""«Kendinebir hayat edinmen gerekiyordu. Edindin. Edindiğin hayata tahammül gösterebileceğini sanmıştın. Yanılmışsın.»" Yalnızlığını kabullenmiş ve var olmanın yollarını arayan iki mutsuz insan karşılaştığında birbirinin sığınacak limanımı olur, yoksa alabora mı? Bu dünyada bir iz bırakmaya çalışmak, hayata karşı bir direniş midir yoksa yenilgiyi kabulleniş mi? İnsanın kendini yaralaması daha mı iyidir başkasında yaralar açmaktan? Babaannemin Usturası tüm bu soruların cevabını arayan iki kişinin hikâyesini anlatıyor; Esra Pekin'in kendine has diliyle, sinema ve müzikle yoğrulmuş anlatısı sürpriz sonuyla okuru derinden etkileyecek… «„Tek bir işe yaradı bunca zaman, bunca merak; bir zamanlar umutla cevabını aradığın, bulunca anlayacağını sandığın,zamanını yollarına adadığın ne varsa, hepsini çöpe attın. Hayatını boşa harcadın. Geç de olsa anladın. Çok bilinmeyenli bu denklemi çözmek için fazla ahmaksın. Yani insansın. Bıraktın. Sağlamasını yaptığında hep yanlış sonuca ulaştığını kavradın. Kendine kalanla yetinmeyi, hayatı vaadettikleriyle sürdürebilmeyi, kendince yöntemler geliştirmeyi, fazlasını istemeden önce iki defa düşünmeyi erdem sayanlardansın. Yöntemlerin tuhaf karşılanabilir.Alışılmışın dışında sayılabilir. Yadırganıp, ötelenebilir. Kimisini kan tutabilir. Keyifleri bilir. Canını yakmak, nefes aldığınıhatırlatabilir. Anlatmak zor, pek zor olabilir.“»"
"Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, yirminci yüzyıl edebiyatının köşe taşlarından Fernando Pessoa'nın geride bıraktığı on binlerce sayfanın satırlarından metinler arası boşluklara seken, kasti bir düzensizlikte çizilmiş baş döndürücü güzergâhıyla okurlara ayna sunsun, zaman ve boşluk bıraksın diye derlendi. Kendinin hem mahkûmu hem firarisi çağımız insanının sergüzeştine Pessoa'nın gözünden bakmak isteyen her bir okur, «„kendinin meçhulü“» Pessoa'nın bu başıboş yolculuğunun yolcusudur."
"Kitapları niteliğine bakmaksızın fetiş öğesi haline getiren bir bibliyoman, bu tutkusunu ne kadar ileri götürebilir? 14 yaşındayken gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme aldığı bu ilk yapıtında Flaubert, hem okuruyla hem de insanoğlunun içindeki şeytanla selamlaşarak klasik edebiyata sunacağı katkıların müjdesini veriyor. Elyazmaları ve öykünün basıldığı Colibri gazetesinin 1837 yılı nüshasıyla Bibliyomani, Flaubert'in edebi dehasının ilk ürünü… «„Bu adamın sahaflar ve eskiciler haricindeki kimselerle konuşmuşluğu yoktu. Ketum olduğu kadar hayalperest, nemrut olduğu kadar mahzun bir adamdı; tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: Kitaplar.“»"
"Bilimsel sosyalizm öğretisinin temellerini atan Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto'yu yazdıklarında Avrupa'da bir hayalet dolaşıyordu… Üretim ilişkilerinin kökten değişimine paralel yaşanan toplumsal dönüşümler ve kabaran tepki dalgasının birleşik bir Avrupa devrimiyle taçlanacağını öngörmüşlerdi. Ancak tarihin tekerleği beklenildiği gibi dönmedi: Devrim, Ekim 1917'de Rusya'da gerçekleşti ve proletarya, nüfusun ezici çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu geri kalmış bir tarım ülkesinde iktidarı ele geçirdi. Yollarını el yordamıyla açmak zorunda kalan Rus komünistleri, son derece çetin geçen yılların ardından, ufukta bir Avrupa devriminin görünmediğine kanaat getirdikleri 1925 sonrasında, tek ülkede sosyalizmi inşaya yöneldiler. Bu adım, Marksist harekette yüz yılı aşkın bir süredir devam eden keskin bir saflaşmayı da beraberinde getirdi. Başlangıçta Bolşevik Parti içinde iktidar savaşımı veren kanatlar arasında yaşanan tartışma, çok geçmeden hem ideolojik mücadele sınırlarını aştı hem de enternasyonal bir nitelik kazanarak düşman kamplar üretti. 1936 ve 1956 gibi kritik dönemeçlerden geçerek 1989'da çöken SSCB deneyimi ve onun değerlendirilmesi, dünde kalan ya da kalması gereken bir olgu değildir; aksine, zihinlerde sosyalizmle özdeşleşen (ve nihayetinde yıkılan) bir tahayyülü temsil etmesi bakımından bugün hâlâ günceldir. Kapitalizmin insanlığın ve doğanın üzerinden tüm yıkıcılığıyla geçtiği, dahası tarihsel sınırlarına dayandığı bu kesitte dahi sosyalizmin ve sınıfsız bir dünya düşü olarak komünizmin bir alternatif olarak görülmemesi, arkaik, bürokratik ve denetimden ibaret bir sistem anıştırmasının ötesine geçememesi bağlamında da günceldir. H. Selim Açan, Sovyet deneyimini kalıplaşmış ve ezberlenmiş hatta servis edilen bilgiler ışığında değil, kuşkusuz tarafgir ancak nesnel bir değerlendirmeye tâbi tutuyor. Bugün bütün sonuçlarıyla değerlendirme ve eleştirebilme konforuna sahip olduğumuz, gurur veren başarılar kadar utanç tablolarını da içeren bir tarihi, bir gelecek projeksiyonuna dönüştürüyor."
"Gustave Flaubert'in 1838'de kaleme aldığı ilk romanı Bir Delinin Anıları, yazarın kendisinin de dahil olduğu burjuva toplumuna, onun sahte ilişkilerine eleştirel bir bakış, kimi zaman alaycı bir yergi. İmkânsız fakat tutkulu platonik bir aşkın tüm yaraları, ibadet haline gelmiş bilinçli bir yalnızlığın tüm buhranları, hem fiziken hem de ruhen gelişmenin tüm çalkantılarının iç içe geçtiği roman, otobiyografik özellikler de taşıyor. Klasik edebiyatın en etkili kalemlerinden biri olan Flaubert'in Türkçede ilk kez yayınlanan bu ilkgençlik eseri, hem Madam Bovary'de zirve yapan yazınını hem de iç dünyasını anlamak için mutlaka okunması gereken bir roman. «„Aç gözlerini kibirli, aciz insan evladı, aç gözlerini toz zerresine tırmanmaya çalışan zavallı karınca! Özgür olmakla, adını iyi koyduğunu, kötü koyduğunu yapabilmekle övünüyorsun. Biliyorsun başına geleceği ve istiyorsun ki bir an evvel kesilsin cezan, zira iyiden saydığın neyi yapmasını bilirsin ki sen? Talimatı kibirden almadan, çıkarını hesap etmeden tek bir hareket yaptın mı ömründe?“»"
"Evrenselleşen yapıtlarıyla, yalnızca bir dilin değil bir kültürün tarihsel mücadelesinin köşetaşlarından Mehmed Uzun'un çeşitli zamanlarda yaptığı söyleşilerden ve verdiği demeçlerden oluşan Bir Dil Yaratmak, onun önce kendi halkına, ardından aynı coğrafyayı paylaştığı dünya halklarına açık çağrısıdır. Mehmed Uzun bu röportajlarda, kültürün siyasal tahakkümün meşruiyet aracına dönüştüğü ve bu yöntemle kültürel zenginliği çoraklaştıran devlet politikalarının silikleştirdiği Kürtçe ve Kürt edebiyatına katkılarını mütevazı biçimde ortaya koyarken; kişisel yolculuğunu, kendi dilini aradığı bu ömürlük serüvende karşılaştığı badireleri, yılgınlığa kapılmasına engel olan motivasyon kaynaklarını açıkyüreklilikle paylaşıyor. Söyleşilerin yayınlandığı mecralar, tarihler ve buna göre farklılık gösterebilen söylemleri ise hem politik bir yakın tarih okumasına hem de buna mukabil basının değişen tutumunun gözlemlenmesine kapı aralıyor."
"Lilith ve Babaannemin Usturası isimli kitaplarıyla okurların beğenisini kazanan, özgün üslubuyla beklenti yaratan Esra Pekin'in yeni romanı Bir Katilin Tükenmez Kalemi, alışmak, unutmak, ölüm ve yaşam üzerine çok katmanlı anlatısıyla, kadim bir sorunun cevabını arıyor: maktul kim, katil kim? Zamanın içinde salınan, Lizbon'un sarı sokaklarından zihnin zifiri kuytularına uzanan, gerçekle sanrının kol kola yürüdüğü satırlardan sızan duygular, okurunu gerilimli bir sorgulamaya sürüklüyor…"
"İlk kitabı Şu Yağmur Bir Yağsa ile hem okurun hem de edebiyat çevrelerinin beğenisini kazanan, Yok Yolcu kitabı ise 68. Sait Faik Hikâye Armağanı ve 77. Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne layık görülen Kâmil Erdem, Kâmil Erdem, Bir Kırık Segâh'ta da iz bırakan anların, gün yüzüne çıkmamış ruh hallerinin üstündeki perdeyi ustalıkla kaldırıyor. Nesneleri yalayan karanlığı, kalpten dudaklara bir türlü ulaşamayan sırları, hafızanın bastırılamayan seslerini betimlerken, sükûnetine gömülerek sıkıntılarını bir duvar misali ören insanları kendine has o derinlikli üslubuyla aktarırken belleklerde yer ediniyor. Gündelik hayatın nobranlığına karşı nahif ama güçlü bir başkaldırıya kulak kabartıyoruz bir kez daha. Her şeye rağmen gülümsemeyi elden bırakmayan bir umutla…"
"Mehmed Uzun, ömrünün son dönemecinde onu hayata bağlayan ve tarihin görkemli atlarının dizginlenemez nal seslerinin ölümsüz yankılarını günümüze taşıyan Hawara Dîcleyê (Dicle'nin Sesi) romanının yolculuğunu bir günlük formunda aktardığı Bir Romanın Hatıra Defteri'nde, bir yapıtın ilmek ilmek işlenişini gözler önüne seriyor. Böylece, yalnızca tek bir esere ait kılavuz olmaktan çıkarak, yaratma kudreti ve sancısının yazarda neye tekabül ettiğinin izleğinin de tüm yönleriyle sürülebildiği çarpıcı bir anlatıya dönüşüyor. ""Taraflı ve nesnel, tutkulu ve serinkanlı, öfkeli ve anlayışlı olma"«nın çetrefil dengesini tutturmaya çalışan Mehmed Uzun'un yazar kimliğinin yanı sıra dünya vatandaşı olma çabasının bütünlüklü bir sonucu…»
"Edebiyat tarihimizin ilk erotik yapıtlarından olan, ana tema ve kurgusal motif bağlamında da çığır açmış bir eser: Bir Zambak Hikâyesi. Tüm ahlaki tabuları bir çırpıda yerle bir eden bu yapıt, sırf bu niteliği nedeniyle günümüze kadar «„el sürülmekten kaçınılması gerekenler“» arasında kalmış, maalesef çağdaş okurlara ulaşamamıştı. «„Adı var, kendi yok,“» içinde ne yazılmış olduğu pek de bilinmeyen Mehmet Rauf'un bu önemli eserini Osmanlıca orijinal metniyle birlikte okurla buluşturuyoruz."