Название | Erewhon |
---|---|
Автор произведения | Samuel Butler |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-99846-4-3 |
Beni gördüler. Sessizce oturdum ve gözlerim olağanüstü güzellikleriyle kamaşırken onlara bakakaldım. Bir an bana bakıp sonra büyük bir şaşkınlıkla birbirlerine döndüler; sonra da hafif, korku dolu bir çığlık atıp olabildiğince hızlı kaçtılar.
Kaçışlarını izlerken Buraya kadarmış,dedim kendi kendime. En iyisinin bulunduğum yerde kalıp kaderimle -bu, her ne ise-yüzleşmekti. Daha iyi bir şey olacaksa bile onu kaldıracak gücüm yoktu. Er ya da geç yerlilerle karşılaşmam gerekecekti. Ne olacaksa olsundu.
Kaçarak ertesi gün yakalanacağıma onlardan korkmamış gibi görünmek daha iyiydi. Oldukça sakin şekilde durup bekledim. Bir saat kadar sonra heyecanlı bir şekilde uzaktan gelen konuşma sesleri duydum ve birkaç dakika içinde o iki kızın ok, yay ve mızraklarla silahlanmış altı yedi erkekten oluşan bir grubu getirdiğini gördüm. Yapılacak bir şey olmadığından onlar yanıma gelene dek sessizce oturup bekledim. Sonra dikkatle birbirimizi izledik.
Kızlar da erkekler de koyu tenliydi; ama güneyli İtalyanlardan ya da İspanyollardan daha koyu değil. Erkekler pantolon giymiyordu; Cezayir’de gördüğüm Araplar gibi giyinmişlerdi. Gördüğüm en olağanüstü varlıklardı. Kadınlar ne kadar güzelse erkekler de o kadar yakışıklı ve güçlüydüler. Sadece bu da değil; ifadeleri de kibar ve sevecendi.
Sanırım en ufak bir şiddet gösterisinde bulunmuş olsaydım beni öldürmüş olurlardı; ama sakin olduğum sürece canımı yakacaklarmış gibi durmuyorlardı. Birinden ilk görüşte hoşlanma gibi bir huyum yoktur ama bu insanlar beni düşünebileceğimden çok daha fazla etkilemişlerdi. Bu yüzden birer birer yüzlerine baktıktan sonra onlardan korkmamaya başladım.
Hepsi de güçlü adamlardı. Onlardan herhangi birine teke tek rakip olabilirdim; çünkü daha önce bana çoğu kimseden daha yapılı bir vücudum olduğu söylenmişti. Yaklaşık altı fit uzunluktaydım ve bununla orantılı olarak da güçlüydüm; ama şu durumda son yaşadıklarım yüzünden hâlsiz olmasaydım bile içlerinden herhangi ikisi beni yere serebilirdi.
Açık renk saçlarım, mavi gözlerim ve diri bir tenim olduğundan onları en çok rengim şaşırtmış gibi görünüyordu. Bunun nasıl olabileceğini anlayamadılar. Kıyafetlerim de onlarınkinden epey farklıydı.
Gözleri merakla üzerimde gezindi ve inceledikçe akılları daha da karışmış göründü. Sonunda doğruldum ve sopama dayandım. Liderleri gibi duran adama aklıma ne geldiyse söylemeye başladım.
Anlamayacağını bildiğim hâlde İngilizce konuştum. Hangi ülkede olduğuma dair hiçbir fikrim olmadığını ve bir seri kazadan kıl payı kurtulduktan sonra kaçarak neredeyse kazara buraya düştüğümü ve beni hiçbir şeytanın almasına izin vermeyeceklerinden emin olduğumu, merhametlerine sığındığımı söyledim. Bütün bunları sessizce ve kesin bir şekilde, ifademi fazlaca değiştirmeden söyledim.
Beni anlayamadılar ama onaylayıcı tavırlarla birbirlerine baktılar ve memnun göründüler. Ya da ben öyle düşündüm. Ne korkmuş ne de aşağılanmış göründüm. Doğrusu korkmanın ötesinde bitkindim. Sonra içlerinden biri heykellerin olduğu yöndeki dağı gösterdi ve bir diğeri onların taklidini yapmak için yüzünü buruşturdu.
Güldüm ve titredim. Bunun üzerine hepsi kahkaha attı ve birbirleriyle konuştular. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum ama sanırım heykellerin ötesinden geliyor olmamın şaka olduğunu düşündüler.
İçlerinden biri öne çıktı ve kendisini izlememi işaret etti. Ben de onlara karşı gelmeye cesaretim olmadığından tereddütsüz dediğini yaptım; ayrıca onlardan oldukça hoşlandım ve beni incitmeye niyetleri olmadığına büyük ölçüde emindim.
On beş dakika içinde tepenin yamacında kurulmuş dar sokakları ve etrafa yayılmış evleriyle küçük bir mezraya geldik. Çatılar geniş ve sarkıktı. Fazla olmasa da pencerelerin bir kısmı buzluydu. Bütünüyle bakıldığında köy, Alpler üzerinden Lombardy’ye giden yollardaki diğerler köylere çok benziyordu.
Gelişimin sebep olduğu heyecandan uzun uzun bahsetmeyeceğim. Şu kadarı yeterli ki çoğunun merakını uyandırdım ama hiçbirinden kabalık görmedim. Beni yakalayan insanlara aitmiş gibi görünen iş merkezine götürüldüm. Orada gayet misafirperver bir şekilde ağırlandım ve bana akşam yemeği olarak süt ve bir çeşit yulaflı kekle keçi eti ikram edildi; ben de iştahla yedim.
Yemek yediğim süre boyunca gözlerimi bana ganimet gibi görünen, ilk gördüğüm iki güzel kızdan alamadım. Kesinlikle ikisi için de her şeyi göze alırdım.
Bunlardan başka beni tütün içerken görünce yaşadıkları şaşkınlıktan bahsetmeden geçemeyeceğim; ama beni kibrit çakarken gördüklerinde pek de onaylamadıklarını hissettiren nedenini anlayamadığım bir velvele oldu.
Daha sonra benimle ikna edici bir şekilde konuşmaya çalışan adamla baş başa kaldım; ama uzun bir yoldan geldiğim ve oldukça yalnız olduğum dışında başka bir şey anlatamadım.
Zamanla yorgun düştüler ve ben de uyuklamaya başladım. Yerde battaniyelerimin içinde yatabileceğimi işaret ettim ama bana kuru eğrelti otu ve ottan yapılan yataklarından birini verdiler, ben de uzandım ve ertesi sabaha dek kendimi kulübede başımda nöbet tutan iki adam ve yemek yapan yaşlı bir kadınla buluncaya dek uykuda kaldım. Kalktığımda adamlar memnun görünüyorlardı. Bana nazikçe günaydın dercesine seslendiler.
Evin birkaç metre ilerisindeki derede yıkanmak için dışarı çıktım. Ev sahiplerim her zamanki gibi benimle meşguldüler; gözlerini benden hiç alamıyorlardı. Ne kadar önemsiz olsa da yaptığım her hareketi izliyorlardı ve her biri, bir diğerinin fikrini almaya çalışıyordu.
Her şeyimle onlar gibi bir insan olduğumdan şüphe etmiş gibi göründüklerinden yıkanmamla çok ilgilendiler. Hatta kollarımı yakalayıp incelediler. Güçlü ve kaslı olduklarını görünce takdir ettiler.
Sonra da bacaklarımı ve özellikle ayaklarımı incelediler. Bıraktıklarında onaylarcasına birbirlerine dönüp baş salladılar. Saçımı taradığımda ve şartlar elverdiğince kendime çekidüzen vermeye çalıştığımda ise bana olan saygılarının arttığını görebiliyordum. Bu yüzden hiçbir şekilde bana yeteri kadar hürmet gösterip göstermediklerinden emin değildiler. Tek bildiğim bana karşı çok iyi olduklarıydı ki tam tersi de mümkündü. Onun için bu konuda onlara minnettarım.
Bana gelince, soğukkanlılıkları ve vakur rahatlıkları beni etkilediğinden onlardan hoşlandım. Davranışlarından da benden hoşlandıklarını hissettim; onlar için sadece anlayamadıkları şekilde yeni ve sıra dışıydım.
Tipleri daha çok, güçlü İtalyanlar gibiydi ve üslupları da bütün bilinçsizlikleriyle gayet İtalyanlara özgüydü. İtalya’da çokça seyahat ettiğim için bana daima o ülkeyi hatırlatan pek çok el ve omuz hareketini anımsıyorum. En akıllıca planın başladığım gibi devam etmek, -iyi ya da kötü- olduğum gibi görünmek ve şansımı o şekilde devam ettirmek olduğunu düşünüyordum.
Onlar benim yıkanmamı beklerken ve geri dönüş yolunda bunları düşünüyordum. Sonra bana sıcak ekmek, süt, koyun etiyle geyik eti arası kızarmış bir et verdiler. Yemek pişirme ve yeme şekilleri Avrupaiydi, sadece çatal olarak şiş ve kesmek için de bir çeşit kasap bıçağı kullanıyorlardı.
Odadaki her şeye baktıkça Avrupalilarınkine benzer karakterlerine aklım takıldı. Eğer duvarlarda Illustrated London News ve Punch’tan alıntılar asılı olmasaydı, kendimi yolumun üstündeki bir çoban kulübesinin içinde sanabilirdim. Ama yine de her şey biraz daha farklıydı.
İngiltere’yle karşılaştırıldığında