Название | Göğsümüzdeki Nâr |
---|---|
Автор произведения | Banu Sancak |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-84-5 |
Gagasını ballayan -kumru- gibi sev beni!
Adem ile Havva’dan, süregelir bu böyle,
Bildiğini direten, yalnız ben miyim söyle?
Nasıl seveceğini, bak anlatayım şöyle;
Annesinden yese de sert okkalı bir -şamar-
“Anne” diye ağlayan -yavru- gibi sev beni!
Çıktığı dağın bile, haberi yok keşişten,
Bir Leyla’yı sevmeyen, ne anlasın sevişten?
Aşkı yüreğine sor, bak geçmeden iş işten.
Vuslat saklı bir sırdır, göğsünde coşar -ikrar
Bir dervişin çağlayan -sadrı- gibi sev beni!
Hükmün gücü sendeyken, bana düşmez bu yargı,
Adaletin şerhiyle, ikiz kardeştir kaygı,
“Kral çıplak!” diyene, bir gün duyulur saygı.
Cübbe ile kaftanı, savaştırsın bu -karar
Kadı’nın taht sallayan -tavrı- gibi sev beni!
VEBALI BİR VEDA
Göğsümde asırların, sancı yüklü zulası,
Davası insan olan, kavgadan geliyorum.
Ateşlere düşünce, dünyanın pusulası,
Enginlerde kar gibi, içime eriyorum.
Gövdemdeki sulara, gömülüyorken ey yâr!
Gönlün güvertesinde, sislenen bir veda var.
Öptüğün yerlerimde, uğultulu bir ayin,
Sarsılır cezbelerde yas kuşanır şehrâyin,
Aynalarda sır gibi, gayet mağrur ve narin,
Ömrün son kertesinde, süslenen bir geda var.
Hani derdin ya bana, yer demir gök bakırdı,
Toprağın her karışı, türbe ile yatırdı,
Hani güneş batsa da bu gökyüzü kalırdı,
Bak göğün kubbesinde, paslanan bir sema var.
Tabut denen son ata, dostlarımız bindirir,
Mevtaları mezara, en yakını indirir,
Dünyanın sızısını, yalnız toprak dindirir.
Matemin hanesinde, seslenen bir selâ var.
Çıkmam Elif demeden, fergâbın zirvesine,
Sımsıkıya bağlanmam, hayatın neşvesine,
Oysa kanmak kolaydı, dünyanın cilvesine
Cevherin zerresinde, gizlenen bir Hüdâ var.
Mümkün müdür seninle, yasımızı üleşmek?
Çaresiz bir çareyle, ecel ile yüzleşmek,
Sırtımı yere vurdu, acı ile güreşmek,
Kaderin kündesinde, uslanan bir hevâ var.
Şirke kafa tutanlar, bu meydanda buluşsun
Hak batıla hücumla , Allah için vuruşsun,
O an ağıtlar susup ellerimiz konuşsun,
Mahşerin perdesinde, taşlanan bir belâ var
Küfür kusuyor Deccal, iradesi şeytanda,
Nemrut hala yaşıyor, Firavun ve Haman da
İnsan eti yediler, eyvah ahir zamanda,
İblisin uhdesinde, beslenen bir veba var.
O LEYLA BEN DEĞİLİM
O’nu benden sorma Derviş, rûhum ateş çemberi,
Çektiğim kara perdeler, kor gecemin siperi.
Kurşun gibi ağır gövdem, döşeğimdeki dara,
Düşlerimde tomur -tomur- göğsümdeki bu yara,
Sana doğru söylemişler, adım Leyla’dır ama
Perde perde aradığın, O Leyla ben değilim.
Bu nasıl uykudur Derviş, ölümün eşiğinde?
Sandım ki anam sallıyor, aynalı beşiğimde.
Gözlerim bir başka mahur, yandığını sezeli,
Leyla ile aram -hoştur- öteleri gezeli,
Bilirim ki senin Leyla’n, âlem’in en güzeli,
Sönmüş ferde aradığın, O Leyla ben değilim.
İşte benim Leyla’m deyip al bastırdın düşüme,
Yitik mezar taşı gibi, gelip çöktün döşüme.
Tam çukura düşüyorken, tuttu beni bir hoca,
Selam size ehli -kubur- Hû! diyebildim anca,
Ben sararıp soluyorken, Leyla ki her dem gonca,
Fâni yerde aradığın, O Leyla ben değilim.
Aklını yitirmiş derim, kâfir diyemem sana,
Şeytan boş bir kalbe girmez, lütfedip anlasana.
Kulak kesil içindeki, yankılanan o sese
Kalbin Leyla diye -vurur- sakın kanma iblise,
Bil ki büyük imtihandır, bu ateşli hadise,
Bu mahşerde aradığın, O Leyla ben değilim.
Bu savaşın ortasında, ben sana yol olamam,
Kibriya’nın lütfu varken, hem sana kul olamam.
Kendini azat etmişsin, gönlün uslanmaz serkeş,
Orduların yolda – mahsur- dört bir yanın kemankeş,
Sana senden daha yakın, olan aşkınla yüzleş,
Boş seferde aradığın, O Leyla ben değilim.
O’nu benden sorma Derviş, bende Leyla izleri,
Âlemlerin ardındaki, o izlerin gizleri.
Süveydanın gölgesidir, kalbindeki bu kara
Leyla’yı kendine -sordur- senden içeri ara,
Sana doğru söylemişler, adım Leyla’dır ama
Kanıp şerde aradığın, O Leyla ben değilim.
EFSUNLU GECE
Efsunlu gece, sırlı kuyulara düştüm,
Suda su yanar, billur kandiller yalımlı…
Melek görürken, kızıl albızla gülüştüm,
Tövbe Estâğfur; solumdan yazarın mı var?
Parslardan kıvrak, yılkı atlardan çalımlı,
Her yenilgimde şahlanan nazarın mı var?
Umdum derince, aşikâra yol vermeden,
İsyanlar zorba, istilâyla hercümercim.
Pulun eyledin, aşkın sırrına ermeden,
Başım üstünde, salladığın zarın mı var?
Sarsıldım yine, yere düştü gönül mercim,
Her yenilgimde can yakan azarın mı var?
Aşıklar yitip basınca sırra kâdemi,
Yerle bir olsun, var ise benlikten tahtım…
Geldiğin