Название | Monte Kristo Kontu |
---|---|
Автор произведения | Александр Дюма |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-54-9 |
“Nasıl hükmediyorsunuz buna?”
“Sıkıntılarım artık tahammül edilmez bir hâl alınca belki eski arkadaşlarımın herhangi bir şekilde bir faydası dokunur, diye düşündüm ve Fernand’yu görmeye gittim fakat beni kabul etmedi. Bir uşakla yüz frank gönderdi.”
“Mercédés’i de göremediniz mi?”
“Hayır. Fakat malikâneden ayrılırken ayaklarımın dibine bir kese düştü. İçinde yirmi beş Louis altını vardı. Hemen malikânenin pencerelerine baktım. Mercédés panjurları kapatıyordu.”
“Peki ya Mösyö Villefort?”
“O benim arkadaşım değildi. Tanımazdım bile kendisini. O yüzden kendisine başvurmadım.”
“Onun ne olduğunu, Edmond’nun talihsizliğinde onun rolünü bilmiyor musunuz?”
“Hayır. Yalnız Edmond’nun tutuklanmasından bir müddet sonra Matmazel de Saint Méranile evlenerek Paris’e gitti. Muhakkak talih ona da gülmüş, o da Danglars gibi zengin olmuş, Fernand gibi şana, şöhrete erişmiştir. Tanrı’nın unuttuğu bir insan olarak yalnız fakir ve zavallı ben kaldım.”
“Yanılıyorsunuz dostum. Tanrı bazen unutmuş görünür ama er geç hatırlar; işte ispatı.”
Rahip böyle diyerek cübbesinin cebinden elması çıkardı ve Caderousse’a verdi: “Alın. Sizindir bu.”
Caderousse şaşkınlıkla “Yalnız benim mi?” diye bağırdı. “Benimle alay etmiyorsunuz değil mi?”
“Elmas, Edmond’nun arkadaşları arasında taksim edilecekti fakat onun sizden başka arkadaşı yokmuş. Bunu alın ve satın. Dediğim gibi elli bin frank kıymetindedir. Bu para da sizi sefaletten kurtarır sanıyorum. Alın bunu fakat…”
Parmaklarını elmasa değdirmiş olan Caderousse hemen elini çekti. Rahip gülümsedi.
“Fakat bunun karşılığında, Mösyö Morrel’in ocak rafı üstünde bırakmış olduğu keseyi bana verin. Bu kesenin hâlâ sizde olduğunu söylemiştiniz, değil mi?”
Büyük bir şaşkınlığa düşen Caderousse duvardaki meşe dolaba giderek kapağı açtı ve rengi solmuş kırmızı bir ipek kese çıkardı. Rahip keseyi alarak elması Caderousse’a verdi. Hancının minnet ve şükran sözleri arasında dışarı çıktı. Atına atladı. Caderousse’a veda ederek geldiği yöne doğru uzaklaştı.
Caderousse geri döndüğü zaman omuz başında, eskisinden daha sarı bir yüzle karısını gördü.
Kadın, “Duyduklarım doğru mu?” diye sordu.
Sevinçten aklını oynatma derecesine gelmiş olan Caderousse cevap verdi: “Ne duydun? Bütün elması bize verdiğini mi?”
“Evet.”
“Bundan daha doğru hiçbir şey olamaz. İşte!”
Kadın bir an elmasa baktı. Sonra boğuk bir sesle “Ya sahici değilse bu elmas?” dedi. “Ya taklitse?”
Caderousse’un rengi attı.
“Taklit mi? Niye taklit bir elmas versin bana?”
“Metelik vermeden bildiklerini öğrenmek için, budala.”
Caderousse bu ihtimal karşısında adamakıllı şaşırmıştı. Bir müddet sonra şapkasını alarak kırmızı bir mendille sardığı başına koydu.
“Öğreniriz.” dedi.
“Nasıl öğrenirsin?”
“Beaucaire’de panayır var. Paris’ten kuyumcular geldi. Gider onlara gösteririm elması. Sen hana göz kulak ol. İki saate kadar dönerim.”
Dışarı çıkarak yolun aşağısına doğru koşmaya başladı. Madam Caderousse kendi kendine söylendi:
“Elli bin frank az para değil… Ama bir servet de değil…”
16
Caderousse’un hanındaki bu olayın ertesi günü, hem kıyafet hem de şive bakımından bir İngiliz’i andıran otuz yaşlarında bir adam kendisini Marsilya belediye reisine tanıtıyordu:
“Mösyö, ben Roma’daki Thomson ve French firmasının genel kâtibiyim. On seneden beri Marsilya’daki Morrel ve Oğlu firması ile iş yaparız. Firmadan aşağı yukarı yüz bin frank kadar bir alacağımız var. Bu alacak bizi düşündürüyor. Çünkü aldığımız haberlere göre firma iflasın eşiğindeymiş. Roma’dan buraya sırf bu konu hakkında sizden bilgi almak için geldim.”
“Mösyö Morrel’in son dört beş yıldan beri işleri iyi gitmiyor. Benim de şirkette on bin franklık hissem var. Bununla beraber firmanın mali durumu hakkında size bilgi verecek durumda değilim. Eğer şahsi kanaatim sorarsanız size şu kadarını söyleyebilirim ki Mösyö Morrel son derece namuslu bir insandır. Bugüne kadar da bütün yükümlülüklerini titiz bir hassasiyetle yerine getirmiştir. Eğer bu konuda daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız size Hapishaneler Müfettişi Mösyö de Boville’i salık verebilirim. Kendisinin şirkette iki yüz bin franklık hissesi vardır. Onun yatırımı benimkinden çok daha fazla olduğu için, eğer hakikaten bir tehlike varsa sizi benden çok daha iyi aydınlatabilir.”
İngiliz, belediye reisinin yanından ayrıldı ve İngilizlere has o yürüyüşle hapishaneler müfettişini görmeye gitti.
Mösyö de Boville makamında idi. İngiliz ona, az önce belediye reisine sorduğu şeyi tekrarladı.
Mösyö de Boville “Korkunuz maalesef hiç de yersiz değil.” dedi. “Karşınızdaki, bu konuda bütün ümitlerini kaybetmiş bir adamdır. Mösyö Morrel’in firmasında iki yüz bin franklık hissem var. Bu para kızımın çeyiz parası idi. İki hafta sonra düğün yapmayı düşünüyorduk. Bu ayın on beşinde yüz bin frank alacaktım. Yüz bin frank da gelecek ayın on beşinde. Yarım saat önce Mösyö Morrel beni görmeye geldi ve Firavun gemisi bu ayın on beşine kadar gelmediği takdirde parayı veremeyeceğini söyledi. Bu bana bir iflas gibi görünüyor.”
“Şu hâlde şirketteki hissenizden adamakıllı endişeli olmanız lazım.”
“Bu parayı batmış olarak kabul ediyorum.”
“Hisse senetlerini sizden satın alabilirim.”
“Büyük bir indirimle herhâlde?”
“Hayır. Yine aynı tutara. Şirketimiz bu gibi alışverişlerde son derece dürüsttür.”
“Ödeme şekli ne olacak?”
“Nakit para.”
İngiliz, cebinden, Mösyö de Boville’in hissesinin en aşağı iki misli tutarında bir para tomarı çıkardı. Adamın yüzünden bir neşe parıltısı geçti fakat belli etmemek için büyük bir gayret sarf ederek “Sizi ikaz edeyim…” dedi. “En iyi bir ihtimalle bu hisseler karşılığında elinize geçecek para bana vereceğinizden yüzde altı daha az olacaktır.”
“Bu husus beni ilgilendirmez. Bunu kendi adlarına iş gördüğüm Thomson ve Frenchfirması düşünsün. Belki de bu suretle rakip bir firmanın ortadan kalkmasını çabuklaştırmak istiyorlar. Eğer bir feragat senedi verirseniz ben size bu parayı ödemeye hazırım. Yalnız sizden bir komisyon rica edeceğim.”
Mösyö de Boville neşe ile “Gayet tabii.” dedi. “Komisyon genel olarak yüzde bir buçuktur ama siz kaç istiyorsunuz? İki, üç, yoksa daha fazla mı?”
İngiliz güldü.
“Mösyö, bu konularda ben de çalıştığım firma gibiyimdir. Benim istediğim komisyon başka türlü.”
“Söyleyin