Название | Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü |
---|---|
Автор произведения | Samuel Johnson |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-8068-76-4 |
Burada yaşayanların rahatını ve memnuniyetini sağlamak için çalışsınlar diye Mutlu Vadi tarafından akılları çelinen sanatçılar arasında, mekanik kuvveti bilgisiyle tanınmış ve hem eğlence hem de kullanım ihtiyaçlarını karşılayan pek çok makine icat etmiş bir adam vardı. Irmağın çevirdiği çark sayesinde suyu bir kuleye yönlendiriyor, oradan da sarayın tüm dairelerine dağıtıyordu. Bahçeye yapay yağmurlarla çevresini daima serin tutan büyük bir çadır kurmuştu. Kadınlara ayrılan korulardan biri içinden geçen derenin sürekli çevirdiği pervanelerle havalandırılıyor ve uygun bir uzaklığa yerleştirilmiş kimisi rüzgârın itici kuvveti, kimisi nehrin gücüyle çalışan çalgılar alçak sesle müzik çalıyordu.
Her türlü bilgiden mest olan Rasselas, özgür dünyada edindiği tüm bu bilgileri kullanacağı günün geleceğini umarak bazen bu sanatçıyı ziyaret ederdi. Yine bir gün her zamanki gibi vakit geçirmek için yanına geldiğinde ustayı suda giden bir araba yaparken buldu. Tasarımın düz bir zemin için elverişli olduğunu görerek övgülerle işin tamamlanmasını rica etti. Prens tarafından takdir görmekten memnuniyet duyan usta, daha büyük şeref kazanmayı aklına koyarak “Efendim” dedi, “mekanik biliminin başarabileceklerinin yalnızca küçük bir kısmını gördünüz. Uzun zamandır insanların yavaş hareket eden gemilerle at arabalarının yerine kanatların hızından faydalanması gerektiğine inanıyorum. Gökyüzünde öğrenilecek çok şey var, yerde sürünmeye layık olan yalnızca cehalet ve aylaklık.”
Bu söz, Prens’in dağları geçme arzusunu yeniden uyandırdı. Mekanik ustasının icatlarını görmüş olduğu için daha fazlasının yapabileceğine inanmak istiyordu ama umudun daha fazla düş kırıklığına sebep olmasına yol açmadan önce biraz daha bilgi edinmeye karar verdi. Sanatkâra “Korkarım ki” dedi, “hayal gücünüz becerinizden üstün geliyor olmalı ki şu anda bana bildiğinizi değil de isteğinizi anlatıyorsunuz. Her hayvana verilmiş bir element vardır: Hava kuşlarındır, toprak insan ve hayvanların.” Usta “Öyleyse” diye cevap verdi, “su da balıklarındır ama hayvanlar doğaları gereği insanlar da beceri kazanarak yüzebilir. İnsan yüzebiliyorsa uçmaktan da ümidini kesmemelidir: Sonuçta yüzmek daha yoğun bir sıvıda uçmaktır, uçmak da daha ince bir sıvıda yüzmek. Yapmamız gereken tek şey gösterdiğimiz direnç gücünü içinden geçeceğimiz maddenin yoğunluğuna göre ayarlamak. Eğer havayı, düşen basınçtan daha hızlı bir itici kuvvetle dengeleyebilirseniz bunun sonucunda mutlaka havaya kalkarsınız.”
Prens “Ama yüzme eylemi” dedi, “çok yorucudur, en kuvvetli kollar bile kısa sürede bitkin düşer. Korkarım uçmak bundan çok daha zorlu olacaktır. Ayrıca yüzebildiğimizden daha uzağa uçamadığımız sürece kanatların pek faydası olmayacaktır.”
Usta “Bazı evcilleştirilmiş, ağır kuş türlerinde gördüğümüz gibi yerden yükselme işi muazzam bir güç gerektirecek,” dedi. “Ama vücut ağırlığı, insan yerin çekiminden uzaklaştıkça hiçbir düşme eğilimi göstermeden havada süzülebileceği noktaya ulaşana dek yavaş yavaş azalacak. Sonrasında ilerleme ihtiyacı dışında çaba göstermeye gerek kalmayacak, bunun için de küçük bir itici güç uygulamak bile yeterli olacak. Efendim, sizin gibi uçsuz bucaksız meraka sahip biri, kanatlı bir filozofun havada süzülerek nasıl bir mutluluk duyacağını kolayca hayal edebilir. Tüm dünyayı ve üzerinde yaşayanları görecek! Aynı paralel üzerinde yer alan bütün ülkeler birbiri ardınca önüne serilirken hayatın gündelik telaşlar içinde altında akıp gidişini izleyecek! Karanın, okyanusun, şehirlerin ve çöllerin akıp giden manzarasını izlemenin gökyüzündeki izleyiciyi nasıl mest edeceğini bir düşünün! Alışveriş yapılan çarşılarla savaş alanlarını, eşkıyalarla dolu dağlarla barış rüzgârlarının estiği bereketli toprakları aynı güven duygusuyla seyretmek… O zaman Nil’in rotasını kolayca kat edip uzak bölgelere ulaşabilir, dünyayı bir uçtan bir uca gezerek doğanın yüzünü inceleyebiliriz.”
Prens “Tüm bunlar çok arzu edilen şeyler” dedi. “Ama korkarım ki hiçbir insan bu varsayımsal huzur bölgelerinde nefes alamayacak. Bana yüksek dağlarda nefes alıp vermenin çok zor olduğunu söylemişlerdi. Üstelik havanın çok zayıf olduğu bu yükseklikte sarp kayalıklardan düşmek de epey kolaydır. Bu yüzden, hayatın sürdürülebildiği herhangi bir yükseklikte çok hızlı bir iniş tehlikesi olabileceğini sanıyorum.”
Usta “Eğer bütün itirazların ortadan kalkması beklenseydi, hiçbir girişim sonuçlanamazdı,” dedi. “Tasarımı desteklerseniz, kendimi riske atarak ilk uçuş denemesini ben gerçekleştireceğim. Bütün uçan hayvanların yapısını inceledim ve insan vücuduna en kolay uygulanabilecek kanat yapısının yarasanın tek parçalı, katlanır kanatları olduğunu gördüm. Bu modelden yola çıkarak yarın görevime başlayacağım ve umarım bir yıl içinde, insanın kötülüğünün ya da arayışının ötesindeki gökyüzüne yükseleceğim. Ama tek bir şartla çalışırım: Bu sanatı gizli tutacak ve ikimizden başkası için kanat yapmamı talep etmeyeceksiniz.”
Rasselas “Neden?” diye sordu. “Bu büyük bir başarıyı başkalarından niye esirgiyorsun? Böylesi ustalıklar tüm insanlığın iyiliğine sunulmalı, her insan diğer insanlara çok şey borçlu ve gördüğü iyiliklerin karşılığını vermeli.”
Sanatkâr “Eğer bütün insanlar iyi olsalardı” diye cevap verdi, “hepsine büyük bir şevkle uçmayı öğretirdim. Fakat kötüler sırf zevk için gökten gelip onları istila ettiğinde iyilerin güvenliğine ne olacak? Bulutların arasında süzülen bir ordunun karşısında ne duvarlar, ne dağlar, ne de denizler insanın emniyetini sağlayabilir. Kuzeyli vahşi sürüsü rüzgâra kapılıp sürüklenebilir ve bir zamanlar üzerinde uçtukları verimli bölgelerde karşı konulamaz bir vahşetin fitilini ateşleyebilir. Hatta prenslerin sığınağı olan bu vadi, bu mutluluk yuvası bile, ani bir baskınla güney denizinin kıyılarında kümelenen çıplak ulusların saldırısına maruz kalabilir!”
Prens gizlilik sözü verdi ve başarısından tamamen umut kesmediği bu gösteriyi beklemeye koyuldu. Zaman zaman çalışmayı görmeye giderek ne kadar ilerleme kaydedildiğine bakıyor, bu sırada ustaya hareketi kolaylaştırmak ya da hafifliği güçle birleştirmek için birçok yaratıcı çözüm sunuyordu. Gün geçtikçe sanatkâr akbabaları ve kartalları ardında bırakacağına daha çok emin oluyordu. Onun bu kendine güveni Prens’i de etkiliyordu.
Bir yıl dolmadan kanatlar bitti ve önceden belirledikleri bir sabah usta, uçuş için hazır bir vaziyette denize doğru uzanan bir uçurumun üzerinde belirdi. Bir süre havayı toplamak için kanat uçlarını salladı, ardından yerinden sıçradı ve daha bir saniye geçmeden göle düşüverdi. Havada bir işe yaramayan kanatları onu suyun üstünde tutmuştu. Dehşet ve sinirden yarı ölü hale gelen ustayı Prens karaya çıkardı.
7. Bölüm
Prens Bir Bilim Adamı Buluyor
Prens bu felaketten fazla etkilenmedi; yalnızca başka bir çıkış yolu yokmuş gibi göründüğü ve daha mutlu bir sonla karşılaşmadığı için üzgündü. Eline geçen ilk fırsatta Mutlu Vadi’den ayrılma planında hâlâ ısrarcıydı.
Hayal gücü artık durmuştu. Dış dünyaya adım atma konusunda bir beklentisi yoktu ve kendini cesaretlendirmek için harcadığı tüm çabaya rağmen huzursuzluk, yavaşça içini kemiriyordu. Bu ülkelerde dönemsel olarak görülen yağmur mevsimi gelip çattığında ormanda gezinmek çekilmez bir hal aldı. İşte o zaman mutsuzluk, düşüncelerini bir kez daha ele geçirdi.
Yağmur, daha önce hiç olmadığı kadar uzun ve şiddetli bir şekilde yağıyordu. Bulutlar vadiyi çevreleyen dağların üzerinde toplanmıştı, mağaranın ağzı bütün bu yağmur sularını boşaltamayacak kadar dar olduğu için ovayı