Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Masallar; bir milletin kültürüne, tarihine, zaman içinde var olan maddi ve manevi değerlerine tanık olmamızı sağlayan yegâne hazinelerdir. Türk masalları; taşıdığı evrensel değerleri, sunduğu tarihsel ögeleri, aşıladığı iyi ahlak unsurları ile bu hazineler içerisinde zenginliği ile göze çarpmaktadır. Okurunu ayrı bir dünyanın içerisine çekerken; bu eğlenceli yolculuğu birçok olumlu öğreti ile süslemektedir. Billur Köşk Masalları; eğlenirken öğrenmek isteyen çocuklarımıza hitap etmesinin yanı sıra, çocukluğuna özlem duyan ve göz ardı ettiği değerleri hatırlamak isteyen yetişkin okurlarımızın da elinden bırakamayacağı niteliktedir.
Ali Baba, haramilerin atlarından inerek heybelerini yanlarına aldıklarını görmüş. Haramibaşı olduğu her hâlinden belli olan adam, dikenli çalıların arasında güç bela ilerledikten sonra nihayet durmuş ve tuhaf bir söz söylemiş:“Açıl susam açıl!”Bunun üzerine mağaranın önünü kapatan devasa taş açılmış. Bütün haramiler koşa koşa içeri girmiş, reisleri de arkalarından. Onlar içeri girdiği zaman mağaranın önündeki taş, kendiliğinden kapanmış…” “Açıl susam açıl!” sözünü kim bilmez? Bu masalı okumamış olanların bile mutlaka kulaklarına çalınmıştır. Masalımız bu sözün hikâyesini bilmeyenlere, bilip de yeniden okumak isteyenlere…
Alâeddin’in serseri arkadaşlarıyla vakit öldürdüğü günlerin birinde Mağrip diyarından, yani güneşin battığı yerden gelen bir ihtiyar, yanlarına yaklaşarak oğlanları, özellikle de Alâeddin’i dikkatli gözlerle incelemeye başlamış. Meğer bu adam, Faslı bir büyücüymüş ve sihir gücüyle dağları birbiri üzerine bindirebilirmiş. Kendisi aynı zamanda da bir müneccimmiş. Alâeddin’i bir süre gözlemledikten sonra şöyle düşünmüş:“Arayıp bulmak için ülkemden ayrıldığım o şeyi elde edebilmek için işte böyle bir delikanlıya ihtiyacım var!” (…) Bu büyücü, doğma büyüme Afrikalıymış. Küçük yaşlardan itibaren sihirle, büyüyle uğraşırmış. Böyle böyle büyü sanatında uzmanlaşmış. Zaten böyleleri en iyi Afrika diyarında yetişir… Büyücülük konusunda her şeyi öğrenmek için çok okumuş, çok emek vermiş. Dile kolay kırk yıl!.. Tam kırk yıl boyunca öğrenilebilecek ne kadar sihirli söz varsa hepsini öğrenmiş. Günlerden bir gün, şeytanın ilhamıyla olsa gerek, Çin ülkesindeki Al-Kalas şehrinde bulunan gömülü bir hazinenin varlığından haberdar olmuş. Bu hazine öyle bir hazineymiş ki dünya üzerinde eşi benzeri yokmuş. Daha da önemlisi, mahzende bulunan sihirli lambaymış… Bu lambaya sahip olan adama hiç kimse galip gelemezmiş. İster dünyanın en zengin adamı olsun isterse en kuvvetli hükümdarı hiç kimse bu lambanın gerçekleştirebileceklerinin yanından geçemezmiş.
Türk ve Dünya edebiyatından seçilen eserler, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki duygu ve düşünce zenginliğini kazanmış bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü ve paylaşımcı olacağını düşünüyoruz. Çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek okuyan, bilinçli ve gelişmiş bir toplum olma yolunda ilk adımı atmış olacağız.
Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve Dünya edebiyatından seçilerek oluşturulan 100 Temel Eser, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Millî Eğitim Bakanlığının bu çalışmasını, ülkemizdeki okuma oranını arttırmaya ve dilimizin gelişimini sağlamaya yönelik önemli bir çaba olarak görüyoruz. Aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki duygu ve düşünce zenginliğini kazanmış bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü ve paylaşımcı olacağını düşünüyoruz. İlköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek okuyan, bilinçli ve gelişmiş bir toplum olma yolunda ilk adımı atmış olacağız.
Türklerin asırlardan bu yana bir miras olarak getirdiği halk şiiri geleneği, İslamiyet’in kabulüyle daha da çeşitlenerek devam etmiştir. Hâlen de devam eden edebiyatımızın belki de en çok eser verildiği bu bahçede pek çok çiçek açmış ve pek çok bülbül şakımıştır. Âşık Paşa’dan Pir Sultan Abdal’a, Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na ve Serdarî’den Talibî’ye kadar bu edebiyatın en seçkin kalemlerinin şiirlerini okuyacağınız bu kitapta kültür tarihimizin yolculuğuna siz de katılacaksınız.
Aşkları dillere destan olan Kerem ile Aslı’nın öyküsü hazinle son bulmuş, kavuşmaları ancak öbür dünyada kısmet olmuştur. Aşk uğruna gösterilen fedakârlıkların en büyük örneğine şahit olduğumuz bu halk hikâyesi, âdeta aşkın kudretine bir örnek niteliğindedir. Dillere destan olan Kerem’in sevdası, kavuşmak uğruna çektiği zulüm, eziyet ve cefanın sonunda mutlu sonla bitmiş gibi gözükür fakat bu durum çok uzun sürmez. Hasretinden mecnuna dönmüş Kerem, Aslı uğruna bu defa hakikaten yanar ve kül olur. Kavuştuğunu sandığı sevgilisini aslında ebediyen yitiren Kerem’in kederi yürekleri dağlarken, bu dizeler acısına bir kanıt niteliğindedir… «Ala gözlerine kurban olduğum Hep senin derdinden yanar ağlarım Kime arz edeyim garip hâlimi Ellerin yanında görür ağlarım Dertli Kerem diler Aslı Han’ını Yaş yerine akıtmışım kanımı Mevla’m gurbet elde alma canımı Ben hasretim gözüm yolda olan var»