Название | Adsız-Alışmak-Mandalina Kabuğu |
---|---|
Автор произведения | Samed Behrengi |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-121-957-8 |
Adsız – Alışmak – Mandalina Kabuğu
Adsız
Kadın, keş aşından bir kâseye doldurdu ve bir parça bayat ekmekle birlikte kocasının önüne koydu, bir yandan da söyleniyordu:
“Al da zıkkımlan! Bunu da binbir güçlükle bulup yapabildim!”
Adamcağız kendi kendine düşündü:
“O zaman sana daha dün sabah verdiğim parayla ne yaptın? Sabahtan akşama kadar güneşin alnında çalış çabala, yemekte önüne gelen de keş aşıyla bir parça bayat ekmek olsun. Çok güzel!”
Kadın, kocasının hemen başucunda dikiliyordu, hani olur da adamcağız şikâyetvari bir şeyler mırıldanacak olursa hemen lafı ağzına tıkamak niyetindeydi. Baktı ki kocası bir şey demiyor, o da mutfağa gitti ve ocakta pişmekte olan omletin tadına baktı. Ocağın bir gözünde cız cız edip pişmekte olan kızarmış tavukları ters çevirdi, kabakların kabuklarını soyup tavaya dizdi. Tereyağıyla balı da bir kapta güzelce yan yana koydu… Rengârenk ve zengin sofrası hemen hemen hazırdı. Sonra kocasının yanına geçti. Kocası yavan keş aşını bayat bir parça ekmekle yiyor ve bir taraftan da esniyordu. Kocasına,
“Canım güveç çekti, hemen pazardaki güveççiye koş, oradan sıcak bir güveç al da gel” dedi.
Adamın o sırada aklındaki yegâne şey, öğle yemeğinin ağırlığıyla tatlı bir uyku çekmekti. Karısının bu talimatına yüzü asıldı ve ağzının içinden mırıldandı:
“Yahu şunu bir saat sonra alsam ne olur sanki? Hem güveci ne yapacaksın şimdi? Her gün her gün güveç… Haftada yedi tane güveç yapar.”
Kadın bu sözlere bir cevap vermedi. Dışarıdan gelen bir köpek havlaması duyunca, ikinci kattan sokağa bakan ufak bir pencereyi açtı. Sokağa şöyle bir göz attı ve birisine, “Biraz bekle, şimdi çıkıp gidecek almaya, haber vereceğim sana, bekle…” dedi.
Sonra da pencereyi kapattı. İyice huysuz bir ses tonuyla, “Hay canın çıksın senin de kötü komşu gibi!” diye söylendi.
Kocası bir şey sormasın diye böyle söylemişti. Adam tam da konuştuğu kişinin kim olduğunu sormaya hazırlanıyordu ki bu konuyu açarak, güveç almaya gitme meselesini de unutturmaktı amacı. Ama karısı baskın çıktı;
“Duymadın mı, gidip bir güveç almanı söyledim sana!” diye bağırdı.
Adam kendi kendine “Acaba niye?” diye düşündü. Kadın, kocasının kapının eşiğinde asılı bulunan ceketinin cebine elini attı ve anahtarı bulup çıkardı:
“Anahtarın bende kalsın, geldiğinde kapıya vurursun, ben gelir açarım, şimdi uykusuzluktan ölüyorum.”
Bunları dedikten sonra, makyaj ve bakım odası da denilebilecek olan odaya geçti. Elbiselerini çıkardı. Bütün vücuduna güzel kokular sürdü. En güzel elbisesini giydi. Saçlarını güzelce taradı, parfüm sürdü. Kocası hemen çıkıp gitsin ve kendisini evde yalnız bıraksın diye, kısa kısa konuşmuştu onunla. O gittikten sonra, yeni gelin gibi süslenmiş olarak odaya girdi ve doğruca demin çıktığı pencereye gitti. Kocası, sokağın köşesini dönerken, uzun boylu ve şık giyimli bir gençle karşılaştı. Uykusuz olduğu için dikkatsizdi, adamın ayakkabısına basınca bir sövgü işitti:
“Önüne baksana be serseri!”
Güveççilerin yeri, şehrin neredeyse öteki ucunda sayılırdı. Oraya varana kadar bir saat zaman geçti. Önüne gelen ilk güveççiden içeri daldı,
“Beni karım yolladı, güveç çekmiş canı, varsa ver de gideyim” dedi.
Güveççi bu söze kahkahayla güldü, biraz sonra kahkahasına zorla ara vererek, hemen yanı başındaki dükkâna doğru seslendi gülerek:
“Duydun mu Güveççi Meşdi Gazanfer? Şu bizim adamı karısı yine güveç almaya yollamış! Hah… hah… hah…”
O da sinsi bir kahkaha koyuverdi, sesinden pazarın sokakları çınladı. Kahkahalarının arasından komşusuna seslendi:
“Güveççi Seyyid Kazım Abi! Tam da şu ahmak herifi bir daha görsem diyordun. İşte bak da gör. Karısı yine güveç almaya yollamış adamı! Hah… hah… hah…”
Güveççi Seyyid Kazım Abi bu söze öyle bir güldü ki dalgasının şiddetinden elindeki iki güveç kayıp yere düştü ve ortalığa saçıldı. O da şen kahkahasını yakınındaki esnaftan üçüne bulaştırdı:
“Kerbela yolcusu, Seyyid Hüseyni, Güveççi Musa! Bak bak! Karısı yine yollamış güveç almaya. Hah… hah… hah…”
Hepsinin neşeli kahkahaları bütün pazarı doldurdu neredeyse. Etraftaki bütün güveççiler adamcağızın başına toplanmış, hâline gülüp duruyor, dalga geçiyorlardı. Bu kadar gülüşüp eğlenmenin sonunda, her zaman yaptıkları gibi adamın yirmi Riyalini alıp güveci eline tutuşturdular ve pazardan yolladılar.
Adamın evine varabilmesi bir saatini daha aldı. Kapıyı çaldı, ama açılmadı. Bir kere daha çaldı. Yine açılmadı. O an kapıya bir tekme savurmak geçti içinden. Ödül niyetine, kapının üstünden bir tuğla düştü üstüne, kafası yarıldı. Bir şey demedi. Elini kafasına götürdü, kendi kıpkırmızı kanına baktı ve acı acı gülümsedi.
Bu sırada, yukarıdaki ufak pencere açıldı ve karısının sesini duydu:
“Güveç getirdin mi?”
Kocası başını salladı, kadın bunun üzerine;
“İyi oldu getirdiğin, peki içine ne kadar tuz koymam gerekiyormuş, onu da sordun mu?” dedi.
Zavallı adamcağız bunu sormamıştı işte. Bunu hiçbir zaman sormazdı ki zaten! Her zaman gidip güveci alır getirir, ama hiçbirinde içine ne kadar tuz koymaları gerektiğini sormazdı. Çünkü, sormakla sormamanın bir olduğunu bilirdi. Bunu soracak olsa, karısı bu sefer de başka bir şeyi bahane edecekti:
“Peki o zaman, bir sor bakalım içine ne kadar su koymak gerekiyormuş? Bir sor bakalım nohut da katacak mıymışım? Bir sor bakalım…”
İşte bu yüzden bu tür soruları hiç sormazdı. Kadın da bunu duyunca çıldırmış gibi bağırıp çağırdı kocasına:
“Hay boynunun altında kalasın inşallah, sana yüz defa demedim mi tuz koyup koymayacağımı sor diye! Şimdi hemen gidip sor da gel çabuk, yallah! Niye sormuyorsun şunu yahu? Artık eskisi gibi sana acıyıp da göndermeyeceğimi, kapıyı açıp seni içeri alacağımı mı sandın, ha? Artık yeter, burama geldi! Hemen gidip soruyorsun, yoksa kıyamet gününe kadar kapının önünde öylece dikilirsin!”
Adam bir anda burnunun ucundan aşağı damlamakta olan kanı fark etti. Karısının sesini duyuyordu ama kendisini görmüyordu. Aynı anda bir başka kişinin nefes nefese kalmış sesini de duyabiliyordu evin içinden.
Karısı yeniden çığırmaya başladı:
“Niye orada dikilip duruyorsun hâlâ? Ne dedim sana…”
Ama kadının sözleri yarım kaldı. Birisi ya da bir şey uzanıp kadını geri çekti ve bir erkek eli pencereyi -evet, evin penceresini- içeriden kapattı. Adam, yüzü gözü kan içinde, tekrar güveççiler çarşısının yolunu tuttu ve biraz önce girdiği dükkâna yeniden girip;
“Karım güvece ne kadar tuz katması gerektiğini soruyor” dedi.
Güveççi, elini uzatıp adamın kafasındaki kana parmağını sürdü, baktı ki kafası kandan ıslanmış, “İyi, hâlâ hayattasın!” diye dalgasını geçti.
Sonra eskisinden çok daha şiddetli bir kahkaha koy-verdi ve sağında solundaki esnafı da bağıra çağıra velveleye ortak etti:
“Hey, Güveççi Meşdi Gazanfer! Baksana, bizim adamı karısı yine çarşıya yollamış. Ne kadar tuz koyacağını merak etmişmiş. Demedim mi ben sana? Hah… hah… hah…”
Biraz önceki sahne yeniden