Название | Kral Arthur |
---|---|
Автор произведения | Andrew Lang |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-7605-71-9 |
Excalibur
Büyücü Merlin’in eşlik ettiği Kral Arthur, maceralara atılmak için saraydaki rahat yaşamını terk etti. Bir defasında tüm topraklardaki en uzun boylu şövalyeyle dövüştü. Sağlam ve iyi dövüşmesine rağmen, Merlin büyü yaparak şövalyeyi derin bir uykuya hapsetmeyip Kral’ı şifa sanatını iyi bilen bir keşişe götürerek tüm yaralarını üç gün içinde iyileştirmese Arthur ölebilirdi. Bu olayın ardından Arthur ve Merlin daha fazla oyalanmadan keşişe teşekkürlerini sunup oradan ayrıldılar.
Birlikte at sürerken Arthur, “Kılıcım yok,” dedi. Merlin, Arthur’a sabırlı olmasını ve ona çok yakında bir kılıç vereceğini söyledi. Çok geçmeden büyük bir göle geldiler. Arthur, gölün ortasında suyun içinden yükselen ve bir kılıç tutan kolu fark etti. “Bak!” dedi Merlin, “Sana bahsettiğim kılıç bu.” Kral tekrar baktığında genç bir kadın suyun üzerinde yükseldi. “Bu kadın Gölün Hanımı ve sana doğru geliyor, eğer nazik bir şekilde istersen kılıcı sana verecektir,” dedi Merlin. Genç hanım yaklaşınca Arthur onu selamlayarak şunları söyledi: “Ey genç hanım, suyun dışına doğru bir kolun tuttuğu o kılıcın kime ait olduğunu söylemeniz için size yalvarıyorum. O kılıcın benim kılıcım olmasını isterdim, zira kendi kılıcımı kaybettim.”
“O kılıç benim, Kral Arthur. Onu size verebilirim, ancak sizden istediğimde bana bir hediye getireceksiniz,” diye cevapladı kadın.
“Söz veriyorum, ne isterseniz isteyin size getireceğim,” dedi Kral. Bunun üzerine genç kadın, “Peki öyleyse, şuradaki filikaya binin ve kılıca doğru kürek çekin, böylece kılıcı ve kınını alabilirsiniz,” dedi. İşte bu kılıç Excalibur’du. “Hediyeme gelince, onu zamanı geldiğinde isteyeceğim.” Kral Arthur ve Merlin atlarından inip onları sıkıca bağladıktan sonra filikaya bindiler, kılıcın olduğu yere geldiklerinde Arthur kılıcın kabzasını kavradı ve kılıcı tutan kol gözden kayboldu. Sonra geri dönüp kılıçla beraber karaya çıktılar. Kral at sürerken kılıcına büyük bir sevgiyle bakıyordu, Merlin bunu gördüğünde gülümseyerek “Hangisini daha çok sevdin, kılıcı mı yoksa kınını mı?” diye sordu. “Kılıcı daha çok sevdim,” diye cevap verdi Arthur. “Öyleyse çok da bilge sayılmazsın, çünkü kın, kılıçtan on kat daha değerli. O üzerinde olduğu sürece fena halde yaralansan bile kan kaybetmezsin,” dedi Merlin. Carlion kentine doğru at sürdüler. Arthur’un şövalyeleri, onları sıcak bir şekilde karşılayarak tıpkı sıradan bir insan gibi hayatını riske atan bir krala hizmet etmekten memnuniyet duyduklarını belirttiler.
Yuvarlak Masa Şövalyeleri Toplanıyor
Kral Arthur, savaşıp birçok düşmanını yendikten sonra bir gün, tüm yaşamı boyunca danıştığı Merlin’e “Baronlarım beni rahat bırakmıyorlar, sürekli bir eş bulmamı söylüyorlar. Bense bana önermediğin sürece hiç kimseyle evlenmeyeceğimi söylüyorum,” dedi.
“Biriyle evlenmen güzel olur, fakat diğerlerinden daha çok sevdiğin herhangi bir kadın var mı?” diye sordu Merlin. “Evet,” dedi Arthur, “zamanında babam Cameliard Kralı Leodegrance’e yuvarlak bir masa hediye etmişti; işte o kralın kızı Guinevere’i seviyorum. O, hayatımda görüp görebileceğim en güzel kadın.” Bu cevabın ardından Merlin şunları söyledi: “Efendim, güzelliği hakkında söyledikleriniz doğru, ancak eğer kalbiniz onun için atmıyorsa size ondan çok daha güzelini ve iyisini bulabilirim. Gelgelelim eğer bir adam kalbini kaptırdıysa onu vazgeçirmeye çalışmak zaten beyhudedir.” Bunları söyledikten sonra Merlin, Arthur’dan şövalyeler ve beyefendilerden oluşan bir refakatçi topluluğu görevlendirmesini istedi, böylece Kral Leodegrance’in sarayına gidebilecek ve ona Kral Arthur’un Guinevere’le evlenme niyetinde olduğunu söyleyebilecekti. Arthur bu isteği memnuniyetle yerine getirdi. Merlin de atına atlayıp Cameliard Kalesi’ne varana dek hızla yol aldı, oraya vardıktan sonra Kral Leodegrance’e kendisini kimin hangi amaçla gönderdiğinden bahsetti.
“Bu, şu âna dek duyduğum en güzel haber,” diye cevapladı Leodegrance, “çünkü böylesine büyük ve asil bir kralın kızımla evlenmek isteyeceği hiç aklıma gelmezdi. Kızımla birlikte vereceğim topraklara gelince, Kral Arthur istediği yeri seçebilir. Fakat zaten kendi toprakları yeterince geniş olduğundan bunun yerine onu daha memnun edecek bir hediye, Uther Pendragon tarafından bana verilen, bir defada yüz elli şövalyenin birlikte oturabileceği Yuvarlak Masa’yı vereceğim. Bir çağrımla yüz iyi şövalye toplayabiliyorum, ancak ellisi eksik kalıyor çünkü savaşlarda birçoğunu yitirdik, kimileriyse kayıp.” Kral Leodegrance, böylece lafı daha fazla uzatmadan kızının Kral Arthur’la evlenmesine razı oldu. Merlin de ona eşlik eden şövalyeler ve beyefendilerle birlikte, Londra’ya yaklaşıncaya kadar bazen karadan bazen de sudan seyahat ederek geri döndü.
Kral Arthur, Merlin ve şövalyelerin Yuvarlak Masa’yla birlikte geldiğini duyunca neşeyle dolarak etrafındakilere “Merlin’in bana getirdiği bu haberler beni gerçekten çok mutlu etti, çünkü o güzel kadını uzun zamandır seviyorum ve Yuvarlak Masa benim için en büyük zenginliklerden daha değerli,” dedi. Bunun ardından Sör Lancelot’a Kraliçe’yi getirmek üzere yola koyulmasını emretti. Evlilik ve Guinevere’in taç giyme töreni için hazırlıkların başlatılmasına ilişkin emri de derhal yerine getirildi. “Şimdi Merlin, git ve krallığımı dolaşıp bu topraklarda bulunabilecek en cesur ve en meşhur elli şövalyeyi bana getir,” dedi Kral. Gelgelelim Merlin, yirmi sekiz şövalyeden fazlasını bulamadı. Arthur’un bu kadarıyla yetinmesi gerekiyordu. Canterbury Piskoposu getirildi, Yuvarlak Masa’daki sandalyeler kutsandı, şövalyeler de bu sandalyelere oturdular. Piskopos kutsamasını bitirdikten sonra Merlin, “Saygıdeğer efendiler, hepiniz ayağa kalkın ve kralınıza hürmetlerinizi sunun,” dedi. Şövalyeler ayağa kalkıp Merlin’in isteğini yerine getirdiler. Şövalyelerin oturduğu sandalyelerin her birinde, o sandalyede oturan şövalyenin ismi altın harflerle yazılıydı, ancak iki sandalye boştu. Bunun üzerine genç Gawaine, Kral’ın yanına gelip Guinevere’le evleneceği günde kendisini şövalye ilan etmesi için yalvardı. “Bunu seve seve yaparım, ne de olsa sen kız kardeşimin oğlusun,” dedi Kral.
Kral konuşurken perişan bir adam içeri girdi, yanında da cılız bir kısrağa binen on sekiz yaşlarında bir genç vardı, o zamanlarda erkeklerin kısrak sürmesi alışılmadık bir şeydi. “Kral Arthur nerede?” diye sordu adam. “Burada, onunla bir işin mi var?” dedi şövalyeler. Adam evet dedikten sonra ilerledi ve Kral’ın önünde saygıyla eğildi. “Yüce Kral Arthur, şövalyelerin ve kralların efendisi, duydum ki evleneceğiniz şu dönemde herkesin dileğini gerçekleştiriyormuşsunuz.”
“Bu doğru, tabii başkalarına veya krallığıma zararı dokunmadığı sürece,” diye cevapladı Kral.
“Lütufkâr sözleriniz için teşekkür ederim,” dedi fakir adam, “sizden istediğim şey, oğlumu bir şövalye ilan etmeniz.”
“Bu büyük bir lütuf,” diye cevapladı Kral. “Adın ne?”
“Efendim, adım Aries. Sığır çobanıyım.”
“Bu onura sahip olma düşüncesi senin mi aklına geldi yoksa oğlunun mu?”
“Bu benim değil, oğlumun isteğidir,” diye cevapladı adam. “Söylediğimde sığırlara bakan, tarlada çalışan on üç oğlum var, ancak bu çocuk ok fırlatmaktan ya da dövüşlere gidip şövalyeleri izlemekten başka hiçbir şey yapmıyor. Tüm gün boyunca yalnızca, şövalye olabileceği umuduyla, kendisini size getirmem için bana yalvarıyor.”
Arthur genç adama dönüp “Adın ne?” diye sordu.
“Efendim, adım Tor.”
“Seni şövalye ilan edebileceğim kılıcın