Название | Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler |
---|---|
Автор произведения | Mikâil Bayram |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-92-0 |
Moğolların Anadolu’yu işgalinden sonra Türkmenlerin Moğol iktidarına karşı direnmeleri sonucu Moğollar, o dönemde Türkmen halkı organize eden şeyhler ve fikir adamlarına karşı amansız bir mücadele başlatmışlardı. Türkmenlerin ellerinde bulunan tekke, medrese, iş yeri gibi müesseseleri ellerinden alınarak onlara muhalif olan Mevlana ve etrafındakilerin hizmetine veriyorlardı. Bu dönemde (1260-1350) pek çok Türkmen, Ahi, şeyh ve dervişlerin ya katledildikleri ya da ülke dışına sürüldükleri görülmektedir. İşte bu yüzden “Evhadiyye” tarikatı ve Evhadüddin’in yarattığı fikir hareketi Anadolu’da yaşama ve devam etme imkânı bulamamıştır. Ahi Evren, Tapduk Emre, Yunus Emre ve daha birçok Türkmen ileri gelenleri bu fikir akımının mümessilleri oldukları için tarihin karanlıklarında unutulmaya mahkûm edilmişlerdir.
Kırşehir ve Suluca Karahöyük’te (Bugünkü Hacıbektaş ilçesi) bulunan Hacı Bektaş-ı Horasânî tasavvufi meşrep bakımından Ahilerden farklı değildir. Bu bakımdan onun da dostu ve gönüldaşı Ahi Evren gibi Mevlana ve çevresi ile arasının iyi olmadığı görülmektedir. Eflâkî, Mevlana ile Hacı Bektaş arasındaki muhalefeti kısmen yansıtmaktadır.91 Buna karşılık Sadreddin-i Konevî ile aralarında muhabbet bulunmaktadır. Konevî ile defaatle görüştükleri de Velâyetnâme’de anlatılmaktadır. İbn Bibi Konevî’nin bir defasında Kırşehir’e gittiğini yazmaktadır.92 Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın, halifelerinden Pir Ebi’yi Konya’ya gönderdiği nakledilmektedir.93 Pir Ebi’nin hanikâhı, bugün kendi adı ile anılan caminin bulunduğu yerdeydi.
Hacı Bektaş-ı Horasânî ve halifeleri “Türkmen Meşâyih Taifesi” (Tabakât-ı Meşâyih-i Etrâk) diye anılıyorlardı. Bunlar da “Evhadiyye” tarikatı mensupları gibi “seyr-i süluk-i afaki” metodu uygulayarak eğitim ve öğretimlerini sürdürüyorladı. Bunların Fakih Ahmed’e (1221) bağlılıkları vardı. Konya’da Türkmen çevrelerde tanınan şeyhlerden biri de Bahâüddin Toğan’dır. Hacı Bektaş ile ilgisi bulunduğu anlaşılan bu zatın Sadreddin-i Konevî’ye yazdığı iki mektubu günümüze gelmiştir.94 Konevî’nin ona saygı duyması ve bilgisine başvurması onun bilgili bir zat olduğunu göstermektedir.
Genel olarak Hacı Bektaş ve diğer Türkmen şeyhlerin Sadreddin Konevî’ye muhabbet ve bağlılıkları vardı. Nitekim Tarihçi Aksaraylı Kerîmüddin Mahmud, Türkmen şeyhlerin kendilerini Konevî’ye nispet etmeye çalıştıklarını yazmaktadır. Bu bakımdan Konya’daki Hacı Bektaş’ın halife ve öğrencileri hem S. Konevî ile hem Ahi Evren Hace Nasîrüddin ve yakınları ile fikrî ve gönül birliktelikleri bulunmaktadır. Konya’daki Ali-i Gav Hanikâhı da başlangıçta Bektaşilerin elindeydi. Bilahare Moğollar tarafından Bektaşilerden alınıp Kalenderîlere verilmiştir.
Anadolu Selçukluları zamanında, Anadolu’nun muhtelif yörelerinde köy köy, kasaba kasaba dolaşan ve kendilerine Cavlakî denilen Kalenderî dervişler bulunmaktaydı. Bunlar genel olarak tufeyli (asalak) idiler. Ellerinde keşkül, bellerinde zembil halk arasında gezerek ve dilenerek geçiniyorlardı. Kendilerine şiş batırarak ateşle oynayarak harikuladelikler sergileyerek halkın ilgisini çekiyorlardı. Saç, sakal ve kaşları tıraşlı olan bu dervişler giyim kuşam olarak da değişik bir görünüm içindelerdi. XIV. asırda ortaya çıkan Baraklı dervişler de Kalenderlerden çok farklı değillerdi.
Mevlana’nın hocası olan ve Mevlana üzerinde derin bir etki yaratarak meşhur olan Şemsüddin Muhammed b. Melikdad et-Tebrizî, yani Şems-i Tebrizî de Kalenderî, diğer adıyla Cavlaki idi.95 Bunların lideri Şam’da bulunan Şeyh Cemâleddin-i Sâvî idi. Anadolu’da da çok etkililerdi. Konya’da da karargâhları vardı. Konya’daki karargâhları Cumhuriyet İlkokulu civarında bugün Kalender Cami denilen yerdeydi. Konya’daki liderleri olan Şeyh Osman-ı Rumî’nin türbesi de buradadır. Bu Şeyh Osman Şam’dan gelmişti. 715 (1315) yılında Kâhta’da kadı olan İbnü’s-Serrac’ın bildirdiğine göre Konya’da 40 sene kadılık yapmış olan Siraceddin Urmevî (682/1283) bir defasında sur dışındaki Kalenderî dervişlerin şeyhi olan zatın yanına gitmiş, Siraceddin-i Urmevî, o zatın kerametlerini görmüş ve onların hakkaniyetine şehadet etmiştir.96 Burada bahsi geçen sur dışındaki Kalenderî dervişler Konya’da Kesikbaş, Kalender Baba ve Ulaş Baba diye anılan zatların türbeleridir. Bugün Kalenderhane denilen mahalle Kalenderî dervişlerin ikamet ettikleri bölge idi. (Bk. Burada Levha, XVII.) Bu Kalenderî dervişler Hululi inanca sahiptiler. Allah’ın eşya ve insanlara hulul ederek belli bir surete ve kalıba girdiğine inanıyorlardı. Bu inanış Mecusilikten gelmektedir. İran kökenli bazı sufilerde bu Mecusi eğilimlerin kuvvetli olduğu görülür.
Tasavvuf tarihinde ilk büyük ve etkili Hulûliyeci Hüseyin b. Mansur el-Hallâc’dır. Bu felsefe Allah’ın varlıklara ve insana hulul ettiği inancına dayanmaktadır. Hüseyin b. Mansur el-Hallâc o çok meşhur olmuş “Ene’l-Hak”. (Ben Hakk’ım.) sözünü derken bu felsefesini ifade etmektedir. Keza Bâyezid-i Bistâmî, “Cübbemin içinde Allah’tan gayrı nesne yoktur.” derken gene bu hulul felsefesini dile getirmektedir. Yani Allah’ın kendisine hulul etmiş olduğunu ifade etmektedir. Şems-i Tebrizî’nin de Hulûliyye mezhebinden bir mutasavvıf olduğu anlaşılmaktadır.
Hulûli fikirler genel olarak aşk ve şiire zengin malzeme ihtiva eder. Bu düşüncede olan âşık, sevgilisinin farklı ve cazip görüntüleri ile buluşur. Onun için Şems’in hulûli fikirleri, bir anda Mevlana’yı cezbetmiş ve celbetmiş, dünyasını değiştirmiş ve onda şafak doğmasına vesile olmuştur. Mevlana’daki o zengin ve yüksek hayal gücünün kaynağı buraya dayanmaktadır. Bu felsefi boyutun Mevlana’nın yaradılışından kaynaklanan özel kabiliyeti ile buluşması onu şiir dünyasına götürmüştür. Onun için Şems’in öldürülmesinden sonra Mevlana Şam’a gitmiş ve orada Şems’in şeyhi ve hocası olan Kalenderî şeyhi Şeyh Cemâlüddin-i Savî’nin talebelerinin bulunduğu çevre ile temas kurmuş olmalıdır. Hulûli fikirlere sahip olan şeyh ve dervişler Şems’ten sonra Anadolu’da faaliyet göstermektelerdi. Ebû Bekr-i Niksârî, Şeyh Osman-ı Rumî bunlardandı. Mevlana’nın bunlarla ilgisi de devam etmiştir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Şems-i Tebrizî’ye bağlı olmalarından dolayı kendilerine “Şemsî” denilen dervişler Anadolu’da yaygınlardı. Abdu’l-Vahid Çelebi Menâkıb-ı Hâce-i Cihan ve Netice-i Can adlı eserinde97 onları anlatmaktadır.
Eflâkî, Şems’in öldürülmesinin sebepleri arasında bardağı taşıran son damla olarak zikrettiği olaydan anladığımıza göre Şems, Nasîrüddin’in yani Ahi Evren’in tekkesinde bulunmuş, orada araştırma ve nakle dayanan ilmî konuşmalar olmuş, Şems de onlara karşı: “Ne zamana kadar şundan bundan rivayet edip övünecek ve atsız eyere binip erlerin meydanında koşacaksınız? İçinizde, kalbim bana şu haberi veriyor diyecek kimse yok mu? Ve ne zamana kadar başkasının asasıyla yürüyeceksiniz?” demiş ve orada bulunanların tepkisiyle karşılaşmıştır.
91
92
93
Hacıbektaş İlçe Halk Ktp. No. 200, yp. 202a.
94
Bk. Konya Mevlana Müzesi Ktp, No. 1633’teki mecmua.
95
A. Gölpınarlı,
96
97
Bu eserin değerli bir nüshası Selçuk Merkez Kütüphanesi’nde bulunuyor.