Название | Kral Arthur |
---|---|
Автор произведения | Andrew Lang |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-7605-71-9 |
Kral Arthur ve şövalyelerini konu alan hikâyelerin kökenleri Keltlere dayanıyor. Ülkenin tarih sahnesine çıktığı dönemde Britanya’nın hâkimi Keltlerdi. Hikâyelerdeki karakterlerin neden daha geç bir döneme aitmiş gibi hareket ettiklerini ve konuştuklarını açıklamak için ise birkaç detay vermek gerekiyor.
Kral Arthur’un altıncı yüzyılda yaşadığına inanılıyor. O dönemlerde Romalılar Britanya’dan çekilmişler, yağmacı Saksonların saldırılarına karşı kendilerini savunmak zorunda kalan Britonlar ayaklanıp Saksonları Badon Dağı’nda yenerek uzun yıllar sürecek bir barış ortamında kendilerini güvenceye almışlardı. Kral Arthur ve şövalyeleri, sonradan hikâyelere konu olup nesilden nesile aktarılacak kahramanlıkları muhtemelen o sıralarda sergilediler.
Eski zamanlarda halk ozanlarının ve hikâye anlatıcılarının tüm ülkeyi gezip meydanlarda kahramanlık ve şövalyelik hikâyeleri anlatması bir gelenekti. Kral Arthur’un hikâyeleri ise uzun yıllar boyunca hikâye anlatıcılar için büyük bir kaynak oluşturmaktaydı.
Bu şekilde hikâyeler babadan oğula aktarıldı. Breton’da (buranın halkı Gallilerle aynı ailenin üyeleriydi), Galler ve İngiltere’de gerçekleşen bu aktarımlar sayesinde hikâyelerin yitip gitmesi engellenmiş oldu. II. Henry ve I. Richard döneminde ise bu hikâyeler yazıya geçirilerek yazılı edebiyat ürünleri haline geldiler. Ne var ki Britanyalı bir yazar, bu olaydan önce hikâyelerin bazılarını kâğıda dökmüştü. II. Henry dönemindeki yazarlar ise hem bu yazardan hem de kendi nesillerindeki ozanlar ve hikâye anlatıcılarından bilgi edinebildiler.
Eski İngiliz yazarlar tarafından derlenen en ünlü kitaplardan biri, Asaph Piskoposu Geoffrey tarafından Latince yazılan Historia Britonum’du. Kral Arthur’un Batı Avrupa’da yürüttüğü bir savaştan bahsediyor, fakat Kutsal Kâse’den söz etmiyordu.
Sör Thomas Malory; yukarıda bahsi geçen kitaptan, İngiltere’de derlenen diğer macera kitaplarından ve yine büyük bir oranda Fransızca macera kitaplarından beslenerek 1470 yılında yazdığı Morte d’Arthur için gerekli materyali elde etti. Bu yapıt, Arthur efsanesini işleyen erken dönem kitapları arasında en ünlü yapıt konumunda, şimdi okuyacağınız kitaptaki hikâyelerin büyük bir bölümü de buradan alındı. Kalan kısmı için ise Dr. Sebastian Evans tarafından Fransızcadan çevrilen High History of the Holy Graal’dan faydalanıldı. Hikâyelerdeki dil, efsanelerin incelenmesini kolaylaştırmak amacıyla bir nebze değiştirildi.
Birinci Kısım
Kiliç Çekiliyor
Çok, çok uzun zaman önce, Uther Pendragon’un ölümünün ardından Britanya’da hiçbir kral hüküm sürmüyor, tüm şövalyeler ise tacı elde etmeyi arzuluyordu. Her yanda kanunlar çiğneniyor, fakirlere ekmek olacak tahıllar ayaklar altına alınıyordu; kötülük yapanı adalete teslim edecek kimse de olmadığından ülke çökmüş haldeydi. Sonra, her şey son derece kötü bir hal almışken Büyücü Merlin ortaya çıkıp hızlıca Canterburry Başpiskoposu’nun yaşadığı yere atını sürdü. Burada birbirlerine danıştılar. Britanya’daki tüm lortların ve soyluların Londra’ya gelerek yaklaşmakta olan Noel’de Büyük Kilise’de buluşmaları gerektiği üzerine fikir birliğine vardılar. Öyle de yapıldı. Gelgelelim Noel sabahında, tam kiliseyi terk edecekleri sırada bahçede büyük bir taş gördüler. Bu taşın üstünde çelik bir parça, bu çeliğin içinde de saplanmış halde duran kınsız bir kılıç vardı; hemen yanında ise altın harflerle şu sözcükler yazılıydı: “Bu kılıcı çekip çıkaran kişi, doğuştan gelen hakla, meşru İngiltere Kralı’dır.” Bunu görünce hayrete düştüler, Başpiskopos’u çağırıp taşın bulunduğu yere gelmesini istediler. Bunun üzerine orada bulunan şövalyelerden kral olmak isteyenlerin her biri kabzayı sıkıca kavrayıp tüm güçleriyle kılıcı çekmeye çalıştı, fakat kılıç kımıldamadı bile. Başpiskopos sessizce onları izledi, şövalyeler kılıca asılmaktan bitkin düşünce ise şu sözleri söyledi: “Bu kılıcı çekip çıkarabilecek kişi burada değil, nerede bulabileceğimizi de bilmiyorum. Fakat tavsiyem şudur ki kılıcı korumak için iki iyi ve dürüst şövalye seçmeliyiz.”
Öyle de yapıldı. Ne var ki lortlar ve soylular, kılıcı kazanmayı deneme şansına her insanın sahip olması gerektiğini haykırdılar, bu sebeple yeni yılın ilk gününde bir turnuva düzenlenmesi gerektiğine ve katılmak isteyen her şövalyenin bu yarışmaya katılabilmesine karar verdiler.
Böylece yeni yılın ilk gününde şövalyeler, geleneklere uygun olarak, Büyük Kilise’deki ayine katıldılar, ayin bittikten sonra ise turnuvaya hazırlanmak için meydanda buluştular. Cesur şövalye Sör Ector da oradaydı, yanında ise oğlu Sör Kay ve Sör Kay’in üvey kardeşi Arthur vardı. Önceki akşam Kay, kılıcının asılı olduğu kemeri çıkarmış, turnuvaya yetişme telaşıyla da geri bağlamayı unutmuştu, bu yüzden eve dönüp kılıcı getirmesi için Arthur’a yalvardı. Gelgelelim Arthur eve vardığında kapı kilitliydi, çünkü evin hanımı da turnuvayı izlemeye gitmişti. Arthur, içeri girmek için elinden geleni yapsa da başarılı olamadı. Bunun ardından büyük bir hışımla atına binip kendi kendine “Kay böylesi bir günde kılıçsız kalamaz. Kilise avlusundaki kılıcı alıp ona vereceğim,” dedi ve kilise avlusunun kapısına ulaşana dek atını dörtnala sürdü. Atından inip onu bir ağaca sıkıca bağladı, kılıca doğru koştu, kabzasını kavrayıp kılıcı hiç zorlanmadan bir çırpıda çıkarıverdi, sonra atına tekrar binip kılıcı Sör Kay’e ulaştırdı. Sör Kay, kılıcı gördüğü anda onun kendi kılıcı değil, taştaki kılıç olduğunu anlayarak babası Sör Ector’ı bulup ona “Efendim, bu taştaki kılıç. Dolayısıyla, meşru kral benim,” dedi. Sör Ector cevap vermedi, Kay ve Arthur’a kendisini takip etmelerini işaret etti, üçü birden kiliseye geri döndüler. Atlarını dışarı bırakıp içeri girdiler; orada Sör Ector, kutsal kitabı eline alarak Sör Kay’den kılıcı nasıl elde ettiğini yemin ederek anlatmasını istedi. “Kardeşim Arthur verdi,” diye cevapladı Sör Kay. Arthur’a dönen Sör Ector, “Onu nasıl aldın?” diye sordu. “Efendim,” dedi Arthur, “kardeşimin kılıcı için eve döndüğümde kılıcı bana verecek kimseyi bulamadım, yine de kardeşimin kılıçsız kalmaması gerektiğini düşündüm ve taştaki kılıç aklıma geldi; ben de gittim ve kılıcı çıkardım.” Sör Ector, “Bunu yaparken orada bir şövalye var mıydı?” diye sordu. “Hayır, hiç kimse yoktu,” dedi Arthur. “Öyleyse bu toprakların meşru kralı sensin,” dedi Sör Ector. “Tamam da neden kral benim?” diye sordu Arthur. “Çünkü bu büyülü bir kılıç, bir kral olarak doğmayan hiç kimse bu kılıcı taştan çıkaramaz. Bu sebeple kılıcı taşa geri koy ve çıkardığına şahit olabileyim,” diye cevapladı Sör Ector. “Derhal,” dedi Arthur ve kılıcı yerine koydu. Sör Ector’ın kendisi de kılıcı çıkarmayı denedi, ancak bunu başaramadı. Sör Kay’e dönüp “Şimdi senin sıran,” dedi. Tüm gücü ve kuvvetiyle kılıca asılmasına rağmen Sör Kay de babasından iyisini yapamadı. “Şimdi sen dene Arthur,” dedi Sör Ector.Arthur, kılıcı sanki bir kının içindeymiş gibi kolaylıkla çekti. Arthur kılıcı çeker çekmez Sör Ector ve Sör Kay, Arthur’un önünde diz çöktüler. “Babam, kardeşim, neden benim önümde diz çöküyorsunuz?” diye sordu Arthur şaşkınlıkla. “Hayır, hayır lordum. Ben sizin babanız değilim, bugüne kadar gerçek babanızın kim olduğunu bilmiyordum. Siz, Uther Pendragon’ın oğlusunuz. Doğduğunuzda sizi bana bizzat Merlin getirdi ve zamanı geldiğinde kimin soyundan olduğunuzu öğreneceğinize dair söz verdi.” Arthur, babasının Sör Ector olmadığını öğrendiğinde acı acı ağladı. En sonunda, “Eğer kral bensem ne istiyorsanız söyleyin ki gerçekleştireyim. Hem size hem de annem hanımefendiye, bu dünyadaki herkesten daha fazla borçluyum çünkü beni sevdiniz ve kendi oğlunuzdan ayırmadınız,” dedi. Bunun üzerine Sör Ector, “Efendim, sizden yalnızca üvey kardeşiniz Sör Kay’i tüm topraklarınızın kâhyası yapmanızı istiyorum,” dedi. “Seve seve,” diye cevapladı Arthur, “hem o hem ben hayatta olduğumuz sürece bu makam başka kimseye verilmeyecek.”
Sonrasında Sör Ector, onlara Başpiskopos’u bulmalarını söyledi. Böylece ona kılıçla ilgili olan bitenleri anlattılar, daha öncesinde Arthur kılıcı taşa geri koymuştu bile. On İkinci Gün’de şövalyeler ve baronlar tekrar geldiler, Arthur hariç hiçbiri kılıcı taştan çıkaramadı. Bunu gördükten sonra baronlar sinirlenip bağırmaya başlayıp kendi kanlarından daha asil bir kana sahip olmayan bu çocuğu kral olarak tanımayacaklarını söylediler. Böylece Meryem Ana Yortusu’na kadar beklemek üzere anlaştılar, çünkü