hikâyelerine bu çeviri eserde tanıklık edeceksiniz: İstemediği bir adamla evlenen, cefakâr hasta annesine ulaşmak için yanında küçücük çocuğuyla yollara düşen, kardeşine ve kardeşinin çocuğuna gözü gibi bakan, genç yaşta anne olan, şiire gönül veren, istemeden de olsa gençliğin verdiği heyecanla sınıf arkadaşlarını üzen ve çözümü zor durumlar yaratan… Kısacası hayatın her anında karşılaşabileceğiniz acısıyla, tatlısıyla sekiz hikâye… Çağdaş dönem Kırgız kadın yazarlarından Zinakan Pasanova, Cıpar İsabayeva ve Zülfira Asılbekova’ya ait Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevrilen Algaçkı Mahabatım “İlk Aşkım”, Ak Şoola “Beyaz Işık”, Tölgö “Kehanet”, Can Balam “Canım Yavrum”, SMS, “Kısa Mesaj”, Izakor Akın “Alıngan Şair”, Reket Kızdar “Kabadayı Kızlar”, Arman “Ukde” isimli hikâyelerden oluşan bu çeviri eser, içerisindeki hikâyelerle aile ve toplum hayatındaki kadını bizlere anlatmaktadır.
İLK AŞKIM
Ben o zamanlar on beş on altı yaşındaki genç idim.
Günlerden bir gün benden 6-7 yaş büyük Kabılbek adındaki kuzenim köyü kargaşaya verip komşu köyden bir kız kaçırıp geldi. Yeni yengem çok uzun süre ağlayıp burada kalmayacağım diye bağırıp çağırarak panik yaptı. Ama zavallıyı kimileri bir ileri bir geri iterken kimisi de:
– Yavrum, bu nasıl utanmaz kız, çekinmez? derken bir başkası da:
– Edepsiz! Terbiyesiz! laflar ederken bazıları da:
– Bırak, yapma kurban olduğum! Kız mutlu olacağı yere ağlayarak gelir! Biz de böyle gelmiştik, işte bak çoluk çocuğumuz oldu, hayatımızı devam ettiriyoruz. Öyle yap, yavrucuğum! deyip sevgi ve destek gösteriyormuş gibi yapıyorlardı. Hatta ağabeyimin alkolden sarhoş olan arkadaşları da gelinin kolundan sertçe tutarak:
– Şimdi bu yaptığın nedir ya?! diye korkutarak sonunda kalmasını sağladılar.
Bugüne kadar bunun gibi şeylere o kadar çok anlam vermezdim, kız kaçırmayı öylesine, doğal bir durum diye biliyordum. Bu sefer ise halk içinde gelenek haline gelen şu âdete içimden karşı gelip, yeni yengeme acıyıp durdum…
Ancak, yengemin sakinleşip sessizce oturup kalması beni de sevindirdi. Yengeli olmak kötü mü? Eve girip çıkıp yengeme bakıyorum. Fakat iki üç güne kadar yengemin yüzünü hiç göremedim. Üçüncü gün yengemi köşögö1den çıkardılar. O kadar güzel ve nazik bir can ki! Hatta bana bile dik bakamadan yere bakıyordu. Sürekli bakarsan bembeyaz yüzü kırmızı olmaya başlıyor!
Ben yengeme hayran kalarak, gözümü alamadan sürekli ona bakar oldum. Benim bu hareketimi Kabılbek ağabeyim de fark etmiş olsa gerek, son zamanlarda bana kötü davranıp beni sevmemeye başladı. Her zaman iki ev bir aile gibi karışık yaşardık, şimdi evine gittiğime hoşlanmadığından:
– Ne oldu? Niye geldin? diye beni çabuk göndermeye çalışıyor. Ben de:
– Öylesine geldim. Olmaz mı? diye cevaplıyorum.
Evleninceye kadar gelip beni evimden alıp, koynuna alıp yatan, bir gün bile görmese özleyen ağabeyimin böyle çabucak değişip ilgisiz olmasına hem şaşırdım hem de küstüm.
– Bu Kabılbek’in delirdi! diye anneme gelip şikâyet ettim.
– Ne oldu yavrum? dedi annem de şaşkınlıkla bakarak.
– Evlenince böyle mi olmak gerekiyor! Niçin geldin? Evine git! diye… Gitmesem kurtulurum değil mi?
– Yeni evlenenler baş başa kalıp, rahat rahat eğlenmek istiyorlar, yavrum! Harareti geçinceye kadar böyle yapar, ondan sonra ağabeyin nereye gidecekti ki?
Ondan sonra küstüğümden uzun bir süre evine gitmedim.
Günler geçiyordu. Ama benim bütün derdim Kabılbek ağabeyimin evi tarafındaydı. Aslında ağabeyimin kendisini de özlemiştim.
Bir gün dersten gelirken, nedenini bilmem ama onların evin önüne geldiğimde ayaklarım oldukları yerde durdu kaldı. Ağabeyimin evine dönüp dönüp baktım. “Nasıl gireceğim?” diye düşünürken, Allah’tan yengem de su alıp geliyormuş. Beni görünce çocuk gibi sevinip, yüzünde bir ışıkla gülümsedi:
– Ayy, çok iyi olmadı mı, şımarık çocuk! “Suyu götürmeme yardım eder misin?” dedi. Yengemin hâline bakıldığında öncekine göre biraz açılmış, yeni evine alışmış görünüyordu.
– Bizimkine neden gelmiyorsun? dedi ondan sonra. Sürekli yalnız oturmaktan çok sıkıldım. Sık sık gel olur mu?
“Tamam” der gibi başımı salladım. Ondan sonra dersten çıkınca hemen onların evine gidiyorum. Ağabeyim o saatlerde işte olduğundan korkmadan giriyorum eve. Yengem ise beni gördüğünde her zamanki gibi seviniyor, gülümseyerek sofra hazırlıyor. Ben de epey büyük insan gibi, bütün hareketlerini gözümü alamadan izleyip oturuyorum.
– Derslerin nasıl? diye bana bakmadan yavaşça soruyor.
– Güzel! diyorum. Ama sonraki günlerde yengeme her baktığında kendim de çekinip yüzüm kızarıp yanacak oldu. Yengem de bu hareketimi fark etmiş gibi benden eskisi gibi çekinmemeye başladı. Giderken beni kapıya kadar uğurlayıp:
– Güle güle git. Sık sık gel, tamam mı? diye candan söyleyip, hatta şımartarak saçımla oynuyor. Gelirken su ile ıslatarak zorla düzelttiğim saçlar böylelikle dağılıp kalıyor. “Beni küçük çocuk gibi görüyor” diye yaptığına içimden teessür ediyorum.
“Çabucak büyüyüp çabucak ben de evlensem” diye ister oldum artık. Hatta gelecekteki eşimi hayal edip hayalimde yengem gibi birini aramakla uğraşıyorum. Ama bana inat ediyormuş gibi sınıfımdaki, okuldaki hatta köydeki hiçbir kız ona benzemiyor!
Böylece zaman geçerek benim de çocukluğum uzaklarda kalmaya başladı. Karakterim de öncekinden anlamlı derecede değişip, ağırbaşlı birine dönüştüm. Bu durumu kendim de fark ettim. İçimden bu hâlimle gururlanıp, büyük insanları taklit edip ciddi konuşarak yengemin gözüne girmek istedim.
Beni şaşırtan ilginç bir şey de son zamanlarda ben, abimin kendisinden Aydana yengemi kıskanmaya başladım. Belki de o da benim gibi yengeme acıyıp kıymetini bildiğinde böyle olmazdı. Mümkün! Bazen çok ağlamaktan yengemin gözleri kızarıp şişip hatta yüzü morarır oldu. Benim içim yanıp ona acıyarak bakıp kaldığımda, yengem:
– Öyle… Düştüm! diye kaçar giderdi. Abime çok kızardım! İki yumruğumu sıkıp, hemen ağabeyimi yere basıp ona vurasım gelirdi.
Aslında ben o zamanlar ilk ve en saf aşkımla karşılaşmışım. Kim bilmiş onu! Bilse bir Kabılbek ağabeyim bilmiştir ya da rahmetli yengem bilmiştir. Kendim bilmiyordum. Her şeyi çok geç anladım!
Zaman sessiz sakin geçiyordu. Yengem ayı günü dolup daha da güzelleşti. Hamile bir kadının bu kadar güzel olduğunu o zaman gördüm.
Yaz mevsimiydi. Bu mevsimi hâlâ çok severim. Ayrıca köyün gece vakitlerindeki güzelliğini de söyleyeyim! Serin, temiz hava çok hafifçe yüzünü okşayarak esiyor, tatlı hayallerle gönlü heyecanlandırıp duyguları gıdıklıyor. Ayrıca ot toplanan yerin üstüne çıkıp parlayan yıldızları, ayı izleyip hayal kurmak benim için en büyük mutluluktu. Ayrıca kimse beni rahatsız etmiyor. “Şunu getirir misin, bunu getirir misin?” diye sürekli işveren annem de.
Hepsinden güzeli yengemlerin evi de buradan avucunun içindeymiş gibi net
1
Yeni gelen gelinin ilk dönemlerde içinde uyuması için çekilen perde.