söylediğimde, “Hayır sen Maraşlısın.” dedi. “Şehsuvaroğlu, Dulkadiroğulları’ndandır. Ben de Dulkadiroğlu’yum.” dedi. Böylece bir başka sohbetimiz oldu. Üstat’ın üniversite gibi, siyasi parti gibi, bir örgüt başkanı gibi, bir radyo şefi gibi, bir yayın kurulu başkanı gibi, bir tekke gibi fonksiyonları gerçekten de o zaman ihtiyaç olan bir açılım sağladı. Bunu ne MTTB ne de MSP başarabilmişti. Bunu o aristokrat kimliği ile Necip Fazıl başardı. Fakat aristokrat olmakla birlikte ben ona 18 bin lira zarfa koydum götürdüm. Bir aristokrat zarfı açıp para saymamalıdır. Alıp çekmeceye atmalıdır. Bunun nitekim bir benzerini çok zengin bir iş adamı yaptı. Muhsin Başkan beni adamın evine gönderdi, ben de ondan bond çanta içinde 150 bin lira aldım, getirdim verdim. Başkan çantayı aldı bir kenara attı. “Saymayacak mısın?” dedim, saymadı. Üstat da 18 bini saydı. Saydıktan sonra, “Lütfullah, nerede bunun küsuratı?” dedi. Tabii daha önce muhatap olduğu akıncı gençlerden, MTTB’li gençlerden biri olsaydı, “Aman üstadım, yanlışlık oldu üstadım, yarın getiririm üstadım.” lafını duyardı. Ben parayı saymasına zaten bozulmuştum. O öfkeyle,
“