Название | Ey Dünya Ey |
---|---|
Автор произведения | Beksultan Nurjekeuli |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6853-90-4 |
ROMAN HAKKINDA
Beksultan Nurjekeulı’nın ‘Ey, Dünya Ey’ adlı eseri yüzyılı aşkın bir süreyi kapsayan, Kazak halkının başından geçen zor günleri anlattığı bir romandır. Roman konusunu tarihi gerçeklerden almıştır.
Romandaki olaylar 75 yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. 1916 yılındaki katliamlar ve 1986 yılındaki Aralık olayları, roman kahramanı Şeyi’nin yaşadığı ve şahidi olduğu olaylardır. Zamanında alımlı ve güzel bir kız olan Şeyi ile ihtiyarlamış bir kadın olan Şeyi arasındaki zaman diliminde Kazakların bir asır boyunca yaşadığı zorluklar görülebilir. Kurtuluş Savaşının bayrağını göndere çeken Karkara, Kazakların şerefini kurtarmıştır. ‘Ey, Dünye Ey’ eserinde ölen Kazakların yaşadığı zorluklar, 1916 yılındaki olaylar, Alban kabilesinin hayatı üzerinden anlatılmıştır. ‘Ey, Dünye ey’ eseri, Kazakların bağımsızlığının 25. yılı ve Kurtuluş Savaşının 100. yılı anısına yazılmış sıradan bir eser değil cesur halkın yüreğinde ölümsüz bir iz bırakan, tarihte unutulmayan; işkence görmüş ve kendisi ile alay edilen Kazakların bağımsızlığını elde ettiği güne kadarki zamanı kapsayan tarihi bir edebi eserdir.
Roman, edebi bir dille nakış gibi işlenerek gerçekleri anlatan bir eserdir. Karkara, Mınjılkı ve Jarkent bölgelerindeki yaylaları iyi bilen yazar, tabiatı kısaca tasvir ederek, halkın kaygılarından dertlerinden bolca bahsetmeye gayret göstermiştir. ‘Ey, Dünya-ey’ romanındaki her bölüm, her epizot Kazak halkının mücadelesini anlatır. Adı geçen romanda iyi ve kötü insanlar, sevgi, nefret ve intikam, vatan, Kazak dağları ile bozkırı, milli birlik ve bağımsızlık hakkında düşünceler vs. hepsi bulunmaktadır.
Ben gördüm dünyanın zorluğunu, Birinin yediğini çok kişinin etini, Düşünen insana bir güzellik yok hayatta, Çoğunun görünüşü tamam da, karanlık içi
GEÇMİŞ
On altı yaşına gelen Kazak kızının olgunlaşmış meyveye benzediğini, Şeyi iyi biliyordu. O yüzden mi yoksa gerçekten öyle mi bu sene on altısına gireli vücudunda bir değişiklik olduğunu kendisi de vücudu da hissediyor gibiydi. Karkara pazarındaki curcunalı ortamda bulunmayı çok seviyordu. Aynaya baktığında yaşından dolayı yüzündeki değişiklikleri kendisi de fark ediyordu. Yine de dikkatle baktığında önceki gibi düz sivri burunlu, güzel yüzlü bir genç kızdı. Neden tekrar tekrar aynaya bakıyorsun der gibi aynaya bakarak gülümsüyordu. Boyu da biraz eskisinden uzun gibiydi. Kendisi de farkındaydı, özellikle geniş alnı, kendini yaşından biraz yetişkin gösterdiği için etrafındakiler yaşı konusunda yanılıyordu. Yengesi Jüzük ile beraber pazar açıldıktan sonra birçok defa alış veriş için gitmelerine rağmen gözleri daha çok eğlencelerdeydi. Şeyi için insanların giydiği kıyafetler, konuşmalar ve tavırlar hepsi ilgi çekiciydi. Ara sıra delikanlılara göz diker, bazılarına hal hatır sorar, kimileriyle de dile düşerdi. Fakat henüz gönlünü çalan kimseyle karşılaşmadı, yakışıklı diye gördükleri kendilerini gökten zembille inmiş zannediyor, zeki diye gördükleri daha çok çekingen, diğerleri ise üzerlerine su dökülmüş gibi çirkindi.
– Jibekcan1, hadi yürü! diyen yengesi Jüzük’ün sesini işitip Şeyi aniden baktığında yine birisi arkasından ‘Ey, Şeyi!’ diye seslendi. Tekrar dönüp baktığında kulağına bir şarkı sesi geldi. Söyleyen bayan mı erkek mi belli olmasa da Karkara’nın geniş ovası güzel sesiyle çınlıyordu.
Çağıran kişi pazardan tanıdığı Jameş’ti. ‘Hadi çabuk yürü! Orada Rus kızı Sopıya şarkı söylüyor!’ dedi sabırsızlanarak. Bunlara yengesi de katılarak üçü şarkı sesi yayılan beyaz çadıra doğru koştular. Fakat çadıra girmek mümkün değildi, etrafta o kadar insan vardı ki iğne atsan yere düşmezdi. Onlar tam girmek üzereyken maalesef şarkı da bitmişti. Şarkıyı sessizce dinleyen herkeste fısıldamalar başladı.
– Ne, güzel söylüyor!
– Evet, Kazaktan daha güzel!
– Sakin olun! dedi kara sakallı çatık kaşlı bir adam.
Biraz önceki ses tekrar şarkı söylemeye başladı. Milletin alkışından mı etkilendi bilinmez ama hemen ustaca çalıp şarkı söylemeye başladı.
Bir düşünsen bu dünya hayal dünya,
Evvelki dedelerden kalan dünya.
Varken oyna ve eğlen,
Bizden de geçer bu yalan dünya.
Yüzün görkemli hey,
Her gün görsem hey,
Aha-hey,
Küpeli nazlım hey!
– Vaay! dedi eski başörtülü, yaşlı bir kadın başını hayran hayran sallayarak.
– Sesin ne güzel, nazlı nazlı!
– Sakin olun! dedi az önceki kara sakallı yine sinirlenerek. Yaşlı kadın ona sert gözlerle bakarak dudaklarını kıpırdattı. Kara sakallı ona gülümseyerek göz kırptı. İki ihtiyarın davranışlarına Şeyi dayanamayarak güldü.
Şarkı bitince de halk dağılmadı. Belki de şarkı söyleyen Rus kızını kendi gözleriyle görmek istiyorlardı. Şeyi de beyaz çadırdan uzaklaşamadı. Kendi kulaklarıyla duyduğunu kendi gözleriyle görünceye kadar bu güzel şarkıyı bu kadar harika bir sesle bir Rus’un söylediğine inanamadı. ‘Bir Kazak şarkısının nakaratının, sözün anlamına göre ezgiyi değiştirmeden bir Rus nasıl bu kadar güzel söyleyebilirdi? Rus kızı dedikleri belki de Rus’a benzeyen bir sarışın Kazak kızı olabilir, kim bilir?’ diye şüphelendi.
O anda beyaz çadırdan dombırayla uzun boylu, sarışın, olgun tavırlı, yakışıklı bir delikanlı çıkmıştı. Şeyi’nin sağ tarafındaki kara zayıfça bir adam, ‘Bu Ködek ya’ diye fısıldadı. Şair Ködek’i, Alban halkı iyi tanırdı, Şeyi de ismini birkaç kere duymuştu, şimdi de kendisini görüyordu. Ködek’in arkasından dombırayı çalar vaziyette tutan, beyaz ipek elbise üzerine kırmızı kadifeyle yelek giymiş orta boylu, sarı saçlı, sarı renkli tam bir Rus kızı çıktı.
– Sopıya! Sopıya! diye halk tezahürat yaptı.
Sarışın kız, dombırasının üstünden başını kaldırarak gülümsedi, halk yine hep bir ağızdan,
– So-pı-ya! Tek-rar iste-riz! diye ortalığı inletti.
–‘Beş Karaker’i söyleyin! dedi az önceki kara sakallı; cırtlak, yüksek bir sesle.
– Evet, ‘Beş Karaker! Beş Karaker!’ diye kalabalık gürültüyle bağırdı.
Rus kızı dönerek kendisini süzen Ködek’e yan gözlerle bakarken Ködek de sessizce başını sallayarak ona selam verdi. Kız dombırasının gövdesini sıkıştırdığı halde kalabalığa bakarak başını eğmişti halk sessizce bekliyordu. Sopıya yüksek sesle şarkısını söylemeye başladı.
Önümde götürdüğüm beş Karaker2 at,
Beş yüzük, beş dana ver,
Vereceksen ver, vermek istemezsen onları,
Unutma, nerede olsan da hatırlarsın!
Şeyi, şarkı değil sanki herhangi bir Evliya’nın sesini dinler gibi can kulağı ile dinledi.
1
Kazak geleneğine göre gelin kayın biraderleriyle görümcelerinin gerçek adlarını zikretmeyip onlara ad takar.
2
At donu