Название | Piramit ve Diğer Wallander Maceraları |
---|---|
Автор произведения | Хеннинг Манкелль |
Жанр | |
Серия | Kurt Wallander |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-99813-2-1 |
Emniyete vardığında yediye dört dakika vardı. Hemberg’in genellikle işe çok erken geldiğini duymuştu ve danışmaya uğrayıp sorunca bunun doğru olduğunu anladı. Hemberg saat altıdan beri oradaydı. Wallander cinayet büronun bulunduğu bölüme doğru yürüdü. Odaların çoğu hâlâ boştu. Doğruca Hemberg’in kapısına gidip çaldı. Hemberg’in sesini duyunca açıp içeri girdi. Hemberg ziyaretçi koltuğunda oturmuş tırnaklarını kesiyordu. Wallander olduğunu görünce kaşlarını çattı.
“Randevumuz mu var? Böyle bir şey gördüğümü hatırlamıyorum.”
“Yok. Ama rapor etmem gereken bir şey var.”
Hemberg tırnak makasını kalemlerinin yanına koydu ve masasına oturdu.
“Eğer beş dakikadan fazla sürecekse oturabilirsin,” dedi.
Wallander ayakta kaldı. Sonra ona olanları anlattı. Satıcıyla başladı ve gece olanlarla devam etti. Hemberg’in ilgiyle dinleyip dinlemediğini anlayamadı. Bakışlarından hiçbir şey anlaşılmıyordu.
“Olan bu,” diye tamamladı Wallander. “Bunu mümkün olan en kısa sürede bildirmem gerektiğini düşündüm.”
Hemberg, Wallander’e oturmasını işaret etti. Sonra kâğıt destesinden bir tane çekti, bir kalem seçti ve ansiklopedi satıcısı Holmberg’in adını ve numarasını yazdı. Wallander not defteri edinmesi gerektiğini aklına yazdı. Hemberg, dağınık kâğıtları veya rapor kâğıtlarını kullanmak istememişti.
“Gece ziyareti tuhaf görünüyor,” dedi sonra. “Ama sonuçta hiçbir şeyi değiştirmiyor. Hålén intihar etti. Buna ikna oldum. Otopsi ve silah raporu geldiğinde bundan tam emin olacağız.”
“Esas mesele şu ki dün gece orada kim vardı?”
Hemberg omuz silkti.
“Olası bir cevabı kendin verdin. Anahtarları olan biri. Ellerinden kayıp gitmesine izin vermek istemediği bir şey arayan biri. Dedikodular hızlı yayılır. İnsanlar polis arabalarını ve ambulansı gördü. Birçok kişi, Hålén’in öldüğünü birkaç saat içinde öğrenmiş olmalı.”
“Ama her kimse pencereden atlaması garip.”
Hemberg gülümsedi.
“Senin hırsız olduğunu düşünmüş olabilir,” dedi.
“Zili neden çalayım ki!”
“Evde biri olup olmadığını görmenin klasik yolu.”
“Gecenin üçünde mi?”
Hemberg kalemi bırakıp koltuğa yaslandı.
“İnanmışa benzemiyorsun,” dedi, Wallander’e sinirlenmeye başladığını gizlemeden.
Wallander çok ileri gittiğini hemen anladı, geri adım atmaya başladı.
“Bence de öyle,” dedi. “Kesinlikle intihar, başka bir şey değil.”
“İyi,” dedi Hemberg. “O zaman halledildi demektir. Bunu anlaman iyi oldu. Dağınıklığı toparlaması için birkaç adam göndereceğim. Sonra doktor incelemesi ve adli tıp raporunu bekleyeceğiz. Ondan sonra Hålén’i bir dosyaya koyup unutabiliriz.”
Hemberg konuşmanın bittiğinin işareti olarak elini telefona koydu, ardından Wallander odadan çıktı. Kendini aptal gibi hissediyordu. Aptalın önde gideni. Ne düşünüyordu ki? Bir cinayetin izini sürdüğünü mü? Odasına döndü ve Hemberg’in haklı olduğuna karar verdi. İlk ve son kez, Hålén hakkındaki tüm düşüncelerini unut ve bir süre daha çalışkan bir devriye polisi olarak kal, dedi kendine.
O akşam Mona, Rosengård’a geldi. Akşam yemeği yediler ama Wallander kafasında tasarladığı cümlelerin hiçbirini söylemedi. Bunun yerine sadece geç kaldığı için özür diledi. Mona özrünü kabul etti ve geceyi de orada geçirdi. Geçen temmuzda yaptıkları iki aylık tatil hakkında konuşarak uzun süre uyanık kaldılar. Mona bir kuaförde çalışmış ama fazla para kazanamamıştı. Hayali, gelecekte bir gün kendi yerini açabilmekti. Wallander’in de yüksek bir maaşı yoktu, tam olarak ayda 1.896 kron alıyordu. Arabaları yoktu, parayı ay sonuna kadar idare edebilmeleri için dikkatlice harcamaları gerekecekti.
Wallander kuzeye gidip dağ yürüyüşü yapalım, demişti. Stockholm’den hiç dışarı çıkmamıştı. Ama Mona yüzebilecekleri bir yere gitmek istiyordu. Mallorca’ya gitmeyi göze alıp alamayacaklarını görmek için hesaplama yapmışlardı. Ama çok pahalı olacaktı. Bunun yerine Mona, Danimarka’ya, Skagen’e gitmeyi önerdi. Çocukken ailesiyle birkaç kez oraya gitmiş ve bunu hiç unutmamıştı. Ayrıca henüz boşta çok sayıda ucuz pansiyon olduğunu da öğrenmişti. Uyumadan önce bir anlaşmaya varmayı başarmışlardı. Skagen’e gideceklerdi. Ertesi gün Mona bir oda ayırtacak, Wallander ise Kopenhag’dan gelen trenin sefer saatlerine bakacaktı.
Ertesi akşam, 5 Haziran’da Mona, Staffanstorp’taki ailesini ziyarete gitti. Wallander babasıyla birkaç saat poker oynadı. Bu kez babasının keyfi yerindeydi, Wallander’i meslek seçiminden dolayı eleştirmeye başlamamıştı. Oğlundan neredeyse elli kron kazanmıştı, kazanmaya da devam ediyordu, o kadar neşelendi ki bir şişe konyak çıkardı.
“Bir ara İtalya’ya gitmek istiyorum,” dedi kadeh tokuşturduktan sonra. “Ve hayatımda bir kez de olsa Mısır’daki piramitleri görmek istiyorum.”
“Neden?”
Babası ona uzun uzun baktı.
“Bu bayağı aptalca bir soru,” dedi. “Ölmeden önce Roma’yı ve piramitleri görmeli herkes. Çok yönlü biriysen, genel eğitiminin bir parçası gibi.”
“Sence kaç İsveçlinin Mısır’a gidebilecek gücü vardır?”
Babası itirazını duymamış gibi yaptı.
“Ama ölmek üzere değilim,” diye ekledi onun yerine. “Önce Löderup’a taşınacağım.”
“Ev arayışı nasıl gidiyor?”
“Çoktan bitti.”
Wallander şaşkınlıkla baktı.
“‘Bitti’ derken ne demek istiyorsun?”
“Ben zaten evi satın alıp parasını ödedim. Adresi Svindala 12:24.”
“Ama ben görmedim bile.”
“Orada yaşayacak olan sen değilsin. Benim.”
“Evi hiç gördün mü?”
“Bir fotoğrafını görmüştüm. Bu yeterli. Gereksiz yolculuklar yapmam. İşimi yapamam yoksa.”
Wallander içinden homurdandı. Babasının kandırıldığına emindi. Bunca yıldır resimlerini geniş Amerikan arabalarıyla almaya gelen tuhaf müşterilerinin yaptığı gibi, ondan faydalanmışlardı.
“Hayırlı olsun,” dedi Wallander. “Ne zaman taşınmayı planladığını sorabilir miyim?”
“Nakliyeciler bu cuma geliyor.”
“Bu hafta mı taşınıyorsun?”
“Duydun işte. Bir dahaki sefere kâğıt oynadığımızda Skåne kırsalında olacağız.”
Wallander kollarıyla işaret ederek konuştu.
“Ne zaman toplanacaksın? Her şey karman çorman.”
“Hiç vaktin olmayacağını tahmin etmiştim.