Название | Yaşamın Anlamı ve Amacı |
---|---|
Автор произведения | Alfred Adler |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9786258361179 |
Günümüze değin genel yaklaşım belirtilere saldırmak olmuştur. Bu tip bir yaklaşıma bireysel psikoloji hem ilaç hem de eğitim bağlamında tam anlamıyla karşıdır. Bir çocuk aritmetikte geri kaldığında ya da kötü notlar aldığında tüm ilgimizi bu noktalara yönlendirip çocuğu bu özel dışavurumlar konusunda iyileştirmeye çalışmak boşunadır. Belki öğretmenine zahmet vermek istiyordur ya da hatta okuldan atılarak büsbütün okuldan kaçmayı arzuluyordur. Şayet bir noktada kendisini frenlersek hedefine ulaşmak için yeni bir yol bulacaktır. Aynı şey yetişkin nevrotik birey için de geçerlidir. Örneğin migren ağrısı çektiğini varsayalım. Bu baş ağrıları kendisi için çok yararlı olabilir ve tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda gerçekleşebilir. Baş ağrıları sayesinde toplumun sorunlarını çözmekten kaçabilir. Bu baş ağrıları ne zaman yeni insanlarla tanışma ya da yeni bir karar alma gereksinimiyle karşılaşsa ortaya çıkabilir. Aynı zamanda ofis çalışanları ya da eşi ile ailesi üzerinde baskı kurmada kendisine yardım edebilir. Neden böylesine doğruluğu kanıtlanmış bir araçtan vazgeçmesini bekleyelim ki? Kendisine verdiği acı, elbette halihazırda kendi bakış açısından, bilgece bir yatırımdan başka bir şey değildir. Bu yatırım dilediği her türden kazanımı geri ödeyecektir. Şüphesiz tıpkı bir zamanlar savaş döneminin nevrotik bireylerinin bazen şok tedavisi ya da sahte operasyonlarla bu belirtilerinden korkutulmaları gibi biz de bu belirtilere kendisini şok eden bir açıklama getirerek korkmasını sağlayabiliriz. Belki, ilaç tedavisi onu bu noktada rahatlatıp seçtiği belli bir belirtiyle devam etmeyi onun için zorlaştırabilir. Ancak hedefi aynı kaldığı sürece bir belirtiyi bırakırsa bir başkasını seçmek zorunda kalır. Baş ağrıları “iyileştiğinde” uykusuzluğu ya da başka bir yeni belirtiyi adet edinecektir. Hedefi aynı kaldığı müddetçe bunun peşinden gitmeye devam etmek zorundadır. Şaşırtıcı derecede hızlı bir şekilde belirtilerini bırakıp bir an bile tereddüt etmeden yenilerine tutunabilen nevrotikler bulunmaktadır. Nevroz konusunda ustalaşırlar ve sürekli olarak repertuarlarını genişletirler. Psikoterapi hakkında bir kitap okumak bu tiplere henüz deneme imkânı bulamadıkları başka sinir bozuklukları önerecektir. Her zaman asıl aramamız gereken şey belirtinin benimsediği amaç ile bu amacın genel anlamda üstünlük hedefiyle uyumluluğu olmalıdır.
Sınıfıma bir merdiven getirip üstüne tırmandığımı ve tahtanın tepesine tünediğimi düşünün. Beni bu şekilde gören herhangi biri muhtemelen “Doktor Adler hakikaten delirmiş,” diye düşünürdü. Merdivenin ne için olduğunu, neden ona tırmandığımı ya da neden böyle tuhaf bir pozisyonda oturduğumu asla bilmeyeceklerdir. Ancak “Tahtanın üstünde oturmak istiyor çünkü diğer insanlardan daha yüksekte olmadığında kendisini aşağılık hissediyor. Ancak sınıfa yukarıdan baktığında kendisini güvende hissediyor,” diyebilselerdi o kadar de deli olmadığımı düşüneceklerdi. Somut hedefime ulaşmak için mükemmel bir yol seçmiş olurdum. Merdiven artık çok mantıklı bir araç olarak görünürdü ve üzerine tırmanma çabalarım çok iyi planlanmış ve uygulanmış gibi olurdu. Sadece tek bir durumda, üstünlüğü yorumlamam konusunda delirmiş olurdum. Şayet somut hedefimin kötü bir şekilde seçildiğine ikna olabilseydim o zaman eylemimi değiştirebilirdim. Ancak şayet hedefim aynı kalsaydı ve merdiven götürülmüş olsaydı o zaman bir sandalye kullanarak yeniden denerdim. Eğer sandalye alınmış olsaydı o zaman da zıplayarak ve tahtanın üstüne sarılıp kendimi yukarı çekerek neler yapabileceğime bakardım. Her nevrotik için durum aynıdır; araç seçiminde hiçbir hataları yoktur, seçimleri eleştirilemez. Geliştirebileceğimiz tek şey somut hedefidir. Hedefin değişmesiyle zihinsel alışkanlıklar ve tavırlar da değişir. Artık eski alışkanlıklara ya da tavırlara ihtiyacı yoktur, yeni hedefine uygun yeni alışkanlıkları ile tavırları eskilerinin yerini alacaktır.
Otuz yaşlarında endişeli ve arkadaş edinmede sorun yaşayan bir kadından örnek vereyim. Meslek sorunu hakkında hiçbir ilerleme gösterememekte ve sonuç olarak ailesi için hâlâ bir yük olmaktadır. Stenograf ya da sekreter olarak arada sırada küçük işler edinebilmektedir ancak acınası bir alınyazısı yüzünden işverenleri her seferinde ona kur yapmakta ve onu işten ayrılmak zorunda kalacağı konusunda korkutmaktadır. Bununla birlikte bir keresinde işvereninin kendisiyle pek ilgilenmediği bir iş bulmuş. Kendini o kadar aşağılanmış hissetmiş ki oradan ayrılmak zorunda kalmış. Uzun süre (sanırım sekiz yıl boyunca) psikolojik tedavi görmüş ancak kanımca tedavisi onu girişken biri kılmada ya da geçimini kazanabileceği bir konuma getirmede başarılı olmamış.
Onu gördüğümde çocukluğunun ilk yıllarına giderek yaşam tarzının izini sürdüm. Çocuğu anlamayı öğrenmeyen hiç kimse yetişkin bir bireyi anlayamaz. Ailesinde en küçük çocukmuş, çok güzelmiş ve inanılmaz derecede şımartılmıştı. Ebeveynlerinin durumu o zamanlar çok iyiymiş ve bir şeyleri elde etmek için sadece dilemesi yeterliymiş. Bunları duyduğumda “Neden bir prenses gibi yetiştirildin?” diye sordum. “Bu tuhaf,” dedi, “Herkes bana prenses derdi.” Ona hatırladığı ilk anısını sordum. “Evden dışarı çıktığımı ve bazı çocukların oyun oynadığını gördüğümü hatırlıyorum. Arada bir zıplayıp ‘Cadı geliyor,’ diye bağırdıklarında çok korktum ve eve geri döndüğümde bizimle yaşayan bir kadına cadıların gerçek olup olmadığını sordum. O da bana ‘Evet, cadılar, hırsızlar ve soyguncular var. Ve senin peşine düşecekler,’ dedi.” Bundan evde yalnız bırakılmaktan korktuğunu ve korkusunu bütün yaşam tarzında yansıttığını anlayabiliriz. Kendini evden ayrılacak kadar güçlü hissetmemiş ve evdekiler de her şekilde onu destekleyip ona bakmak zorunda kalmış. Çocukluğuna dair bir başka hatırası ise şöyleymiş: “Bir piyano hocam vardı, bir erkek. Günün birinde beni öpmeye kalktı. Piyano çalmayı bırakıp annemin yanına gittim ve ona anlattım. Artık piyano çalmayı hiç istemiyordum.” Burada yine kendisiyle erkekler arasına büyük bir mesafe koyacak şekilde eğitildiğini görebiliyoruz. Böylece cinsel gelişimi kendisini aşka karşı koruma hedefine uygun düşmektedir. Artık âşık olmayı bir zayıflık olarak görmektedir. Burada belirtmem gerekir ki çoğu insan âşık olduğunda zayıf hisseder. Belli bir dereceye kadar haklıdırlar. Eğer âşık olduysak nazik olmamız gerekir ve bir başka insana olan ilgimiz bizi huzursuzluğa açık duruma getirir. Aşkın karşılıklı bağımlılığından kaçınabilecek olan kişi üstünlük kurma hedefi “Asla zayıf olmamalıyım, asla korunmasız kalmamalıyım,” olan bireydir. Böyleleri kendilerini aşktan uzak duracak şekilde eğitirler ve aşk için de yeterince iyi bir şekilde hazırlıklı değillerdir. Çoğu kez kendilerini âşık olma tehlikesinde hissettiklerinde durumu dalga geçecek bir hale çevirirler. Gülüp şakalaşırlar ve kendilerini tehlikede hissettikleri kişiye takılırlar. Böylelikle zayıflık hislerinden kurtulmaya çalışırlar.
Bu kız, aşk ve evliliği düşündüğünde zayıf hisseder. Sonuç olarak çalıştığı yerlerde erkekler kendisine kur yaptığında olması gerektiğinden çok daha güçlü bir şekilde etkilenmekteydi. Bu durumdaa kaçmaktan başka bir çare bulamıyordu. Bir yandan bu tip sorunlarla yüzleşirken annesi ile babası vefat etmiş ve saltanatı neredeyse sona ermiş. Gelip kendisiyle ilgilenecek akrabalar bulmuş ancak konumu artık pek de o kadar memnun edici değilmiş. Bir süre sonra akrabaları ondan bezmiş ve ihtiyaç duyduğunu hissettiği