Название | Rus masalları |
---|---|
Автор произведения | William Ralston Shedden Ralston |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8068-15-3 |
Her neyse. Kardeşler gece oluncaya dek bekledikten sonra bir keçi öldürüp kilere attı. Planladıkları şekilde Diachok’u da başka bir yere götürüp gömdüler. Birkaç gün geçtikten sonra insanlar her yerde Diachok’u arayıp sordular.
“Ne yapacaksınız Diachok’u?” dedi Budala kendisine sorulduğunda. “Birkaç gün evvel baltamla öldürdüm onu. Ağabeylerim de kilere götürdü.”
İnsanlar Budala’nın yakasına yapışıp bağırdılar: “Hemen bizi ona götür, nerede olduğunu göster.”
Budala, kilere gidip keçinin başını tuttu ve sordu:
“Sizin Diachok siyah saçlı mıydı?”
“Evet.”
“Sakalı var mıydı?”
“Evet, vardı.”
“Peki ya boynuzları?”
“Ne boynuzundan bahsediyorsun sen Budala?”
“Gelin de kendiniz görün,” dedi keçinin başını onlara çevirerek. Kilerdekinin keçi leşi olduğunu görünce Budala’nın yüzüne tükürüp evlerine gittiler.
Bütün dünyada en çok bilinen budala masallarından biri, henüz doğmamış torunlarını bekleyen olası talihsizlikleri hayal ederek kendini üzen ve çocuklarına çok düşkün olan anne babaların öyküsüdür. İskoçya’da bu hikâye biraz farklı bir şekilde anlatılır. Bir zamanlar yaşamış iki yaşlı kadın vardır. Günün birinde hüngür hüngür ağladıkları görülür. Üzüntülerinin sebebini anlatmak zorunda kalırlar. Buna göre iki kadın hayaller kurmuştur: Evli olsalardı, birinin erkek, diğerinin ise kız çocuğu olsaydı, sonra bu çocuklar büyüyüp evlense ve bebekleri olsaydı, bu küçük torun pencereden yuvarlanıp ölseydi, ne korkunç bir şey olurdu. İşte bu korkunç düşünce, kadıncağızları gözyaşlarına boğar. Bu hikâyenin Rusça versiyonlarından birinde ise Lutonya adlı bir çocuğun yaşlı anne babası, hayali bir torunun ölümüne ağlayıp durur. Yaşlı kadının düşürdüğü odun yüzünden küçücük çocuğun ölmesi ne korkunç bir felaket olurdu, diye düşünürler. Lutonya, anne babasının bu üzüntüsünü öyle gereksiz bulur ki, sonunda evden ayrılır ve onlardan daha aptal insanlar bulana dek geri dönmeyeceğini söyler. Dere tepe düz gider ve çoğuna aşina olduğumuz birçok aptallığa şahit olur. Mesela, orada yetişen çimleri yesin diye evin damında bırakılan bir ineğe rastlar, bir başka yerde hamutuna zorla sokmaya çalıştıkları bir at görür, üçüncü bir diyarda ise her defasında kilerinden bir kaşık süt getiren bir kadın çıkar karşısına. Fakat kahramanımız, aradığı üstün aptallığı bulamadan masal sona erer. Buna benzeyen başka bir Rus masalında Lutonya, kurnaz bir üçkâğıtçının oyununa gelen annesinden aptal birini bulmak için evinden ayrılır. Önce kısa bir ipi germeye çalışan marangozlarla karşılaşır ve ipe bir parça ekleyebileceklerini göstererek onların minnettarlığını kazanır. Sonra orak nedir bilmeyenlerin yaşadığı ve insanların darıları ısırarak hasat ettiği bir yere gelir. Onlara orak yapıp bir darı demetinin içine saplar ve orada bırakır. Köylüler, devasa bir solucan sandıkları orağın ucuna bir ip bağlayarak nehre kadar çekiştirerek götürürler. İçlerinden birini bir kütüğe bağlayıp suya bırakırlar, ipin bir ucunu da ona vererek “solucan”ı suya götürmesini isterler. Kütükle beraber köylü adam da ters döner, başı su altında kalır, bacakları ise suyun üstüne çıkar. “Kardeşim!” diye bağırırlar adama nehrin karşısından “Çoraplarını neden bu kadar umursuyorsun? Bırak ıslansın, ne olacak? Sonra ateşte kurutursun.” Ama adamcağız cevap veremez çünkü boğulmuştur. Nihayet Lutonya, içinde bulunduğu gruptakileri sayarken kendini saymayı unuttuğu için güçlük yaşayan İrlandalı’nınkine eşdeğer bir aptallık örneği bulmuştur. Bu olaydan sonra evine döner.
Bu tür mizahın örneklerini çoğaltmak, tüm Rusya’da bilinen halk masallarında bunlara rastlamak kolaydır. Gotham’ın bilge adamlarına, Stout adlı seyyar satıcı tarafından iç eteklikleri kesilen yaşlı kadınlara ya da çocuk kalbimizi hâlâ mest eden Aptallar Diyarı’nın diğer sakinlerine dair hikâyeler ile mübalağa hikâyeleri, Baron Munchhausen’ın şaşırtıcı maceralarının dayandığı Alman Lügenmährchen (Yalan Masallar) bunların benzerleridir. Fakat sözünü ettiğim örneklerle devam etmeyeceğim ve daha önemli bir skazka grubuna geçmeden evvel de Rus masal anlatma sanatını yansıtan bir “hayvan hikâyesi” ve bir “efsane”ye yer vererek bu bölümü sonlandıracağım. İşte birinci hikâye:
Mizgir
Çok ama çok uzun zaman önceydi. Denizin kabarması ve yazın sıcağıyla beraber dünyaya sıkıntı ve utanç hâkim olmuştu. Çünkü tatarcıklar ve sinekler dört bir yana akın ederek insanları sokuyor, kanlarını akıtıyordu.
İşte o zaman cesur kahraman Örümcek çıktı ortaya ve tatarcıklarla sineklerin en çok uğradığı yerlere ağlar ördü.
O tarafa yaklaşan korkunç bir Atsineği, tökezleyip Örümcek’in tuzağına düştü. Örümcek, onu boğazından sıkıca kavrayıp dünyadaki hayatına son vermeye hazırlanıyordu ki Atsineği Örümcek’ten merhamet diledi.
“Örümcek Baba! Ne olur öldürme beni. Bir sürü yavrum var. Öksüz kalacaklar. Bir lokma yiyecek için kapı kapı dilenip köpeklerle didişecekler.”
Bunun üzerine Örümcek, Atsineği’ni bıraktı. Sinek uçup gitti ve vızıldayıp cızıldayarak başına gelen her şeyi diğer tatarcık ve sineklere anlattı.
“Hey, tatarcıklar ve sinekler! Şu dişbudak ağacının altına toplanın. Haberlerim var. Bir örümcek gelmiş, kollarını savura savura ağlar örüyor ve tuzaklarını tam da sinek ve tatarcıkların kondukları yerlere kuruyor. Hepimizi tek tek yakalayacak!”
Bu haberi alan bütün sinekler bahsi geçen yere uçtu. Dişbudak ağacının köklerine saklanıp ölmüş gibi yaptılar.
Örümcek geldi ve orada bir cırcırböceği, bir kınkanatlı ve bir de tahtakurusu gördü.
“Hey, Cırcırböceği!” diye seslendi, “Bu tümsekte oturup enfiye çek! Kınkanatlı, sen de davul çal! Sana gelince Tahtakurusu, ağacın altına top gibi yuvarlanıp git de cesur kahraman Örümcek’in haberini sal. Yiğit kahraman Örümcek, artık bu dünyada değil. Onu Kazan’a yolladılar. Kazan’da bir kütüğün üzerine koyup başını kopardılar. Kütük de onunla birlikte yıkıldı.”
Tatarcıklar ve sinekler sevinip rahatladı. Doğruca Örümcek’in kurduğu tuzaklara yöneldiler. Örümcek dedi ki:
“Ah, ama beni unuttunuz! Keşke çok daha sık ziyaretime gelseniz! Şarabımdan ve biramdan içip misafirim olsanız!”
Demirci ve İfrit
Evvel zaman içinde bir Demirci yaşardı. Bu adamın akıllı mı akıllı, altı yaşında bir oğlu vardı. Bir gün yaşlı adam kiliseye gitti. Mahşer Günü’nü tasvir eden bir resmin önünde dikilirken simsiyah, boynuzlu bir İfrit’in de resimde yer aldığını gördü.
“Aman Tanrım!” dedi kendi kendine. “Demirci dükkânıma bundan bir tane yaptırsam iyi olacak.” Bunun üzerine bir sanatçıyla anlaşarak demirci dükkânının kapısına kilisede gördüğü resmin aynısını yaptırdı. Bundan sonra yaşlı adam dükkânına her girdiğinde İfrit’e bakıp “Günaydın,