Название | Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt |
---|---|
Автор произведения | Ahmet Cevdet Paşa |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6865-40-2 |
Resul-ü Ekrem emretti. Ölen Kureyş reislerinin cesetleri bir kuyu içine atıldı fakat Ümeyye bin Halef zırhının içinde şişmiş olduğundan, olduğu yerde üzerine taş ve toprak atılarak örtüldü. Diğer cesetler de şurada burada gömüldü.
Resul-ü Ekrem bu zaferi müjdelemek üzere Zeyd bin Harise’yi Medine’ye gönderdi. O da varıp Medinelilere müjdeyi verdi. O sırada ise Resul-ü Ekrem’in kızı Rukuyye (r.a.) ölmüştü. Hz. Zeyd’in Medine’ye varışında yeni gömülmüş olduğundan, Medine’de bulunan Müslümanlar keder içindeydiler.
Esirlerin kaçmaması için Hz. Ömer, onları bağlamaya memur olmuştu. Hepsinin büyüğü olan Abbas’ı çok sıkı bağlamış olduğundan, gece inlerdi. Resul-ü Ekrem’in, o gece amcasının iniltisine üzüldüğü için gözüne uyku girmedi. Ensar, Resul-ü Ekrem’in asla rahatsız olmasını istemediklerinden, gece uykusuz kaldığını işitir işitmez, bazıları gelip Abbas’ın bağlarını çözdüler ve karşılıksız olarak serbest bırakılmasını istediler. Hâlbuki esirler hakkında ne türlü muamele edileceğine dair henüz vahiy gelmediğinden, bunlar hakkında rey ile karar vermek lazım geliyordu.
Rey ile olan işlerde ise ashaba danışmak Fahr-i Âlem’in sünneti idi. Danışma meclisinde herkes fikrini serbestçe söylerdi. Hele Hz. Ömer, vahye uymakta ne kadar sürat ve metanet gösterirse rey ile olacak işlerde de asla hatır ve gönüle bakmayıp çekinmeden fikrini söyler ve sözü keserdi. Çok kere fikrinde isabet ederdi. Birçok defa söylediği fikri, sonradan inen vahye uygun düşmüştü. Bunun için kendisine Ömerü’l-Faruk denilmiştir ki doğru ile yanlışın arasını tam olarak ayırt edici demektir.
Bu sefer de esirler hakkında ne yapmak lazım geleceğine dair Hazreti Peygamber ashabıyla görüşme yaptı. Şöyle ki: “Yüce Allah, sizi onlara galip edip zafer kazandırdı. Şimdi onların hakkında ne yapmak istersiniz?” diye sordu. Hazreti Ömerü’l-Faruk, “Ey Allah’ın elçisi! Hepsinin boynunu vuralım!” dedi. Sa’d bin Muaz da (r.a.) bu bu görüşe katıldı. Resul-ü Ekrem’in merhameti buna elvermediğinden, evvelki sualini tekrarladı. Hz. Ömer, “Ey Allah’ın elçisi! Onlar müşriklerin başlarıdır. Hepsinin boynunu vurmalı!” deyip kendi fikrinde ısrar ettiyse de Resul-ü Ekrem yine kabul buyurmadı.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir kalkıp, esirlerden bedel alınarak serbest bırakılmaları görüşünde bulundu. Resul-ü Ekrem de onun fikrini kabul edip, esirlerden dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti fakat Medine’ye giderken yolda Ukbe İbni Ebu Muit ile Nadr İbni Haris’i öldürttü.
Resul-ü Ekrem, Bedir’de üç gece kaldıktan sonra ordusu ile Medine’ye döndü. Esirler ve ganimet malları da beraberinde idi. Neccâroğullarından Abdullah İbni Ka’b, bu ganimet mallarını korumak üzere vazifelendirilmişti.
Kureyş kervanını aramaya memur olan Zeydoğulları Said ve Talha da (r.a.) etrafı tarayarak Medine’ye dönüşlerinde, Resul-ü Ekrem’in Bedir taraflarına gelişini öğrenerek o yöne koşuşmuşlar ve bu defa Resul-ü Ekrem dönüp de Medine’ye gelirken, yolda buluşup zaferini tebrik etmişlerdir.
Safra Boğazı’ndan çıkıldıktan sonra Resul-ü Ekrem, ganimet mallarını eşit bir şekilde ashaba bölüştürdü. Esirleri geride bırakıp Medine’ye gitti.
Resul-ü Ekrem’in Medine’den çıkmasıyla dönmesi arasında on dokuz gün geçmiştir. Bir gün sonra esirler de Medine’ye götürüldü ve Resul-ü Ekrem, onları ashabına dağıttı. “Onlara güzelce bakınız.” diye tembih etti. Bu suretle herkes kendi evindeki esire güzelce bakar, yeme ve içmesine çok dikkat ederdi.
Resul-ü Ekrem’in amcası Abbas İbni Abdül-Muttalib, haylice zengin bir kişiydi. Mekke’den çıkarken Ümmül-Fazl’a yani hanımına epeyce altın verip, “Ben muharebeye gidiyorum. Eğer bana bir hâl olursa bu altınlar seninle evladınındır.” demişti fakat bunu ikisinden başka kimse bilmiyordu. Bundan başka Abbas, askere sarf etmek üzere yanına da haylice altın almıştı ancak harp sırasında bu altınlar elinden alınmıştı.
Resul-ü Ekrem ise bu sefer ona, gerek kendisi için ve gerek kardeş çocukları olan Ukayl ve Nevfel için bedel vermesini emredince, muharebede elinden alınmış olan altınların bu bedellere karşılık sayılmasını talep ve rica etti. Resul-ü Ekrem de “Bizim aleyhimize kullanmak üzere taşıdığın altını sana bırakmayız.” diyerek onun bu ricasını kabul etmedi. Abbas, “Beni avuç açtırıp da dilendirecek misin?” dedi. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem, “Hani Ümmül-Fazl’a bıraktığın altınlar?” diye buyurdu.
Hâlbuki Abbas, o altınları karısına verirken yanında kimse yok idi. “Sana bunu kim haber verdi?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, “Rabb’im haber verdi.” diye buyurdu. Abbas da “Ben şehadet ederim ki sen her sözünde doğrusun.” diyerek hemen kelimeişehadet getirdi fakat bedeli affettiremeyip, diğer esirler gibi, belirlenen bedeli bulup vererek Mekke’ye döndü.
Belirtilen bedellerini Mekke’den getirterek ödeyen, Kureyş’in öteki reisleri de yavaş yavaş dönmeye başladı. Bedel vermeye gücü olmayıp da yazı yazmasını bilen esirler de ensardan onar çocuğa yazı öğretmek ve sonra serbestçe Mekke’ye gitmek üzere Medine’de alıkonuldu.
Mekke halkı arasında okuryazar çoktu, Medine halkı ise yazı yazmayı bilmiyordu. Bu suretle Medine’de de okuryazar kimseler çoğaldı. Bu sırada Resul-ü Ekrem’in kızı Zeyneb de (r.a.) kocası Ebu’l-As İbni Râbi’nin bedeli olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine’ye gönderdi.
Bu gerdanlığı ise Ebu’l-As’la evlendiği zaman boynuna, kadınların efendisi olan annesi Hz. Hatice takmıştı. Hz. Hatice’nin büyük kızına hediyesi olan gerdanlığın tellal elinde gezen şahlık mal gibi esirlik bedeli olarak meydana çıkması ashaba dokundu.
Resul-ü Ekrem de onu görünce çok duygulandı. “Uygun görürseniz Zeyneb’in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz.” diye buyurdu. Ashap da Ebu’l-As’ı bıraktılar ve gerdanlığı geri çevirdiler. Böylece Ebu’l-As bedelsiz olarak esirlikten kurtulup Mekke’ye gitmiştir fakat inkâr ve sapıklıkta ısrar ettiğinden, sonradan Zeyneb (r.a.) ondan ayrılıp Medine’ye hicret etmiştir.
Esirlerden Ebu İzzetü’l-Cümehi adlı meşhur şairin şiirinden başka sermayesi yoktu. Bundan sonra Müslümanlar aleyhinde bulunmamak şartıyla bedelsiz olarak salıverildi. Yine esirlerden Muttalib bin Hantab ile Saffiy İbni Rifa da böyle bedelsiz serbest bırakıldı.
Ramazanın sonlarında sadaka-i fıtır vermek vacip oldu ve Ramazan Bayramı’nda bayram namazı kılındı. Zekât vermek de bu sene farz oldu.
Yukarıda geçtiği gibi Bedir’de yenik düşen ve dağılan Kureyşlilerin yetmiş adamı öldürülmüş ve yetmiş kişisi esir edilmiş, geri kalan kılıç artıkları perişan olarak düşe kalka Mekke’ye gitmişlerdir. Ebu Süfyan da onlarla beraber Mekke’ye gitti. Ebu Leheb ile görüştüğünde Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fazl ve kölesi olup Müslüman olduğunu gizli tutan Ebu Râfi’nin de hazır bulunduğu bir toplantıda Ebu Leheb, Ebu Süfyan İbni Haris’e Bedir Harbi’ni sordu.
O da “Allah’a yemin ederim ki hiçbir şey değil. Yalnız biz Muhammedilerle karşılaştığımızda arkamızı onlara çevirdik. Dilediklerini