Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar. Mükerrem Kâmil Su

Читать онлайн.
Название Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar
Автор произведения Mükerrem Kâmil Su
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-81-5



Скачать книгу

çizgili yüzü ve şeytani bir gülüş gizleyen dudakları onu birden ilahileştiriveriyordu. Birkaç masadan davet edildiler. Nahide’nin her adımında, birçok kalbe basıp geçen bir kudret vardı. Ağır ağır, beğenildiğinden, sevildiğinden, salonun en üstünlerinden biri olduğundan emin, sağına soluna selamlar vererek arkadaşı ile beraber masaya yerleşti. Babası ve arkadaşı ile konuşurken gözlerinin derinlerinde sonsuz sevgi pırıltıları çakıp sönüyor; dudakları en yumuşak çizgilerle hareket ederek gayet tatlı ve cana yakın şeyler söylediği anlaşılıyordu.

      Sermet, boğazına bir şeyler tıkandığını, renginin solduğunu, konuşmak için ağzını açacak olsa titreyen sesi ile bir şey söylemeye muvaffak olamayacağını hissediyordu. Yanında oturan arkadaşı, salondaki muhtelit11 gruplarla alakadar olduğu için onun ne hâle girdiğini pek fark etmiş görünmüyordu.

      Baloda, Sermet’in bir zamanlar o kadar ehemmiyet verdiği, içlerinden biri ile belki bir gün evlenmeye muvaffak olacağını sandığı kızlar da vardı. Yıldız beline kadar gayet dar, belinden aşağı alabildiğine geniş ve kabarık, pembe taftadan bir tuvalet giymişti. Genç, dik göğsü, düzgün beyaz kolları, sempatik hareketleri birçok gencin bakışlarını üstüne çekiyordu. Altın renkli saçlarını kalın bir örgü hâlinde başının üstüne dolamış, kulaklarının arkasından ensesini boydan boya küçük buklelerle kapamıştı. Başı, arkadan bakıldığı zaman, iri bir kayısı gülünü andırıyordu. Önden kalın örgüsü yüzüne ihtiraslı bir kadın ifadesi veriyor, küçük pembe kulaklarını iki damla gözyaşı gibi bir çift inci küpe öpüyordu. Durmadan dans ediyordu. Genç subayların birçoğu ayın etrafında dolanan hale gibi etrafını sarmışlardı. Dururken narin bir bibloyu, dans ederken yaldızı ellerde kalacakmış gibi esatirî görünen bir kelebeği andırıyordu.

      Sermet, ötekine bakmamak için, birçok bakışları üstünde toplayan minyon kıza bakıyordu. Oya, kalabalık bir öğretmen grubu içinde oturuyordu. Giyinişi şatafatlı değildi. Bu gece biraz durgundu. Yanı başındaki masada ailesi ile oturan Vacide’ye dönerek ara sıra onunla konuşuyordu.

      Sermet bir zamanlar beğenmiş, hatta bir gün belki de seveceğini ummuş olduğu kızlara baktıkça ağlamak istiyordu. Onlardan birine bağlanmış olsaydı şimdi böyle, dünyanın en taşınmaz yükünü sırtına almış gibi yorgun ve bezgin, bir köşeye sinmeyecekti. Dümdüz bir akışı olan hayatını meşum bir tesadüfle bulandırmış, pek vakitsiz hayatı kendine zindan etmişti.

      Şimdi herkes, hoş, zarif, güzel ve sempatik her genç kız onun yanında sönük kalmaktan kendini kurtaramıyordu. Bunun niçin böyle olduğunu, her zamanki gibi yine düşünüyordu. Sevdiği, bu defa yürekten sevdiği, hakiki aşkın ne demek olduğunu tanıdığı için mi böyle idi? Nahide’de gördüğü harikuladelik nereden geliyordu? Etrafına dikkat ediyordu. Masalarının yanında gittikçe genişleyen halkalardaki erkeklerin birçoğu onunla alakadardı. Ona bir selam verebilmek, tatlı bakışlı gözlerini bir defacık yüzlerinde hissetmek için dikkatlerini son haddine kadar onun başında toplayanlar göze çarpıyordu.

      Galip Bey, tanınmış bir avukat olan balo komiseri ile hararetli hararetli konuşuyordu. Nahide ile Afet az konuşuyorlardı. Fakat arada bir başlarını yekdiğerine çevirdikleri zaman, kendilerine birçok şey ifade ettiği belli olan bakışlarla anlaşıveriyorlardı. Nahide kumral arkadaşına bakar ve bir şey söylerken masum bir çocuk, nazlı, narin bir genç kız manasını alıyordu. Genç arkadaşını sevdiği kadar saydığı da aşikârdı.

      Mahir, karşılarındaki masa ile pek fazla alakadar olan arkadaşına, salonda toplanan grupları ayrı ayrı tanıtmak istiyordu:

      “İlerideki masaya dikkat et Sermet. Oksijenle sarartılmış saçlarını iri buklelerle başında toplayan şu sarışın kadına bak. Yanındaki incecik kızın annesidir. Doğrusu çok zarif giyiniyor. Hoşsohbet olduğu belli. Çünkü masası daima kalabalıktır. Yalnız, dansa kalktığı zaman siniri tutar. Müthiş gülmeye başlar; o kadar ki kavalyesini ortada bırakıp kaçmak mecburiyetinde kalır. Şimdi sen de görürsün ya.”

      “Kızın yüzü çok güzel. Su kıyılarında açan çiçekler gibi. Lakin pek zayıf.”

      “Elbet zayıf olacak. Hangi toplantıya gelsem onu da görüyorum. Geç vakitlere kadar uykusuz kalır, durmadan dans ederse tabii böyle olur.”

      “Kabahat ailesinde, getirmesinler.”

      “Bizde buna maalesef birçok aile dikkat etmiyor. Bana kalırsa bu kız henüz bir ortaokul talebesidir.”

      “Talebe olsa baloya gelemez.”

      “Talebe olmasa da o çağda ya, sen ona bak. Vakitsiz sosyeteye atılmış demektir. Lakin Mahir, beni dedikoduya alıştırıyorsun. Niçin bize ait olmayan şeylere burnumuzu sokuyoruz?”

      “Öteki masadan biraz alakanı kesesin diye. Yanındaki masalara bir baksana. Deminden beri sana dikkat ediyorlar. Nahide’ye yiyecek gibi baktığının farkında olmadıklarını mı sanıyorsun?”

      “Tabii. Aralarındaki genç kızları bırakıp bir genç kadınla alakadar olmak günahtır da ondan.”

      “Elinden gelse dört tarafa duvar çekeceksin. Mamafih mazursun. Âşık, âlemi kör sanırmış ama ortada fol yok, yumurta yok.”

      “Belki bir gün çok şey olacak!”

      Nahide’nin arkadaşı, ondan boylu, esmer bir gençle dansa kalkmıştı. Mahir, Afet’i çok beğeniyordu.

      “Enfes kadın doğrusu!” dedi. “Şahane bir güzelliği var. Sesi de öyle tahrik edicidir ki… Bir defa dinlemek şerefine nail oldum. Şu Denizkızı Eftalya için deli divane olan çoktur ya. Afet Hanım’ı bir kere dinlemiş olsalar, başka bir kadın sesini beğenmelerine pek imkân olmaz sanırım.”

      “Ben de dinlemek isterdim.”

      “Ötekinin arkadaşı olduğu için tanışmak isterim, de, daha doğru.”

      “Öyle de kabul edebilirsin.”

      “Hani kaçmak, karşılaşmamak istiyordun?”

      “Ümitsiz aşkların arkasından gelecek ızdıraba göğüs vermekten ürken insanlar kaçmayı tercih ederler. Ben aksini yapacağım artık.”

      “O kadar cesursun demek. Nefsine itimadın yerinde.”

      “Belki de dediğin gibi bu, bir cesaret meselesidir. Sonu nereye varırsa varsın ona yaklaşacağım.”

      “Haydi gel öyleyse, masasına gidelim.”

      Sermet yine sarardı. Arkadaşının alay ettiğini sanmıştı. Mahir o kadar ısrar ediyordu ki, nihayet kalbinin binbir şekle giren çarpışları içinde ona doğru sürüklendiğini fark etti.

      Caz durmuştu. Masaya dönen Afet Hanımefendi’ye Sermet’i takdim ettiler, aralarında hararetli bir konuşma başladı. Sermet dalgın ve perişan, bakışları gelişigüzel köşelerde dolaşarak susuyordu.

      Nahide, ruhların örtüsünü dalgalandıran kendine mahsus gayet nefis, tahrik edici kokusu, düşünürken de konuşan kaşları ve binbir cihan yaratan gözleri ile o kadar yakında idi ki… Saçlarının arasına iliştirdiği için daha güzel olan siyah gül, siyah tuvalet, siyah atlas iskarpinler ve gayet zarif bir çanta. Hep siyah. Sermet Göğsü açık olup da siyah kadife bir bantla boynunu sarmış olsaydı ne kadar Anna Karenin’e benzeyecekti! diye düşündü. Bir aralık Sermet’ten tarafa dönerek yumuşak bir sesle “Hiç konuşmuyorsunuz.” dedi. “Sıkılıyorsunuz galiba!”

      Genç adamın ürkek bakışlı yeşil gözleri Nahide’nin siyah uçurumlar gibi koyulaşan, derinleşen, baş döndüren gözlerine dikildi:

      “Dinliyorum.”

      “Bazı



<p>11</p>

Muhtelit: Karma, karışık. (e.n.)