Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu

Читать онлайн.
Название Ordusunu Arayan Kumandan
Автор произведения Lütfü Şehsuvaroğlu
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-912-7



Скачать книгу

fikrî, siyasî, tarihî eserlerinde tezciliğini, neticeten bütün eserlerinde dehasını ortaya koymuştur. Üslup kudreti en büyük silahı olmuştur. Türkiye’nin Baudelaire’i, bir mısrası Türk’ün şerefini kurtarmaya yeter, edebiyatı iptizalden kurtararak ona ruhun asaletini veren, dâhiler dâhisi, gibi sıfatlarla anılmış olan Necip Fazıl’ın şiiri, büyük şehrin kuşattığı çerçeve içindeki dar berzahlarda azap çeken bir ruhun çırpınışları olarak tarif edilir. 1962’de ‘Çile’ adlı şiir kitabını çıkarırken eserin sonuna eklediği ‘Poetika’da şiir hakkındaki görüşlerini: ‘Şiir derin bir çiledir… Üstün bir nizamın sırrına ermeyenler onu başaramazlar…’ şeklinde ortaya koyar.”11

      Necip Fazıl’ın şiiri, mutlak hakikati arama, yani Allah’a adanma işiyse de bu transandantal duyuşları içinde, yine diğer bütün unsurlar, fikir hâlinde menzil içinde şuraya buraya yerleşirler.

      “Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

      Yetiş körlük yetiş, takma gözde cam!

      Otursun yerine bende her şekil;

      Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!”

      Çevre, sevdikleri, hep birer şekil veya fikir hâlinde şairin estetik dünyasını oluşturmada müspet unsurlar gibi görünseler de bunların zıddı olan ve fakat fikir ve şekil bakımından meçhulü kurcalamaya fırsat veren başkaca unsurlar daha belirleyici olurlar.

      Diğer şiirlerinde şairi kendine çeken meçhul ve müphem ne varsa artık “Sonsuzluk Kervanı” ve “Çile” şiirlerinde hizaya sokulmuştur.

      Artık fikir ve şekil bir yöne mütemayildir. Ama bunun da öyle kolay ve rahatlatıcı olmaması lazımdır. Artık bütün arayışların, o heyecanlandıran, şehvet, nefis, gece, kadın, teselli fırsatları, cinnet, hafakan, ne varsa hepsi bir kutlu arayışa çevrilmelidir. Bu arayış akrep sokmalarından, ateşten, cımbızdan daha büyük bir işkence olan fikir çilesidir. Bu fikir çilesi belki de içinde sürüklenilen şehvet, kumar, şehir, çevre batağında yaşanan her şeyi de içine almaktadır. Zira başkaları için şerbet olan, şair için kum dolu çanaktır. Annesinin duasından yaşanan ana kadar böylece her şeyin daha anlamlı bir bütüne kalp edilmesi mümkün hâle gelecektir.

      “Bir fikir ki sıcak yarada kezzap

      Bir fikir ki beyin zarında sülük.

      Selâm, selâm sana haşmetli azap;

      Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

      Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

      Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

      Annemin duası, düş de perde ol!

      Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

      Uyku katillerin bile çeşmesi;

      Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

      Teselli pınarı, sabır memesi;

      Size şerbet, bana kum dolu çanak.

      Bu mu rüyalarda içtiğim cinnet,

      Sırrını ararken patlayan gülle?

      Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

      Karınca sarayı, kupkuru kelle…

      Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,

      Mevsimden mevsime girdim böylece.

      Gördüm ki ateşte, cımbızda yokmuş.

      Fikir çilesinden büyük işkence.”

      Fikir Çilesi

      Fikir çilesi tam da şairin tarif ettiği gibidir fakat burada fikir zaten daha başta olduğu gibi sadece şekilden ibarettir ve biraz da öyle kalmaya mahkûmdur. Çünkü zaten ilmin dolambaçlı yollarından değil de şiirin imtiyazlı ve kestirme yollarından gidilecektir.

      Sihirbaz, büyücü, rüya, mavi ışık, kükürtlü duman, aynalar, Kafdağı, zerre, arş, öküz, kelebek, inişler ve çıkışlar elbette ki şekiller hâlinde hakikatten bazı işaretler taşımaktadırlar. Burada estetik bir imanın, dinî imana kanatlandıran içsel hareketini, ya da dinî imanın estetik imanla teçhizatlanışını görmekteyiz. Şekiller, fikirler hâlinde bize metafizik bir ürperti vermektedir.

      “Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

      Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

      Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

      Yetişir çektiğim mesafelerden!”

      Zaten örnek aldığı şiirde de tanrısal imajlar, metafizik ürpertiler vardır. Burada şair ötelere, metafiziğe, Tanrı düşüncesine çok daha kestirmeden varma kararındadır. Benliğini, nefsini, iç dünyasını böylece tanıma fırsatı bulur. Şeytansı, nefsi engeller şairane tarif edilmelidir. Sonunda yine kendi içinde yakalanacaktır varmak istenen. Bütün her şey, her hareket, inişler, çıkışlar hep kendi içindedir…

      “Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

      Yollar bir yumaktır uzun, dolaşık.

      Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

      Tutuyor önümde bir mavi ışık.

      Büyücü büyücü ne bana hıncın?

      Bu kükürtlü duman nedir inimde?

      Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

      Bir zehirli kıymık gibi beynimde.”

      Toz kanatlı bir kelebektir fikir. Minicik gövdesine Kafdağı yüklenmiştir. O hâlde Lugat’ın aradığı gerçek isim de yine kendisinden başka bir şey değildir.12

      Burada hareket felsefesinin içe dönük devinimini, hatta Enel Hak düşüncesinin biraz daha hafifleştirilmiş hâlini görüyoruz.

      “Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

      Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

      Bir zerreceğim ki Arş’a gebeyim,

      Dev sancılarımın budur kaynağı!

      Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

      Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

      Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

      İçimdeki kadar iniş ve çıkış.”

      Şiirin son bölümünde artık gerçeğe ulaşılmış gibidir. Şair iç dünyasındaki iniş ve çıkışları takip ederek mutlak hakikate erişme fırsatı bulmuştur. Bu her ne kadar birdenbire ve kestirme yoldan olmuşsa da bundan beis yoktur. Şiir zaten böyle imtiyazlı bir mahiyettedir. Yine nefsi azdıran, şehvetin sınırlarına iteleyen, kaldırımlarda sürükleyen gece, burada da bir başka rol yüklenecek; görünen yüzüyle karanlıklar, içteki, benlikteki aydınlığa ulaşmayı kolaylaştıracaktır.

      “Gece bir hendeğe düşercesine,

      Birden kucağına düştüm gerçeğin.

      Sanki erdim çetin bilmecesine,

      Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin”

      Bütün kapalı kapılar açılacak, atlas sedirinde mavera dede; ilahi yapının eşiğinde, çok boyutlu âlemde binbir avizeyle karşısına çıkacaktır. Eşyanın zerresinin taşıdığı o kâinata muadil hareket fark edilecektir. Atomlarda cümbüş donanma, şenlik hâlindeki bu hareket, o mutlak hakikat nuruna götürecektir insanı. Hem o nura götürecektir hem de o nurla kaplanmıştır.

      O



<p>11</p>

Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken, Cilt: 5, s. 1843

<p>12</p>

Necip Fazıl’ın “ben”i, Bodler için söylenen “flaneur”e ilk başta benzemekle birlikte; Necip Fazıl’daki ben, sokakların gezgin adamı olmaktan, “serseri”likten giderek Allah davasına kendisini adayan, daha da ötesi Enel Hakk’a yakın duran bir tasavvufi oluşun adı olur. Walter Benjamin, Bodler için flaneur kavramını kullanmıştı. Ali İhsan Kolcu da Türk Bodler’ine yakıştırıyor: “Şiirimizde sokağın dilini bu denli bir dikkatle kullanma Baudelaire’in tesiriyle Necip Fazıl’da kendini göstermiştir. Sokak, ‘Kaldırımlar’ şiirinde ‘barınılacak’ bir ev, sığınılacak bir anne, bir yoldaş kısaca bir flaneur’ün yaşama biçiminin adıdır.” (Ali İhsan Kolcu, “Albatros’un Gölgesi”, Akçağ, Ankara 2002, s. 330) Necip Fazıl’ın “Ben” (Ben, kimsesiz seyyahı meçhuller cadesinin…) şiiriyle, “Serseri” (Yeryüzünde yalnız benim serseri…) şiiri gerçekten de flaneur imgesine uygundur; ancak “Çile” şiiri, sokakların çilekeşini / gezginini bir dava çilekeşi / gezgini hâline getirir. Paris’te son burs parasını da kumarda yiyen ve yayan olarak otele dönen Üstad, Babıali’de şöyle yazar: “Gözleri kaldırımlarda, ‘Kaldırımlar’ şiirini içinde biriktire biriktire saatlerce, yayan olarak oteline gitti. Odasına çıktı, aynanın karşısına geçti, uçları simsiyah tırnaklarıyla yanaklarını kanatırcasına tarayarak ağlamaya başladı: ‘Allah’ım beni kendimden kurtar!’ ” (Necip Fazıl, Babıali, Büyük Doğu, İstanbul, 1985, s. 36) Bu kendinden kurtulma arzusu / duası 1934 dönüşümünden sonra “ben”e artık farklı misyon yükleyecektir.