Название | Endülüs Emevileri ve Emevi Halifeleri |
---|---|
Автор произведения | Hasan Yılmaz |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-938-7 |
Halifenin hangi durumlarda görevden azledileceğine ilişkin tartışmalar da dayanağını Hz. Osman’ın uygulamalarında bulmuştur. Hz. Osman’ın devlet hizmetinde yakınlarını gözetmesi, liyakat sorunu olan kişileri göreve getirmesi gibi uygulamaları, Müslümanlar arasında memnuniyetsizlik yaratmış, göreve getirilişinin altıncı yılında kendisine karşı güçlü bir muhalefet oluşmasına neden olmuştur. Görevi bırakması yönündeki çağrıları dikkate almaması, şehadeti ile neticelendikten sonra, halifenin görevini yerine getirirken kusur işlediğinde görevinden alınıp alınamayacağı, isyan ve siyasi muhalefet gibi tartışmalara dayanak teşkil etmiştir.
Hz. Osman’ı şehit edenler, yerine Hz. Ali’nin geçmesinde ısrar etmişlerdir. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte sahabeler arasına derin ayrılıklar girmiştir. Bu ayrılığı bahane eden Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, Şam valisi iken başlattığı iktidar mücadelesi ile Müslümanlar arasında kanlı bir dönem başlatmıştır.
Hz. Ali, uğradığı suikast sonrasında ölüm döşeğinde son nefesini vermek için beklerken kendisinden sonra gelecek kişinin kim olacağını söylememiştir. Yöneltilen sorulara, “Sizi Resulullah’ın bıraktığı gibi bırakıyorum. Allah sizi onun vefatından sonra birleştirdiği gibi birleştirir.” cevabını vermiştir. Büyük oğlu Hasan’a biat edilmesi konusu sorulduğunda “Bunu size ne emrederim ne de yasaklarım; siz daha iyi bilirsiniz.” dediği rivayet edilmiştir.
Muaviye’nin Şam’da bağımsızlığını ilan ettiği bir dönemde bir kısım Müslümanlar, Kays b. Sa’d’ın girişimiyle Kûfe’de bulunan Hz. Hasan’ı meşru otorite kabul etmişlerdir. Ancak Şam Valisi Muaviye, yaptığı baskı ile Hz. Hasan’ı halifelik görevinden vazgeçirerek 661 yılında görevi kendisine devretmeye zorlamıştır.
Hz. Hasan’ın halifelik görevini 661 yılında Muaviye’ye devretmesiyle birlikte İslam tarihinde Emeviler Dönemi başlamıştır. Kendisine daha önceki halifelerin kullanmadığı, “Allah’ın halifesi” anlamına gelen “halifetullah” unvanını uygun gören Muaviye, İslam tarihinde saltanat dönemini başlatmıştır.
Muaviye’nin siyasi ve askerî mücadele sonunda halifelik makamını ele geçirmesi, sistemin özünde büyük bir değişikliğe yol açmıştır. Kendinden sonra oğlu Yezid’i veliaht ilan eden Muaviye, hükümdarlığı aile mülküne çevirmiştir.
Seçim ve biat ilkesini uygulamak yerine, oğlu Yezid’in veliahtlığını garantiye almak için kurduğu düzeni devam ettirecek seçiciler kurulu oluşturan Muaviye, biat edip etmeme konusunda da bunu kişilerin tercihine bırakmamış ve zorunlu biati uygulamaya koymuştur. Emevi Dönemi’yle birlikte İslam tarihinde seçimle liyakat sahibi kişilerin devlet başkanlığı görevine getirildiği dönem tamamen kapanmıştır.
İslam toplumlarında tarihsel husumetin kaynağı da biatin iradi olmaktan çıkartılmasına dayanmaktadır. Yezid’e biat etmeyi reddeden Hz. Hüseyin, Medine’den Mekke’ye gitmiş ve bu durumu öğrenen Kûfeliler onu şehirlerine davet edip kendisine halife olarak biat edeceklerini bildirmişlerdir. Hz. Hüseyin de Müslim b. Akil’i gönderip Kûfelilerin biatini almış fakat kendisi Irak’ın Kûfe şehrine gidemeden Fırat kıyısında, Kerbela mevkisinde şehit edilmiştir.
Muaviye’nin aldığı kararlar, İslam toplumunda kayıtsız şartsız kabul görmemiştir. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesine karşı gelen kişilerden biri Abdullah b. Zübeyir olmuş ve emîr-ül müminin unvanıyla kendi halifeliğini ilan etmiştir. Aynı dönemde başka kişiler de halifelik iddiasında bulunmuşlardır. Fakat Emevi Hanedanı, bu kişilerin muhalefetini kanlı bir şekilde bastırmıştır. II. Muaviye’nin çocuğu olmadığı için, iktidar aynı aile içinde Süfyanilerden Mervanilere geçmiş ve sistem aynen devam etmiştir.
Emeviler Dönemi’yle birlikte devlet yönetiminde kitap ve sünnet tali kaynağa dönüşmüş, gelenekler ve kabile taassubu ön plana geçmiştir. Bu uygulamalara karşı zaman zaman muhalif hareketler örgütlenmeye çalışsalar da Emevi egemenliğinin zırhı delinememiştir. Şam’da yaşayan âlimlerin dışında, Irak, Mekke-Medine, İran ve Mısır bölgesinde yaşayan âlimlerin büyük çoğunluğu, halifelik makamının Hz. Ali evlatlarına ait olduğunu savunmuşlar ve Emevi yönetimine muhalefet etmişlerdir.
Yapılan bu muhalefet doksan yılda ancak sonuç vermiş ve İmam Muhammed b. Ali’nin başlattığı ayaklanma sonunda Emevi Hanedanı yıkılmış ve yerine Abbasiler geçmiştir. Abbasiler’in egemenliği ile birlikte İslam devletinin yönetim merkezi Şam’dan önce Kûfe’ye, oradan da Ebu Cafer el-Mansur döneminde Bağdat’a kaymıştır.
Saltanat sistemi, Abbasiler Dönemi’nde de genel yönetim sistemi olmuştur. Emeviler gibi ehlibeytin kanını döken hanedanı devirmelerinden ötürü Abbasiler, halk tarafından hoşgörü ile karşılanmışlardır. Aynı şekilde soylarının Hz. Muhammed’in amcası Abbas’a dayanması nedeniyle de meşruiyetlerini pekiştirmişlerdir. Örneğin, Abbasi halifesi Memun, kendisine ehlibeyt soyundan Ali er-Rıza’yı veliaht tayin etmek istemiştir. Ancak saray mensuplarının tepkisiyle karşılaşmıştır.
Türklerin Bağdat yönetiminde mevki sahibi olmaları ise Halife Memun’un ölümünden sonra kardeşi Mutasım döneminde olmuştur. Türklerin desteğiyle halifelik makamına geçen Mutasım, ordunun büyük bir kısmını Türklerden meydana getirdiği gibi 836 yılında Samarra şehrini kurarak devletin merkezini bu şehre taşımıştır.
945 yılı, Abbasi halifeliği için en sıkıntılı yıl oldu. 10. yüzyılın ikinci çeyreğinden 11. yüzyılın ikinci yarısının başlarına kadar İran’ın güneyinde hüküm süren Şia inanışının savunucusu Büveyhoğulları, 945 yılında Bağdat’ı işgal ettiler. Bu işgal ile birlikte Abbasi yönetimi için yeni bir dönem başladı, Abbasi halifeliği Şii egemenliği altına girdi. Büveyhoğulları, yüzyılı aşkın bir süre egemenliklerini sürdürdükleri Bağdat’ta, Abbasi halifeliğini sembolik düzeye indirdiler. Siyasi egemenliği ele geçirmelerine karşılık, dinî otoriteye dokunmayan Büveyhoğulları’nı, Bağdat’tan çıkartan ise Büyük Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Tuğrul Bey oldu. 1055 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey, böylece Abbasi halifeliğini de himayesi altına aldı.
Siyasi Otorite ile Dinî Otorite Tuğrul Bey ile Ayrıldı
Tuğrul Bey, 1058 yılında Kuzey Irak’taki Şii egemenliğine son verdikten, Musul’da Fâtımî halifesi adına hutbe okutan Arslan Besâsîrî’yi de dize getirdikten sonra, görkemli törenlerle Bağdat’a girdi. Halife Kaim-Biemrillah, zulmü ortadan kaldırıp adaleti yeniden tesis etmesi nedeniyle Tuğrul Bey’e şükranlarını dile getirdikten sonra onu çok değerli bir taç ile taçlandırdı, hilatler giydirdi, kılıç kuşattı ve “doğunun ve batının hükümdarı” anlamında “melikü’l-meşrik ve’l-mağrib” diye hitap ederek kendisine çeşitli sancaklarla, bazı ayrıcalıkları tanımaya söz verdiği bir ahitname verdi. Daha sonra “Rüknüddîn” ve halifenin ortağı anlamına gelen “kasîmü emîr-ül müminin” unvanları ile saygı gösterisinde bulundu. Ayrıca topraklarının idaresini ve buralarda yaşayan halkın korunmasını da ona bıraktığını belirtti. Bu husus, bazı araştırmacılar tarafından halifenin dinî-manevi, sultanın ise dünyevi iktidarı temsil ettikleri şeklinde yorumlanırsa da İslam dininde böyle bir ikili sistem öngörülmemiştir.
Tuğrul Bey, aldığı unvan ve üstlendiği görevlerle yetki sınırlarını genişletirken halifenin yetki sınırları daraldı. Böylece halifelik bir unvana ve temsilî bir göreve indirgendi. Meşru hükümdarın adının hutbelerde okunması, bu olaydan sonra genel uygulamaya dönüşürken hükümdarlık makamı tarafından yapılan