Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Читать онлайн.
Название Safahat
Автор произведения Mehmet Akif Ersoy
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-909-7



Скачать книгу

href="#n136" type="note">136

      Sönüp gitmiş ocaklar yükselir gûyâ gubârından!

      Giren bir kerre nâdimdir hayât-ı müsteârından;

      Çıkan âvâredir artık cihânın kâr ü bârından.137

      Dökülmüş âb-rûlar bâde-i pesmande hâlinde…

      Emel bir münkesir peymânedir saff-ı niâlinde!138

      Boğulmuş rûh-i insanî şarâbın mevc-i âlinde.

      Nümâyan mel'anet sâkîsinin çirkin cemâlinde!139

      Ne mâzî var, ne âtî, bak şu ayyâşın hayâlinde…

      Tutup bir zehr-i âteşnâk dest-i bî-mecâlinde,

      Zevâl-i ömrü bekler hem şebâbın tâ kemâlinde!140

      Merâret intıbâ’ etmiş cebîn-i infiâlinde…

      Derin bir iltivânın sîne-i zerd-i melâlinde

      Odur ancak hüveydâ ser-nüvişt-i bî-meâlinde,

      Müebbed bir de nisyan nazra-i sengîn-i lâlinde.141

      Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim;

      Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.

      Bitince bir sıra ev, sonra bir de vîrâne,

      Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhâne:

      Basık tavanlı, karanlık, sefîl bir dükkân;

      İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan

      Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!

      Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.

      Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle,

      Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle,

      Beş on kadeh, iki üç testi… Sonra, tezgâhlık

      Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.

      Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba…

      Önünde bir küme: fes, takke, hırka, salta, aba

      Kımıldanıp duruyorken, sefîl bir sohbet,

      Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:

      – Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyâdece ver…

      – Ziyâde, anladık amma ya içtiğin şişeler?

      – Çizersin…

                                                 – Öyle mi? Lâkin silinmiyor çetele!

      Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu…

                                                                                                               – Hele!

      – Bizim peşin paramız… Almadın mı dün kuruşu?

      – Ayol, tükendi mezem… Bari koy biraz turşu.

      Arattı kendini ustan… Dinince dinlensin!

      – Hasan be, sen de nasıl nazlı nazlı söylersin!

      Nedir o türkü… Aman başka yok mu?… Hah, şöyle!

      – Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle.

      – Nevâzil olmuşum, Ahmed, bırak sesim yok hiç…

      – Sesin mi yok? Açılır şimdi: Bir imam suyu iç!

      Yarın ne iştesin Osman?

                                                                                        – Ne işteyim… Burada!

      – Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada?

      – O kim gelen?

                                        – Baba Ârif.

                                                                 – Sakallı, gel bakalım…

      Yanaş.

               – Selâmünaleyküm.

                                                                                           – Otur biraz çakalım…

      – Dimitri, hey, parasız geldi sanma, işte para!

      – Ey anladık a kuzum…

                                                                           – Sar be yoldaşım cıgara…

      – Aman bizim Baba Ârif susuz musuz içiyor!

      – Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor.

      – Moruk, kaçıncı kadeh ? Şimdicik sızarsın ha!

      – Sızarsa mis gibi yer, yatmamış adam değil a.

      Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı,

      Ağız, burun, hele sesler bütün karışmıştı;

      Dikildi ağzına baktım, açık duran kapının,

      Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.

      Beş on dakika süren bir düşünceden sonra,

      Kadın da girdi o zulmet-serâ-yı menfûra.

      Gözünde ebr-i teessür, yüzünde hûn-i hicâb,

      Vücûdu ra'şe-i nâ-çâr-ı ye's içinde harâb,

      Teveccüh eyleyerek sonradan gelen Baba’ya:

      – Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!

      Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık…

      Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık!

      Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sâde;

      Sakın düşünme çocuklar aceb ne yer evde?

      Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa!

      Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksa!

      Zavallı ben… Çamaşır, tahta, her gün uğraş da,

      Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta!

      O tahtalar, çamaşırlar da geçti; yok hâlim…

      Ayakta sallanışım zorladır Hudâ âlim!

      Çalışmadın, beni hep bunca yıl çalıştırdın;

      O yavrucakları çıplak, sefîl alıştırdın;

      Bilir mahalleli kim, aldığın zamanda beni,

      Çeyiz çimenle donatmıştı beybabam evini.

      Ne oldu şimdi o eşya? Satıp kumarda yedin!

      Evet, kumarda yedin, hem de Karşılar’da



<p>137</p>

İçerisine bir kere giren, iğreti hayatına nâdim olur, sallanarak çıkan ise artık dünya işlerine yabancı bir serseri hâlini alır.

<p>138</p>

Buraya devam edenlerin yüzsuyu, artık şaraplar gibi zemine dökülmüş, emel ve arzuları kırık bir kadeh gibi süprüntü tenekesine atılmış.

<p>139</p>

İnsanlık ruhu şarap dalgaları arasında boğulmuş, mel'anet ve

<p>140</p>

Şu ayyaşın hayalinde ne mazi ne de gelecek düşüncesi vardır. Mecalsiz elinde yakıcı bir zehir tutarak, en genç çağında ölümünü bekler.

<p>141</p>

Sararmış alnında derin bir çizgi arasında ömrünün acılığı teressüm etmiş! Alnının, meali olmayan kara yazısından ancak o anlaşılıyor. Bir de taş kesilmiş dilsiz bakışlarında ebedî bir unutkanlık hissediliyor!