Bostan. Şeyh Sadi Şirazi

Читать онлайн.
Название Bostan
Автор произведения Şeyh Sadi Şirazi
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6865-08-2



Скачать книгу

babasının emrine itaat etti. Bir taş aldı. Zavallı eşeği iyice dövdü. Eşeğin kolu, kanadı kırıldı; ayağı topalladı (Bu, birinci vakadır.).

      Çocuğun babası eşeği bu hâlde görünce: “Oğlum, işte maksat hasıl oldu. Şimdi istediğin yoldan gidebilirsin.” dedi.

      Bunun üzerine çocuk, topal eşekle kervana katıldı. Fakat eşeğe acıyor, padişaha ağzına gelen küfürleri savuruyordu.

      Oğlan yola çıktı, babası köyde kaldı. Adamcağız yüzünü göğe tuttu: “İlahi, doğruların seccadesi için olsun, bana şu zalimin kahra uğradığını görecek kadar zaman ver. Eğer, ben onun helak olduğunu görmezsem, mezarımda toprak üzerinde gözüme uyku girmez.” diye yalvardı ve: “Gebe kadın, şeytan kadar habis bir insan doğuracağına, bir yılan doğursa daha hayırlıdır.” dedi.

      Zulmeden erden, kadın çok daha hayırlıdır. İnsan inciten kimseden köpek daha hayırlıdır.

      Kadın yapılı, kadın kılıklı ahlaksız çocuk, ahlaksızlık ederse kendinedir. O bile kötülük eden insandan daha hayırlıdır.

      Bir mal düşmanının elinde sağlam bulunacağına, senin elinde kırık olarak bulunsun, daha iyidir.

      O sırada padişah, güçlü kuvvetli, koşan, yol açan, yol çeken bir eşek gördü. Derken birisi geldi, eline bir taş aldı, eşeğe öyle vurdu ki biçare eşeğin kemiğini kırdı (Bu, ikinci vakadır.).

      Padişah bu hâli görünce kızdı. Şöyle dedi: “Hey, delikanlı! Bu hayvancağızın ağzı dili yok, niye ona böyle zulmediyorsun? Eğer kuvvetli isen kendini göstermek için âcizlerin üzerinde kuvvetini deneme.”

      Padişah sözü levent gencin hoşuna gitmedi, kızdı, padişaha bağırdı: “Sanane… Dövdümse, eşeğimi dövdüm, senin atına bir şey yaptığım yok. Yürü, eşeğime karışma. Ben bu işi nahak yere yapmıyorum. Sen işin aslını bilmiyorsun. Nene lazım, haydi işine git. Nice insanlar var ki sence mazur değildir. Fakat hakikati görecek olsan yapılan işin maslahata muvafık olduğunu öğrenir, ona hak verirsin.”

      Delikanlının cevabı, padişahın canını sıktı: “Söyle bakalım. İşin neden doğru imiş, anlat. Aptal olduğun malum. Zira sarhoşsun desem, değilsin. O hâlde divanesin.”

      Delikanlı söze başladı, şöyle dedi: “Hey cahil, sus. Sen Hızır Aleyhisselam hikâyesini işitmemiş misin? Ona kimse ne divane ne de sarhoş diyor. Niçin birtakım biçarelerin içinde bulundukları bir gemiyi kırdı?”

      Padişah şöyle bir cevap verdi: “Hey zalim insan. Bilir misin Hızır o işi niçin yaptı? Bak sana anlatayım. O denizlere hâkim, zalim bir padişah vardı. Onun korkusundan gönüller keder deryası olmuştu. İnsanlar onun elinden feryat figan ediyorlardı. Cihan onun elinden deniz gibi coşup köpürmekte idi. Binaenaleyh, Hızır Aleyhisselam o yaptığı işi, zalim padişah gemiyi almasın diye, maslahat icabı olarak yaptı. Çünkü bir mal, bir meta sağlam olarak düşman elinde bulunacağına, çatlak, kusurlu olsun da sahibinin elinde bulunsun.”

      Açık fikirli köylü güldü ve şöyle cevap verdi: “O hâlde hey bey, ben haklıyım. Ben, boş yere eşeğin ayağını kırmıyorum. Belki bu işi, zalim padişahımızın şerrinden korkarak yapıyorum. Eşeğim obada kalsın, benim olsun. Aksak olsun, topal olsun, topallaya topallaya iş görsün… Tek padişahın eline geçip de angarya yük çekmesin.”

      Tuh böyle devlete, tuh böyle saltanata ki kıyamete kadar laneti mucip olmaktadır. Gebe kadın yılan doğursun, böyle şeytan sıfatlı insan doğurmasın!

      Zalim şunu bilmelidir ki yaptığı zulmü biçare fakire değil kendi nefsine yapmıştır. Çünkü yarın o iyiliğin, kötülüğün hesabı görülecek günde, fakir o zalimin yakasına, sakalına yapışacaktır. Mazlum, bütün günahlarını o zalimin boynuna yükletecek zalim ise utancından başını kaldıramayacaktır.

      Tut ki, bugün onun yükünü çekiyor. Yarın o zalim, eşeklerin yüklerini nasıl çekecektir?

      Hakikaten bedbaht kimdir, diye soracak olsan, derim ki rahatını başkasının zahmetinde, meşakkatinde arayan kimsedir.

      Sevincini halkın ıstırabında arayan zalim; ancak şu beş günlük dünyadan sürdüğü safa ile kalır.

      Zulmü yüzünden insanların ıstırap içinde uykuya daldıkları ölü gönüllü (duygusuz) zalim, bir kere uykuya dalarsa bir daha uyanmasın; bu daha hayırlıdır.

      Padişah gerek birinci vakadaki ihtiyarın gerek bu ikinci vakadaki delikanlının sözlerini dinledi, bir şey söylemedi. Atını bağladı. Başını eyer keçesinin üzerine koydu. Uyumak istedi, fakat bir türlü uyuyamadı. Bütün gece yıldızları saydı. Merak, endişe uykusunu kaçırmıştı.

      Seher kuşu ötmeye başlayınca gecenin perişanlığını unuttu.

      Beri taraftan süvariler bütün gece at koşturdular, iz sürdüler. Nihayet padişahın izini buldular. Geldiler, padişahı o meydanda at üzerinde gördüler. Atlarından indiler, yayan olarak koştular huzura geldiler, yerlere eğildiler. Askerin dalgalanmasından yer deniz gibi oldu.

      Büyükler oturdular, sofralar kuruldu, yediler, içtiler, eğlenceli bir âlem geçirdiler. İçlerinde birisi vardı ki padişahın eski dostlarındandı ve gece arkadaşı, gündüz nedimi idi: “Padişahım, dün gece ahali (köylü) zati şahanelerine ne yemek çıkardılar? Çok merak ettik. Bütün geceyi endişe içinde geçirdik.” dedi.

      Padişah, başına gelen türlü serzenişleri, bedduaları açıktan söylemedi. Başını o nedimin kulağına doğru götürdü, yavaşçacık kulağına şöyle dedi: “Dün gece kimse önüme bir tavuk ayağı getirmedi; fakat eşek ayağı endazeyi geçti.” (Eşek ayağına çok cefalar yapıldı.)

      Padişah içmeye başladı, sarhoş oldu. Dün geceki köylü aklına geldi. Emretti köylüyü aradılar, buldular. Elini kolunu bağlayıp getirdiler, tahtının dibine attılar.

      Kara gönüllü padişah, keskin kılıcını çekti. Zavallı köylü, kaçma imkânını bulamadı. Anladı ki hayatının son dakikasıdır, hayattan ümidini kesti; aklına geleni söylemeye başladı.

      Hayattan meyus olanlar güzel sözler söyler. Görmez misin ki kalemin ucu kalemtıraş ile kesilince kalemin dili daha çevik olur.

      Köylü baktı ki hasmından kaçmak mümkün değil; başını kaldırdı. Tirkeşini boşaltmaya başladı: “Padişahım, kabirde yatılacak gece, köyde yatılmaz!” dedi. “Sana bedbaht, kötü diyen, senin zulmünün elinden feryat eden yalnız ben değilim. Binlerce insan hep benim gibi diyor. Şimdi beni öldürürsen bir tek insanı öldürmüş olursun. Senin zamanın merhametsizlikle dolmuş, zulmün cihanı tutmuştur. Niçin bana kızıyorsun? Söylüyorlar. Sana yalnız benim sözüm mü ağır geldi? Elinden gelirse bütün insanları öldür. Seni zemmetmem ağırına gittiyse insaf et de zemme sebep olan şeylerin kökünü kazı. Mademki zulmediyorsun, adının ileride iyilikle anılacağını umma.

      Sözüm gücüne gidiyorsa böyle sözleri icap ettirecek işler yapma. Senin için bir çare var: Zulümden çekil. Yoksa, biçare insanı öldürmek, çare sayılmaz. Hayatımdan beş gün kalmış. Bunun da ancak bir iki günü belki rahat geçecek. Farz et, şimdi beni öldürdün, ben büyük bir şey kaybetmiş olmam. Fakat sen kaybedersin. Çünkü kanıma girmiş olursun. Zamanı kötülükle geçen zalim kalmaz ölür gider; fakat üzerindeki lanet ebedî olarak kalır. Mazlumlar senin zulmünden uyumuyorlar. Bilmem ki senin gözün nasıl uyuyor? Dinlersen sana iyi bir nasihat vereyim; dinlemezsen muhakkak pişman olursun.

      Bilmiş ol ki, bir padişah ne zaman makul olur; huzuruna çıktığı halk takımı onu divanhanesinde överlerse o zaman makul olur. Çıkrık çeviren anneler, nineler