Название | Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5 |
---|---|
Автор произведения | Артур Конан Дойл |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6485-22-8 |
“Bir dakika…” dedi, “Bunları konuşmak için kendini hazır hissediyor musun? Gereksiz bir gösteriyle tekrar ortaya çıkarak sana ciddi bir şok yaşattım.”
“Ben iyiyim. Ama gerçekten Holmes, hâlâ gözlerime inanamıyorum! Tanrı’m! Senin tekrar çalışma odamı ziyaret edeceğine hayatta inanmazdım!” Onu yine kolundan yakaladım ve o ince ama güçlü kolu hissettim. “Her neyse, bir hayalet olmadığını anladım artık.” dedim, “Sevgili dostum, seni gördüğüme ne kadar sevindim. Lütfen oturup o korkunç uçurumdan nasıl sağ çıktığını bana anlat.”
Karşıma geçip oturdu ve her zamanki kayıtsız tavırlarıyla piposunu yaktı. Üstünde hâlâ kitapçının hırpani paltosu vardı. Beyaz saç ve eski kitaplar bir yığın hâlinde masanın üzerinde duruyordu. Holmes eskisinden daha zayıf görünüyordu. Solgun yüzünün her zamankinden daha beyaz oluşu, onun çok da sağlıklı bir hayat sürmediğini gösteriyordu.
“Böyle gerilebildiğim için çok mutluyum Watson.” dedi, “Uzun boylu bir insanın saatler boyunca kısa adam rolüne bürünmesi hiç de kolay değil. Şimdi sevgili dostum, sana anlatacaklarımın dışında, önümüzde çok tehlikeli bir iş var bu gece, senin yardımlarını rica edeceğim. Yaşadıklarımı işimizi bitirdikten sonra sana anlatsam daha iyi olacak sanırım.”
“Beni merakta bırakıyorsun. Şimdi dinlemek isterim.”
“Bu gece benimle gelecek misin?”
“Ne zaman istersen ve nereye istersen gelirim.”
“Bu tam eski günlerdeki gibi oldu. Gitmeden önce bir şeyler yemek için zamanımız olacak. Pekâlâ, şimdilik şu uçuruma dönelim o zaman. Oradan çıkmakta hiç zorlanmadım; çünkü zaten oraya hiç düşmemiştim.”
“Hiç düşmedin mi?”
“Hayır Watson, hiç düşmedim. Sana yazdığım not gerçekti. O dar yolda Profesör Moriarty’nin o sinsi silüetini gördüğüm anda kariyerimin sonuna geldiğime az da olsa kanaat getirmiştim. Gri gözlerindeki merhametsizliği okuyabiliyordum. Onunla biraz konuştuktan sonra, sana bıraktığım o kısa notu yazmak için kendisinden kibarca izin istedim. Notu, sigara tabakamla birlikte değneğimin yanına bıraktıktan sonra, Moriarty peşimde, yolda yürümeye başladım. Yolun sonuna yaklaştığımda tetikte beklemekteydim. Silahını çekmedi, bana doğru koşarak uzun kollarıyla üzerime atıldı. Oyununun bittiğini anlamıştı ve artık tek amacı, benden intikam almaktı. Şelalenin kıyısında boğuşmaya başladık. Bir Japon güreşi olan baritsudan biraz anlarım ve gerektiğinde çok faydasını görmüşümdür. Hemen onun pençelerinden kurtuldum ve o, korkunç bir çığlıkla birkaç saniye debelenip iki eliyle havayı tırmaladı. Ancak tüm çabalarına rağmen dengede duramayıp aşağı düştü. Peşinden aşağıya bakıp o uzun mesafe boyunca onu düşerken izledim. Bir kayaya çarptı ve doğruca suya gömüldü.”
Holmes sigarasını içerken ben de hayretler içinde onun hikâyesini dinliyordum.
“Ama ayak izleri!” diye bağırdım, “İki kişinin yolun sonuna kadar gittiğini ama geri dönmediğini gösteren izleri kendi gözlerimle gördüm!”
“Durum şöyle gelişti: Profesör gözden kaybolur kaybolmaz, kaderin bana ne kadar büyük bir şans sunduğunu fark ettim. Beni öldürmeye yemin edenin bir tek Moriarty olmadığını biliyordum. Liderlerinin ölümüyle benden intikam almak isteyecek en az üç kişi daha tanıyordum. Hepsi çok tehlikeli adamlardı. Biri olmazsa diğeri beni mutlaka yakalardı. Diğer taraftan, eğer tüm dünya benim öldüğüme inanırsa o zaman onlar daha rahat hareket ederlerdi. Bunun sonucunda mutlaka bir açık vereceklerdi ve ben de onları daha kolay bertaraf edecektim. Bu işi bitirdikten sonra ise yaşadığımı daha kolay ilan edecektim. İnsan beyni o kadar çabuk düşünebiliyor ki sanıyorum Profesör Moriarty, Reichenbach Şelaleleri’nin dibine varmadan bunların hepsini planlayabilmiştim.
Neyse ayağa kalkıp arkamdaki kayalık geçidi inceledim. Benim de birkaç ay sonra okuduğum hikâyende duvarın pürüzsüz olduğunu belirtmişsin ama bu tam olarak doğru değildi. Ayağımı koyabileceğim birkaç yer ve daha da yukarıda büyükçe bir çıkıntı olduğunu gördüm. Yamaç o kadar yüksekti ki tırmanmanın imkânı yoktu ve iz bırakmadan ıslak yolda yürümek de bir o kadar imkânsızdı. Bu durumda, daha önce de yaptığım gibi çizmelerimi ters giyebilirdim tabii ama aynı yöne giden üç ayak izi işin içinde hile olduğunu belli ederdi. Bu durumda en çıkar yolun tırmanmak olduğuna karar verdim. Pek kolay bir şey değildi bu Watson. Şelale altımda kükrüyordu. Hayalci bir insan değilimdir ama Moriarty’nin çığlıklarını aşağıdan duyuyor gibiydim sanki. Yapacağım bir hata ölümcül olacaktı. Tutunduğum otlar pek çok kez elimde kalırken ayaklarımın kayanın ıslak zemininde kaydığı oldu ve o anlarda işimin biteceğini sandım. Ama her şeye rağmen tırmanmaya devam ettim ve sonunda birkaç metre genişliğinde, yumuşak yeşil yosunlarla kaplı bir çıkıntıya ulaştım. Orada görünmeden, rahatça saklanabilirdim. Sen, sevgili dostum Watson, diğerleriyle birlikte cinayet yerini iyi niyetli ama yetersiz bir şekilde incelerken ben yukarıdan sizi izliyordum.
Neyse sonunda, siz o kaçınılmaz ve her açıdan yanlış kararınızı verip otele dönünce ben de yalnız kaldım. Maceralarımın sonuna geldiğimi düşünmeye başlamıştım ki beklenmedik bir olay, bana hâlâ sürprizlerin olabileceğini göstermeye yetti. Yukarıdan düşen büyük bir kaya parçası tam önümden geçti, yola çarptı ve oradan doğruca uçuruma düştü. Bir an için bunun bir kaza olduğunu düşündüm ama bir dakika sonra yukarı baktığımda, kararmakta olan havaya rağmen bir adamın başını seçebildim. Sonra benim bir fit uzağıma, bulunduğum çıkıntıya bir kez daha bir kaya parçası düştü. Tabii, bunun ne demek olduğu belliydi… Moriarty yalnız değilmiş. Bir suç ortağı, profesör bana saldırırken nöbet tutmuş. Onu bir anlık görüşümle bile ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu anladım. Benim onu göremeyeceğim bir mesafeden arkadaşının ölümüne ve benim kaçışıma şahitlik etmişti. Beklemişti, sonra da yamacın en tepesine çıkmıştı, arkadaşının başaramadığını başarmak niyetindeydi.
Ne yapacağımı düşünmek için pek vaktim yoktu Watson. Yine o zalim yüzü aşağı bakarken gördüm ve bunun, yeni bir kaya parçasının müjdecisi olduğunu anladım. Hızla patikaya geri dönmek için aşağıya inmeye başladım. Bunu soğukkanlı bir şekilde yapabileceğimi sanmıyordum. Bu, yukarı tırmanmaktan yüz kere daha zordu ama tehlikesini düşünecek pek vaktim yoktu; çünkü çıkıntıda ellerimle tutunurken bir kaya parçası daha hızla yanımdan geçti. Yarı yolda kaydım; ama Tanrı’ya şükür yara bere içinde de olsa yere inmeyi başardım. Hemen tabanları yağlayarak karanlıkta dağları geçtim ve bir hafta sonra kendimi Floransa’da buldum. Artık hiç kimse bana ne olduğunu bilmeyecekti.
Bir tane sırdaşım vardı, o da ağabeyim Mycroft’tu. Sana özür borcum var, sevgili Watson ama benim ölmüş olduğumu düşünmeniz çok önemliydi, hem benim talihsiz sonumun doğru olmadığını bilseydin bu kadar inandırıcı bir hikâye yazamayacağından emindim. Son üç yıldır sana yazmak için birkaç defa kalemi elime aldım; ama bana olan sevginden dolayı dayanamayıp boşboğazlık ederek sırrıma ihanet edeceğinden korktum. Onun için bu akşam kitaplarımı düşürdüğünde senden hemen uzaklaştım; çünkü o an tehlikedeydim ve senin göstereceğin herhangi bir şaşkınlık ya da duygusallık, benim gerçek kimliğimi ortaya çıkarabilirdi. Bu da acıklı ve onarılamaz sonuçlar doğururdu. Mycroft’a gelince; ihtiyacım olan parayı alabilmek için ona güvenmek zorundaydım. Londra’daki olaylar ümit ettiğim kadar iyi gitmemişti; çünkü Moriarty’nin suç örgütünün mahkemesi, onun en tehlikeli iki adamını ve benim en kindar düşmanlarımı serbest bırakmıştı. İki yıl Tibet’te