Yaşamın Anlamı ve Amacı. Alfred Adler

Читать онлайн.
Название Yaşamın Anlamı ve Amacı
Автор произведения Alfred Adler
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 9786258361179



Скачать книгу

bekârdı.

      Sosyal duygunun daha yüksek bir düzeyde gelişmesi şu örnekle gösterilebilir: “Annemin bebek kardeşimi arabasında gezdirmeme izin verdiğini hatırlıyorum.” Ancak bu örnekte sadece daha zayıf insanların yanında rahat hissetmenin ve belki de anneye bağımlı olmanın işaretlerini görebiliriz. Yeni bir çocuğun kendisiyle ilgilenecek daha büyük çocukların yardımını alabilecek bir ortamda doğması, onların yeni gelen bebekle ilgilenecek olmaları ve bebeğin refahının sorumluluğunu paylaşmalarına izin verilmesi her zaman en iyisidir. Şayet büyük çocukların işbirliği kazanılırsa bebeğe gösterilen ilginin kendi itibarlarında bir azalma olarak görme eğiliminde olmayacaklardır.

      Birlikte olma arzusu her zaman diğer insanlarla gerçekten ilgilenildiği anlamına gelmez. İlk hatıraları sorulduğunda bir kız şu şekilde yanıt vermiştir: “Ablam ve iki arkadaşımla oynuyordum.” Burada şüphesiz sosyal olmaya çalışan bir çocuk görüyoruz. Ancak en büyük korkusunun yalnız bırakılmak olduğunu söylediğinde onunla ilgili yeni bir kavrayış elde ediyoruz. Bu yüzden özgürlük eksikliğinin işaretlerini aramamız gerekir.

      Yaşama yüklenen anlam bir kez keşfedilip anlaşıldığında bireyin kişiliğinin anahtarına ulaşırız. Bazen insanın karakterinin değişmez olduğu söylenir fakat bu görüş sadece bu durumun doğru çözümünü bulamamış kişiler tarafından ileri sürülebilir. Bununla birlikte daha önce gördüğümüz gibi asıl hatayı ortaya çıkarmada yetersiz kalırsa hiçbir iddia ya da tedavi başarılı olamaz. Ayrıca tek gelişim olasılığı, yaşama karşı daha işbirlikçi ve cesur bir yaklaşımın öğretilmesinde yatar. İşbirliği ayrıca nevrotik eğilimlerin gelişimine karşı tek korumadır. Bu yüzden de çocukların işbirliği konusunda eğitilip teşvik edilmesi, sıradan görevler ve sıradan oyunlarda kendi yaşlarındaki çocuklar arasında kendi yollarını bulmalarına izin verilmesi son derece önemlidir. İşbirliğini engelleyecek her türlü şey en ciddi sonuçlara yol açacaktır. Örneğin sadece kendisiyle ilgilenmeyi öğrenmiş olan şımartılmış çocuk diğerlerine karşı ilgisizliğini okula da taşıyacaktır. Dersleri sadece öğretmeninin ilgisini elde ettiği müddetçe onun için ilginç olacak, derslerde sadece kendisi için yararlı olduğunu düşündüğü şeyleri dinleyecektir. Yetişkinlik çağına yaklaştıkça sosyal duygu eksikliği giderek daha bariz biçimde vahim bir hal alacaktır. İlk hatasında sorumluluk ve bağımsızlık konusunda kendini eğitmeyi durdurduğu için artık yaşamın herhangi bir sınavına karşı donanımı aşırı derecede yetersiz kalır.

      Eksikliklerinden dolayı artık onu suçlayamayız. Sadece bu durumun sonuçlarını hissetmeye başladığında bunları düzeltmesine yardım edebiliriz. Hiç coğrafya eğitimi almamış bir çocuktan bu dersin sınav sorularını başarılı bir şekilde yanıtlamasını bekleyemeyeceğimiz gibi işbirliği hakkında hiç eğitilmemiş bir çocuğun önüne işbirliği eğitimi gerektiren görevler serildiğinde doğru yanıtlar vermesini bekleyemeyiz. Ancak yaşamın her sorunu çözülmesi için işbirliği yapma becerisini gerektirir. Her bir görev insan topluluğu çerçevesinde ve insanlığın refahını sürdürebilecek biçimde ustalaşmayı gerektirir. Yalnızca yaşamın işbirliği anlamına geldiğini anlayan birey zorluklarını cesaretle ve büyük bir başarı olasılığıyla karşılayabilecektir.

      Şayet öğretmenler ve psikologlar yaşama anlam yüklemede yapılacak hataları anlayıp kendileri de aynı hataları yapmazlarsa o zaman sosyal çıkardan yoksun çocukların kendi kapasiteleri ve yaşamın sunduğu fırsatları hakkında daha iyi hissedeceklerinden emin olabiliriz. Sorunlarla karşılaştıklarında çabalarından vazgeçmeyecekler, kolay bir çıkış aramayacaklar, kaçmaya çalışmayacak ya da yüklerini başkalarının sırtına yüklemeyecekler, özel muamele ve sevgi talep etmeyecekler, aşağılanmış hissetmeyecekler ve kendi başlarına intikam almaya çalışmayacaklar ya da “Yaşam ne işe yarar? Bana ne faydası var?” diye sormayacaklardır. Aksine “Kendi yaşamlarımızı kendimiz kurmalıyız. Bu bizim görevimiz ve bununla yüzleşebiliriz. Kendi eylemlerimizin hâkimi biziz. Yeni bir şeyler yapılacaksa ya da eski bir şeyin değiştirilmesi gerekiyorsa kendimizden başkasına ihtiyacımız yok,” gibi cümleler kurarlar. Şayet yaşama bu şekilde, bağımsız insanların gerçekleştirdiği bir işbirliği biçiminde yaklaşırsak insan topluluğumuzun gelişiminin sınırlarının olmadığını görebiliriz.

      İkinci Kısım

      Zihin ve Beden

      İnsanlar her zaman zihnin mi bedene yoksa bedenin mi zihne hükmettiği konusu üzerine tartışmışlardır. Düşünürler de tartışmaya katılmışlar ya bir tarafı ya da diğerini seçmişler ve kendilerine idealist ya da materyalist demişlerdir. Bu konuda binlerce sav ortaya atmışlar ancak sorun her zaman olduğu gibi çekişmeli ve belirsiz kalmıştır. Belki bireysel psikoloji çözüme yönelik biraz yardım sunabilir. Çünkü bireysel psikolojide zihin ve bedenin canlı etkileşimiyle karşı karşıyayız. Burada tedavi edilmesi gereken birileri (zihin ve beden olarak) karşımızdadır ve şayet tedavimiz yanlış temeller üzerine dayanırsa bireye yardımcı olmakta başarısız oluruz. Teorimiz kesinlikle deneyimlerden gelişmeli, muhakkak uygulama deneyine dayanmalıdır. Bu etkileşimlerin arasında yaşıyoruz ve doğru bakış açısını bulmak konusunda en büyük güçlükle karşı karşıyayız.

      Bireysel psikolojinin bulguları bu sorun hakkındaki yükün büyük bir kısmını ortadan kaldırır. Artık sorun basit bir “ya bu ya da şu” sorunu değildir. Hem zihnin hem de bedenin aslında yaşamın dışavurumu, yaşamın bütününün ayrılmaz parçaları olduğunu anlıyoruz. Ve bu bütün içerisinde karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerini anlamaya başlıyoruz. İnsanın yaşamı devingen bir varlığın yaşamıdır ve sadece bedenini geliştirmek onun için yeterli olmayacaktır. Bir bitki kök salar, bir yerde kalır ve hareket edemez. Bu yüzden de bir bitkinin zihninin olduğunu keşfetmek çok şaşırtıcı olurdu. Ya da en azından bizim kavrayabileceğimiz türden bir zihnin varlığından bahsetmek. Şayet bir bitki tahminde bulunabilseydi ya da sonuçları öngörebilseydi bu becerisinin hiçbir yararı olmazdı. Bitki için “İşte birisi geliyor. Bir dakika içinde beni ezecek ve ayaklarının altında öleceğim,” diye düşünmesinin ne gibi bir avantajı olurdu? Neticede bitki hâlâ hareket edip adamın yolundan çekilemez.

      Bununla birlikte tüm devingen canlılar tahminde bulunup hangi yöne gidebileceklerine karar verebilir. Bu gerçeklik zihinleri veya ruhlarının olduğunu varsaymayı gerekli kılar.

      “Elbet vardır duyuların,

      Yoksa kımıldayamazdın.”2

      Bu hareket yönünü önceden görme yetisi zihnin temel ilkesidir. Bunu fark eder etmez zihnin bedene nasıl hükmettiğini, eyleme geçme hedefini nasıl belirlediğini anlayabilecek bir noktaya varırız. Ancak sadece bir andan bir başka ana rastgele bir hareketi başlatmak hiçbir zaman yeterli değildir. Bunca çabanın bir amacı olmalıdır. Hareketin yöneleceği noktayı belirlemek zihnin işlevi olduğundan yaşamda hâkim bir konumda yer alır. Öte yandan beden de zihni etkiler. Hareket ettirilmesi gereken bedendir. Zihin bedeni ancak bedenin sahip olduğu imkânlar ile bedenin geliştirmeyi öğrendiği diğer imkânlar doğrultusunda harekete geçirebilir. Şayet örneğin zihin bedeni Ay’a götürmeyi tasarlarsa bedenin sınırlarına uygun bir teknik geliştirmedikçe başarısız olacaktır.

      İnsanlar hareket etmekle diğer bütün canlılardan daha çok meşguldürler. Sadece daha çok biçimde hareket etmekle kalmazlar, ayrıca ellerinin karmaşık hareketlerinde de görebileceğimiz gibi hareketleri sayesinde etraflarındaki çevreyi de hareket ettirmede daha beceriklidirler. Bu nedenle de öngörme yeteneğinin en çok insan zihninde gelişmiş olabileceğini ve konumlarının tümünü etraflarını çevreleyen tüm koşullara göre geliştirmeye yönelik amaçlı çabanın en bariz örneğini temsil



<p>2</p>

Hamlet, Perde III, Sahne 4.