Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль

Читать онлайн.
Название Piramit ve Diğer Wallander Maceraları
Автор произведения Хеннинг Манкелль
Жанр
Серия Kurt Wallander
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-99813-2-1



Скачать книгу

olduğunu çok geç anladı. Daireye koştu. Mona’ydı.

      “Görüşeceğimizi sanıyordum,” dedi öfkeyle.

      Wallander saatine baktı ve sessizce küfretti. En az on beş dakika önce teknenin yanında olmalıydı.

      “Bir cinayet soruşturmasına takıldım,” dedi özür dilercesine.

      “Bugün izinlisin sanıyordum?”

      “Maalesef bana ihtiyaçları vardı.”

      “Gerçekten senden başka polis yok mu? Böyle mi olacak hep?”

      “Bu istisnaydı sadece.”

      “Market alışverişine gittin mi?”

      “Hayır, zamanım olmadı.”

      Mona buna çok kırılmıştı.

      “Şimdi seni almaya geleceğim,” dedi, “bir taksi çağırmaya çalışacağım. Sonra bir yere, restorana gidebiliriz.”

      “Sana nasıl güvenebilirim? Belki yine çağırırlar.”

      “Mümkün olduğunca çabuk orada olacağım, söz veriyorum.”

      “Dışarıda bir bankta olacağım. Ama sadece yirmi dakika beklerim. Sonra eve giderim.”

      Wallander telefonu kapattı ve taksi durağını aradı. Meşguldü. Taksiye binmesi neredeyse on dakika sürdü. Telefon aramaları arasında Hålén’in dairesini kilitlemeyi ve gömleğini değiştirmeyi başardı.

      Otuz üç dakika sonra vapur iskelesine geldi. Mona çoktan gitmişti. Södra Förstads Caddesi’nde yaşıyordu. Wallander, Gustav Adolf Meydanı’na yürüdü ve ankesörlü bir telefondan Mona’yı aradı. Cevap gelmedi. Beş dakika sonra tekrar aradı. O arada eve gelmişti.

      “Yirmi dakika diyorsam, yirmi dakikadır,” dedi.

      “Taksi bulamadım. Lanet taksi durağının hattı meşguldü.”

      “Yoruldum zaten,” dedi. “Başka bir gece buluşalım.”

      Wallander fikrini değiştirmeye çalıştı ama Mona kararlıydı. Konuşma tartışmaya döndü. Mona telefonu kapattı. Wallander ahizeyi çarparak yerine koydu. Yanından geçen birkaç devriye polisi ona onaylamayan bakışlar attı. Onu tanımış gibi görünmüyorlardı.

      Wallander meydanın yanındaki sosisli sandviç büfesine doğru yürüdü. Sonra yemek için bir banka oturdu, dikkati dağılmış bir şekilde bir parça ekmek için kavga eden martıları izledi.

      Mona’yla çok sık kavga etmezlerdi ama ettiklerinde de çok endişeleniyordu. Ertesi güne kadar öfkeden deliye döneceğini biliyordu. Sonra normale dönecekti. Ama bunu biliyor olması kaygısını azaltmıyordu. Bir şekilde kaygısı orada duruyordu.

      Wallander eve geldiğinde mutfak masasına oturdu ve yan dairede olup bitenlerin sistematik bir kaydını tutmak için konsantre olmaya çalıştı. Ama bir yere vardığını hissetmiyordu. Üstüne üstlük kendinden de emin değildi. Bir suç mahallinin incelenmesi ve analizi nasıl yapılırdı ki? Polis akademisini bitirmesine rağmen temel beceriden yoksun olduğunu fark etti. Yarım saat sonra öfkeyle kalemi bıraktı. Hepsi onun hayal ürünüydü. Hålén kendini vurmuştu. Bahis kuponu ve satıcı hiçbir şeyi değiştirmezdi. Hålén’i gerçekten tanımıyordu. Belki de sonunda dayanılmaz hâle gelen adamın yalnızlığıydı?

      Wallander dairesinde bir o yana bir bu yana huzursuz ve endişeyle yürüyordu. Mona onu hayal kırıklığına uğratmıştı ama bunun kendi hatası olduğunu biliyordu.

      Sokaktan bir arabanın geçtiğini duydu. Açık araba penceresinden çalan müzik duyuluyordu: “The House of the Rising Sun”. Şarkı birkaç yıl önce oldukça popülerdi. Ama grubun adı neydi? The Kinks? Wallander hatırlayamadı. Sonra, bu sıralarda normalde duvardan Hålén’in televizyonunun zayıf sesinin duyulduğunu düşündü. Şimdi her şey sessizdi.

      Wallander kanepeye oturdu ve ayaklarını sehpaya koydu. Babasını düşündü. Kışlık montunu ve şapkasını, çorapsız giydiği ayakkabılarını. O kadar geç olmasaydı, onunla kâğıt oynamaya gidebilirdi. Ama daha on bir bile olmamasına rağmen yorgun hissediyordu. Televizyonu açtı. Her zamanki gibi ulusal kanalda bir talk-show programı vardı. Katılımcıların yaklaşan yeni çağın artı ve eksilerini tartıştıklarını anlaması biraz zaman aldı. Bilgisayar çağı. Televizyonu kapattı. Üstünü değiştirip yatmadan önce bir süre esneyerek öylece kaldı.

      Çok geçmeden uykuya daldı.

      Daha sonra onu neyin uyandırdığını anlayamadı. Ama birdenbire tamamen uyanmış, loş yaz gecesini dikkatle dinliyordu. Bir şey onu uyandırmıştı, bundan emindi. Belki de yakından geçen, egzozu bozuk bir araba? Pencere açıktı, perde yavaşça hareket etti.

      Gözlerini tekrar kapattı.

      Sonra sesi duydu, başının hemen yanındaydı.

      Hålén’in dairesinde biri vardı. Nefesini tuttu ve dinlemeye devam etti. Sanki biri bir nesneyi hareket ettirmiş gibi tıngırtı sesi geldi. Kısa süre sonra yerde sürüklenen şeyin sesini duydu. Birisi bir mobilyayı hareket ettiriyordu. Wallander komodinin üzerindeki saate baktı. Üçe çeyrek vardı. Kulağını duvara dayadı. Bunun kendi hayal gücü olduğunu düşünmeye başlamıştı ki başka bir ses daha duydu. İçeride birinin olduğuna hiç şüphe yoktu.

      Yatakta doğrulup ne yapması gerektiğini düşündü. Meslektaşlarını mı aramalıydı? Eğer Hålén’in akrabası değilse, başka birinin orada olması için bir açıklama yoktu. Ama aile durumundan emin değillerdi ve bilmedikleri birine yedek anahtar vermiş olabilirdi.

      Wallander yataktan kalkıp pantolonunu ve gömleğini giydi. Sonra çıplak ayakla merdiven sahanlığına çıktı. Hålén’in dairesinin kapısı kapalıydı. Anahtar elindeydi. Birden ne yapması gerektiğinden emin olamadı. En mantıklısı kapı zilini çalmaktı. Ne de olsa Hemberg ona anahtarları vererek belli bir sorumluluk yüklemişti. Zile basıp bekledi. Şimdi daire tamamen sessizdi. Tekrar çaldı. Hâlâ tepki yoktu. O an dairedeki kişinin pencereden çok kolay kaçabileceğini düşündü. Yerden ancak iki metre yüksekti. Küfrederek sokağa fırladı. Hålén’in dairesi köşede kalıyordu, Wallander aceleyle diğer tarafa koştu. Sokak boştu. Ama Hålén’in pencerelerinden biri ardına kadar açıktı.

      Wallander binaya döndü ve Hålén’in kapısının kilidini açtı. İçeri girmeden kimse var mı diye sordu ama cevap alamadı. Koridorun ışığını açıp oturma odasına girdi. Şifonyerin çekmeceleri açıktı. Wallander etrafına bakındı. Birisi dairede bir şey aramıştı. Pencerelerden birine doğru yürüdü, zorla açılıp açılmadığını kontrol etmeye çalıştı. Ama üzerinde iz bulamadı. Bu, iki sonuca varabileceği anlamına geliyordu. Dairede bulunan her kimse anahtarı vardı ve kadın ya da erkek, görülmek istememişti.

      Wallander odadaki ışığı açtı ve günün erken saatlerinde orada olan bir şeyin kaybolup kaybolmadığını görmek için etrafına bakınmaya başladı. Ama hafızasından emin değildi. En dikkat çekici şeyler hâlâ oradaydı. Brezilya’dan gelen böcek, seyir defterleri ve eski fotoğraf. Ama fotoğraf zarftan çıkarılmış, yerdeydi. Wallander çömelip zarfı inceledi. Biri fotoğrafı çıkarmıştı. Aklına gelen tek açıklama, birinin bir zarfta bulunabilecek bir şey aradığıydı.

      Ayağa kalktı, etrafı incelemeye devam etti. Yatak örtüleri yataktan yırtılarak çıkarılmıştı, dolabın kapısı da açıktı. Hålén’in iki takım elbisesinden biri yere düşmüştü.

      Birisi bir şeyler arıyor, diye düşündü Wallander. Acaba ne arıyordu? Ve ben zili çalmadan önce buldu mu?

      Mutfağa doğru yürüdü. Dolaplar açıktı. Yere bir demlik düşmüştü. Belki de onu uyandıran şey buydu?