Название | Karl Marx'ın Hayatı ve Öğretileri |
---|---|
Автор произведения | Max Beer |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-7605-76-4 |
Hegel
Bunun ardından ikinci düşünce yasası, Çelişmezlik İlkesi devreye girer. A’nın hem A olup hem de A olmaması mümkün değildir. Ya da yukarıda verdiğimiz örneğe uyarlarsak dünya, hem dünya hem de bir ateş topu olamaz; devlet, hem devlet hem de anarşi olamaz; kapital, hem kapital hem de yoksulluk olamaz; sosyalizm, hem sosyalizm hem de bireycilik olamaz. Buna göre, kendisiyle çelişki içerisindeki bir varlık anlamsız olduğu için, tanımlar arasında çelişkiye yer yoktur; bu durumun fiili ya da düşünsel olarak vuku bulduğu haller istisnai ya da geçici ve sıradışı olgular olarak kabul edilir.
Bu yasaları Üçüncü Halin Olanaksızlığı İlkesi izler. Bir şey ya A’dır ya da A değildir, arası yoktur. Ya da verdiğimiz örneğe uygun olarak, dünya katı bir kütledir ve eğer katı değilse dünya olamaz; arası yoktur. Devlet tekerkçidir ve eğer tekerkçi değilse, devlet olamaz. Kapitalizm ya baskıcıdır ya da kapitalizm olamaz. Sosyalizm ya devrimseldir ya da sosyalizm olamaz; arası yoktur. (Sosyalizm ya reformcudur ya da sosyalizm olamaz; arası yoktur.)
Bu yasalarla; özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkeleriyle, resmi mantık ortaya çıkmıştır.
Bu mantığın katı, sürekli, değişmez, dogmatik kavramlara, tıpkı geometri gibi kesin olarak sınırlandırılmış biçimsel yapılara başvurarak faaliyet gösterdiği açıkça ortadadır. Eski dünya felsefesinin altında yatan mantık budur.
On dokuzuncu yüzyılın başında dünyaya dair yeni bir kavrayış şekillenmeye başlamıştır. Gördüğümüz ya da kitaplardan öğrendiğimiz dünya ne yaratılmış ne de ezelden beri varlığını sürdürmüştür; binlerce yıl içerisinde meydana gelmiştir ve hâlâ oluşum sürecindedir. Birçok değişim, dönüşüm ve yıkımla karşılaşmıştır. Dünya bir gaz kütlesi olmuş, ardından bir ateş topuna dönüşmüştür. Dünyada varlığını sürdüren canlı ve cansız varlık türlerinin ve sınıflarının bir kısmı, dünya bir halden diğerine yavaş yavaş dönüşürken, bir kısmı da ani değişimler sonucu ortaya çıkmıştır. Aynısı insanlık tarihi için de geçerlidir; ailenin, devletin, üretimin, dinin, kanunun vb. biçimi ve önemi, bir gelişim sürecinden geçmiştir. Her şey değişim halindedir; var olma, gelişme ve yok olma süreçlerinden geçmektedir. Evrendeki hiçbir şey sabit, sürekli ve değişmez değildir.
Yeni kavrayışın bakış açısına göre, eski resmi mantık artık zihni tatmin edememektedir; evrim halindeki varlıkları artık olması gerektiği biçimde ele alamamaktadır. Düşünürler için, katı ve sabit fikirlerle ilerlemek giderek daha da imkânsız hale gelmiştir. On dokuzuncu yüzyılın başından itibaren yeni bir mantık arayışına girilmiş, kapsamlı ve son derece özenli çabalar sonucu Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), evrensel evrim süreciyle uyumlu yeni bir mantık geliştirmiştir. Tüm felsefesi, düşünce ve varlık, mantık ve evren arasında en yakın bağı kurmayı ve birbiriyle uyumlu hale getirmeyi, onları ayrılmaz bir bütün olarak ele almayı, aynı şey olarak görmeyi ve evreni mantığın somut hali olarak tasvir etmeyi amaçladığı için, bunu acilen yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görmüştür. “Mantıklı olan gerçektir; gerçek olan mantıklıdır.” Felsefenin görevi, olanı idrak etmektir. Her birey kendi döneminin çocuğudur. Felsefeler bile kendi dönemlerinde kavranabilir. Hiçbir birey zamanının ötesine geçemez. (Tüze Felsefesi’nin önsözü.) Hegel’in gerçeklikten kopuk, genellikle kuramsal düşünen, soyut fikirlere sahip bir düşünür olmadığı aşikârdır. Daha ziyade, soyut ve tamamen ideal fikirlere elle tutulur bir içerik kazandırmayı, onları somut kılmayı amaç edinmiştir. Gerçeklikten yoksun fikirlerin ya da fikirden yoksun gerçekliklerin var olması, ona imkânsız görünmüştür. Bu yüzden mantığını sadece düşünce yasalarını değil, aynı zamanda evrensel evrim yasalarını da dikkate alarak kurmuştur. Özellikle de ortaçağdaki eski mantıkçılar gibi, sadece düşünce biçimleriyle oynamanın ve fikirlerle kendine set çekmenin ona yeterli gelmeyen, gereksiz, soyut, gerçekdışı bir uğraş olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden, sadece düşünce yasalarını değil, aynı zamanda evrim yasalarını da göz önüne alan bir düşünme biçimini ortaya çıkarmış, ancak ne yazık ki bunu okuyucularının büyük zorluklar yaşamasına sebep olacak bir dille anlatmıştır.
Mantığının temeli diyalektiktir.
Antik Yunanlar diyalektiği kullanarak hitabet ve karşılık verme sanatını, savlarını ve kanıtlarını çürüterek, çelişkileri ve antitezleri ortaya çıkararak bir rakibe üstünlük sağlamayı öğrenmiştir. Dikkatle incelendiğinde, aykırı ve açıkça olumsuz (yıkıcı) entelektüel nitelikler taşımasına rağmen, bu münazara sanatının epey faydalı olduğu düşünülür, çünkü zıt fikirlerin birbiriyle mücadelesi sonucu gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamış ve tarafları daha derin düşünmeye teşvik etmiştir. Hegel bu ifadeyi sahiplenmiş ve mantık metodunu böyle adlandırmıştır. Diyalektik metot, evrendeki canlı ve cansız varlıkları, birbiriyle çelişen unsurların mücadelesi ve çözüme ulaşmasıyla geçen bir gelişim süreci içerisinde değerlendirmek anlamına gelir. Bu metodun yardımıyla, daha önce bahsettiğimiz üç orijinal düşünce yasasını değerlendirmeye tabi tutmuştur. Özdeşlik ilkesi, bir varlığı diğer varlıklardan ayırarak ve onlarla olan ilişkilerini yok sayarak değerlendirdiği için soyut ve eksik bir gerçektir. Herkes bunun doğru olduğunu anlayabilir. Şu öneriyi ele alalım: Dünya dünyadır. Bu önermenin ilk kelimesini duyan herkes, doğal olarak dünyayı diğer varlıklardan ayıran bir tanımla karşılaşmayı bekleyecektir. Fakat bunun yerine içi boş, katı ve sabit bir kimlikle, bir fikrin ölü kabuğuyla karşılaşır. Özdeşlik ilkesi en iyi ihtimalle eksik bir gerçekken çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızlığı ilkeleri tamamen gerçekdışıdır. Bir düşünceyi anlamsız kılmaktan ziyade, onun ve ifade ettiği nesnenin serpilip gelişmesini sağlayan en önemli şey çelişkidir. Harekete geçilmesini sağlayan, evrimin başlıca etkeni vazifesi gören, gizli güçleri ve varoluş enerjisini ortaya çıkarıp geliştiren şey, tam olarak muhalefet ya da antitezlerdir. Dünya alevler içindeki bir gaz kütlesi olarak, hiçbir çelişkiye maruz kalmadan, yani soğuyup yoğunlaşmadan kalsaydı, üzerinde yaşam ortaya çıkmazdı. Devletler otokrasiyle yönetilmeye devam etse, çelişki, yani orta sınıf özgürlüğü hiç var olmasaydı, devlet sabit bir varlık haline gelecek, kültürel gelişimler meydana gelmeyecekti. Kapitalizm proletarya çelişkisiyle karşılaşmasaydı, endüstriyel feodalizme geri dönüş yaşanacaktı. Doğanın ve insanlığın tüm potansiyelini ve nimetlerini ortaya çıkaran unsur, çelişki ya da antitezdir. Daha yüksek bir düşünce ve varoluş seviyesine ulaşmak ancak çelişkilerin ortaya konmasıyla mümkündür. Esas konumuzun, muğlak düşünceler ya da doğru temsil edilmeyen gerçeklerin yarattığı karmaşa yüzünden ortaya çıkan mantıksal çelişkiler olmadığı ortadadır; Hegel ve onun ardından Marx, antitezleri ve çatışmalarıyla varlıkların ve koşulların evrim sürecinde ortaya çıkan gerçek çelişkileri ele almışlardır.
Çelişkilerin gözlemlendiği canlı ve cansız varlıklar Hegel tarafından “Olumlama” olarak nitelendirilmiş, çelişki, muhalif unsur ya da antitez ise “Yadsıma” olarak adlandırılmıştır. Örneğimizden de anlaşılabileceği üzere bu yadsıma, ortadan kaldırma, yok etme anlamına gelmemekte; bir yapıyı yıkarken aynı anda yerine yeni bir şey inşa etme, ortadan kaybolup yeniden var olma, daha yüksek bir aşamaya ulaşma niteliği