Название | Yırtık Ayakkabı |
---|---|
Автор произведения | Muhittin Gümüş |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6494-58-9 |
İlhancığım
Bizim birkaç yıllık arkadaşlığımız ne kardır ne yağmur ne de gelip geçen taze buluttur. Güneş gibi, ay gibi, yıldız gibi de değil… Bir doğup bir batan, bir görünüp bir kaybolan, bir parlayıp bir sönen bir şey değil…. Hep sabah olsun, hep güneşli olsun, belki bazen gurup vakti gibi gül kurusu renklerle dolu olsun gökyüzümüz. Seni kaybetmekten korktuğumu ama sana da her şeyi anlatacak cesaret ve kudreti bulamıyorum. Kalemimin gücü yetmiyor pek çok şeyi anlatmaya… Sen anlayışlı, hoş görülü, fedakâr ve yiğit bir insansın… Kısa zaman sonra dönüp gel… Özledim, özleyeceğim ve hasretle bekliyorum sevgili arkadaşım…
Elif…
Az kalsın “Şoför Bey! Sağda indirir misiniz? Ankara’ya acilen dönmem gerekiyor!” diyecekti. Yanında oturan yolcu da merak içinde İlhan’ı göz ucuyla seyrediyordu.
– Delikanlı! Çok heyecanlandın birdenbire ve elin ayağın titremeye başladı, nefesin kabardı… Seni rahatsız eden bir şey mi oldu? İstersen bir bardak su iç de rahatla!
– Şey… Yok bir şey abi… Mektubu okuyunca şaşırdım…
– Kötü bir haber mi yazıyor? Sevgilinden mi bu mektup? Sıkıntıdan çok terledin birdenbire…
– Hayır! Kız arkadaşımdan… Kötü bir haber değil de… Şey… Nasıl desem ki? Beni sevdiğini söylüyor galiba.
– Ne güzel işte… Neden bu kadar heyecanlandın ki? Öyle sanıyorum ki senin söyleyemediğini o sana söylemiş olmalı.
– Galiba öyle abi…
– Sakin ol ve gözlerini kapat! Onu düşün… Hayal kur… Sonra uyu… Yine olmadı dua et gönlünce…
– Teşekkür ederim size…
Yaklaşık beş saat süren yolculuk boyunca Elif’le birlikte geçen bütün günleri, yaşadıkları güzel ya da zor anları bir bir yeniden yaşarcasına film şeridi gibi hatırladı. Evine ulaştığında yol yorgunluğundan ziyade zihnî yorgunluğu yüzünden anlaşılıyordu. Her zamanki gibi kendisini karşılayan annesiyle hasretle kucaklaştı. Annesi merak içinde:
– Ne oldu yavrum? Pek hüzünlü görünüyorsun. Mezun olamadın mı yoksa?
– Mezun oldum anneciğim. Yol yorgunluğu var üzerimde, biraz da uykusuzum.
– İyi öyleyse… Aman başka bir sıkıntın olmasın da…
Akşam yemeğinden sonra kendisini kutlamaya gelen akrabaları ve arkadaşlarıyla konuşurken bile aklında Elif’in mektubunda yazılanlar vardı. Diğer yandan da Canan’ı göreceği anı sabırsızlıkla bekliyordu.
İlhan, gece yarısı misafirler gittikten sonra iki kız kardeşiyle evin ikinci katındaki odada konuşurken aklına birdenbire geleni yapmaya karar verdi. Fatma ve Sultan’la her şeyi konuşup onlarla paylaşabiliyordu. Onların fikrini alarak mektupta verilen mesajı anlamak istiyordu.
– Şimdi size bir mektup vereceğim; önce okuyun, sonra yorumlayın. Yorumlarınızı ayrı ayrı istiyorum. Mektupta isim görünmeyecek, mektubu yazanın cinsiyeti de belli değil… Tamam mı Fatma? Önce sen oku istersen.
– Peki abi… Böylece bize bir ödev vererek öğretmenliğe hemen başladın galiba…
Fatma’nın yorumuna göre “Bu mektup, seni çok seven bir arkadaşının seni takdir ettiği, hep beğendiği bir insan olarak seni unutmayacağını belirten iyi bir dost mektubu… Sultan ise “Bu mektubu yazan eğer kız ise sana âşık… Erkekse bilemem… Daha fazla söze gerek yok…” dedi. Kafası karışıktı İlhan’ın… Ne diyeceğini bilemedi. Kız kardeşleri de şaşırmıştı bu duruma. Çok incelikle ve akıllıca yazılmış mektubu eline aldı ve özel belgelerini muhafaza ettiği kilitli çantaya ömür boyu saklamak üzere koydu. İlhan’a göre esas mesele şimdi başlamıştı. Yaklaşık bir ay sonra gideceği öğretmenlik sınavından önce Elif’e bu mektubun cevabını yazmalıydı. Daha önemlisi ne ya da neler yazacaktı? Muamma dolu günler çoktan başlamıştı İlhan için…
Öğretmenlik sınavına kadar geçecek zamanı iyi değerlendirmek isteyen İlhan, diğer yandan da Canan’la bir yolunu bulup görüşmesi sadece on dakika sürmüş olmasına rağmen son derece mutlu olmuştu. Konuşmaktan çok bakışmayla geçen süre içinde İlhan’ın gönlünde tutuşan ateş harlanmıştı. Bakışları mihr, yüzü ay, gönlü nevbahar, dudağı gonca, dişleri inci, yanakları gül, kirpikleri ok, saçları yasemin, endamı servi olan Canan’ın kısacık sözleri bile bülbül sesinin nevasında gönlünden İlhan’ın kalbine akıyordu âdeta.
Elif, Antalya’daki yazlığa gidip deniz, güneş ve kumdan bir tatili tercih ettiğine pişman olmuş, İlhan’ın her zaman söylediği “Lütfen, bir kere de Karadeniz yaylalarında dinlenmeyi denesen olmaz mı? Güney sahillerinde tavuk gibi ya kızarıp ya da kavrulup geliyorsunuz!” sözünü bir kez daha hatırlamış ama Karadeniz yaylalarına gidecek fırsatı da kalmamıştı.
Derin düşünceler ve kimi zaman bunalımlar içindeki Elif, “İlhan bana mektup yazmış olsa da Ankara’daki evin adresine gider. Selma ablama telefon edeyim de posta kutumuza baksın. Acele postayla yazlığın bulunduğu adrese göndersin. Çatlayacağım vallahi… Hiçbir şey memnun ve tatmin etmiyor beni burada. Manevî boşluktayım sanki… Okuduğum gazetelerin ve dergilerin sanat ve edebiyat köşelerindeki yazıları beğenmez oldum. Gözlemcilik özelliği yok bu yazarların. Sadece gözlemcilik mi? Eleştiri ve yorumlama üslubunu da kaybetmişler; karalama ve okuyucuyu yönlendirmeye yönelik laf salatası yapıyorlar. İlhan ile bizim yaptığımız sohbetler daha çok haz veriyordu bana. Hafakanlar basıyor içimi… Ah be İlhan! Sen de olsaydın yanımda… Bir arada olma alışkanlığı mı, yoksa seviyor muyum ben İlhan’ı? diyordu.
Günler kimine göre çabuk geçti, kimine göre geçmek bilmedi… Öğretmenlik sınavı öncesinde her zamanki buluşma noktası olan Ankara- Kızılay’da İlhan’la buluştuğunda Elif’in sevinci ve mutluluğunun derecesini etrafta gören herkesin fark ettiği aşikârdı. İlhan’ın da ciddiyeti sezilecek derecede idi. Duygularını frenleyen İlhan ile her düşüncesini ve duygusunu apaçık yaşayan bir Elif vardı orada. Hasret dolu geçen üç beş haftalık zamanda neler yaptıklarını ve hissettiklerini ayrıntılarıyla anlattılar birbirlerine. İlhan, Canan’la olan gönül bağını Elif’le paylaşmak istedi ama buna bir türlü fırsat bulamadı. Onun bu durumu nasıl karşılayacağını tahmin edemiyordu. Canan’dan dolayı