Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram

Читать онлайн.
Название Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?
Автор произведения Mikâil Bayram
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-605-121-894-6



Скачать книгу

odayı bana verdi. Onun oğlu da benim sınıf arkadaşımdı. Dolayısıyla senenin birini de o handa geçirdim. Bu arada babam o adamın parasını veremedi. O da beni handan çıkardı.

      Yemek filan ne yapıyorsunuz?

      Her cumartesi günü Saray’a giderdim. Özalp ile Saray arası 17 km’dir. Düşünün; cumartesi günü öğleden sonra 17 km yaya yürüyorum, Saray’a gidiyorum. Pazar günü orada yatıyorum pazartesi günü sabah namazında Saray’dan çıkıyorum geliyorum 9’da derse yetişiyorum.

      Otobüs filan yok.

      Yoktu hiç yoktu. Hele kışın kar olurdu; böyle gider gelirdim. Her gidiş gelişimde ekmek (bizim yufkalar olurdu böyle) peynir getirirdim, bütün gıdam oydu, peynir ekmek.

      Sınıfta 10 kişisiniz. 15 yaşında bir gençsiniz. Arkadaşlarınızdan, halktan, öğretmenlerinizden beraber yemek yiyelim, sahiplenelim diyen yok muydu?

      Bazen sınıf arkadaşlarım beni evlerine götürürlerdi. Orada yemek yerdim. Doğrusunu söylemek gerekirse çalışkandım. Çalışkan olduğumdan dolayı arkadaşlarım benden ders alırlardı. Dolayısıyla beni evlerine götürürlerdi. Hem onlara ders verir, hem de orada yer içerdim. Fakat o adam beni handaki odadan çıkarınca bizim köylünün birisi gelmiş Özalp’te bir terzi dükkânı açmış, terzi dükkânını da bir perde ile bölüp içine bir somya koymuş. Aşağı yukarı 2-3 ay o somyada uyudum. Köylümüzle sırt sırta sabahlardık.

      Şair Yönünü Kim Keşfetti?

      O yıllarda Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde medreseler yaygın. Hatta halk yeni rejime karşı çok tepkili. Aman çocuklarınızı devletin okuluna göndermeyin diyorlar. Bir müddet sonra da çocuk askere gidecek, okuyup yazacak, ticaret yapacak, hiç değilse ilkokulu bitirsin diye müsaade ediliyor. Ama kız çocuklarına izin verilmiyor. Buna karşın ilkokulu bitirir bitirmez de dinî eğitime gönderiyorlar. Dinî eğitim veren kurumların yapısı nasıldı?

      Az önce bahsettiğim Yekkoş denilen hoca efendi Saray’da 3-4 kişiye ders verirdi. Bir de İran’dan gelen hocama ders verirdi. Onunla İran edebiyatının klasik eserlerini okurlardı. Ben o sıralarda ortaokula devam ediyordum. Okulda öğretilenler bana yetmiyordu. Daha çok şey öğrenmek istiyordum. Dolayısıyla Tahir Hocanın yanında Farsça öğrenmeye başladım. Tabii Tahir Hoca’dan Farsça dersi aldığım dönemlerde birlikte belli zamanlarda Yekkoş’un yanına gidiyorduk.

      Onlar ders çalışırken ben de onları anlamaya çalışıyordum. Bir defasında Tahir Hoca, “Mikâil şiir yazıyor.” dedi. O da benden bir şiir okumamı istedi. Ben de halk türü bir şiiri ona okuyunca hoşuna gitti. O andan itibaren bana aruz dersi vermeye başladılar. Yani hem Yekkoş Hoca hem onun talebesi olan Tahir Hoca bana aruz dersi vermeye başladılar.

      Ben aşağı-yukarı bir sene yaz tatili boyunca o iki hocamdan hem Farsça öğrendim, hem aruz ilmi okudum. Tabii liseye gidince o öğrendiklerim çok işime yaradı. Özellikle lisede. Ortaokulda daha çok saz çalmaya özeniyordum. Doğrusu saz çalmayı, âşıklık yapmayı istiyordum. Birkaç tane de âşık görmüştüm, zaten bizim ailede de vardı. Az önce dedim ya amcam böyle şiir yazarmış. Bazı âşıklar Saray’a gelirlerdi. Gelenlerden birisi Tercanlı Davut Sulari idi. Benim talebe olduğum sıralarda Davut Sulari Saray’a gelirdi. Saray’da da onu dinlemeyi çok severlerdi. Onlara para hesabından çok buğday verirlerdi. Sonra Erzurum Tortum’dan âşık Ummanî Can Saray’a her yaz gelirdi. Özellikle de harman zamanı gelirdi. Âşık Ummanî’ye çok yardım ederlerdi.

      Âşık Ummanî’ye, Davut Sulari’ye, Reyhani’ye özenerek ben de saz çalmaya çalıştım ve arzum da âşık olmaktı. Çıkacağım yollara para toplayacağım gibi düşünüyordum. Hatta bir köylümüz ben âşık olduğumda bana yardımcı olup para kazanmayı hayal ediyordu. O yüzden beni o yöne sevk etmeye çalışıyordu.

      33’ler Olayının Aslı Nedir?

      33’ler olayını anlatır mısınız?

      Tarih 12 Haziran 1943… Saray, hemen İran hududunun yakınında. Çıplak gözle dahi hudut taşlarını görebiliyorsun. O yörede bazen İranlılar geliyorlar, Türkiye’ye giriyorlar, hayvan çalıp götürüyorlar. Bizimkiler de İran’a gidip hayvan çalıp getiriyorlar. Hayvan kaçakçılığı yapıyorlar yani.

      Şimdi senenin birinde bizim Saray’ın sığır sürüsü hududa çıkıyor. Orada otlayacak. İki tane de çoban var. İran’dan bir grup insan hududu geçip çobanlardan birinin elini ayağını bağlıyor, öbürü kaçıyor.

      Önlerine bir miktar sığırı katıp İran’a sürüyorlar. Kaçan çocuk Saray’a haber veriyor. Tabii Saray’dakiler de hemen gidip süvari taburuna haber veriyorlar. “İran’dan geldiler sığırlarımızı götürüyorlar. Hududa çıkınca kurtarın sürülerimizi…” diyorlar. Tabur komutanı harekete geçiyor, kaymakam harekete geçiyor.

      Bu sefer köylüler silahlarını alıp hududa gidiyorlar. İranlılarla müsademeye girişiyorlar. İranlılar önlerine kattığı hayvanların arasına giriyorlar tabii ateş sırasında da hayvanlar isabet alıyor. İranlılar hayvanları siper gibi kullanıyorlar, çok sayıda hayvan telef oluyor.

      Fakat sonunda İranlılar bırakıp kaçıyorlar. Bizimkiler de gidiyorlar hayvanlarını geri getiriyorlar. Tabii birçok hayvan telef olunca bizimkiler ondan sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bir dilekçe yazıp tabur komutanını, kaymakamı şikâyet ediyorlar. Hududa asker göndermedikleri için hayvanları kurtaramadıklarını söylüyorlar. Şikâyet mektubu cumhurbaşkanına gidince cumhurbaşkanı Diyarbekir Kolordu Komutanı Mustafa Muğlalı’ya durumu bildiriyor.

      Bizimkiler tabur komutanını, kaymakamı şikâyet edince kaymakamla tabur komutanı da köylüleri şikâyet ediyor, Saraylıları şikâyet ediyor. Bunlar birbirleriyle akraba. İran’daki akrabaları geliyor, bunlar onlara yataklık yapıyorlar, kaçakçılık yapıyorlar.

      Tabii iki taraftan da şikâyetler gidince cumhurbaşkanı, “Saray’da devlet ile halk birbirine giriyor. Git duruma vaziyet et!” diye Mustafa Muğlalı’ya talimat veriyor. Muğlalı general de Diyarbekir’den Van’a geliyor. Van valisiyle Van’daki yetkililere “Kimin İran’da akrabası varsa bunları tespit edin.” diyor.

      Bizim Saray’ın hemen yanı başında bir köy var; Sırımlı. Sırımlı Köyü hududa daha yakın olduğu için şüpheler bu Sırımlı Köyü üzerinde toplanıyor. Sırımlı köylüler kendi akrabalarını getirdiler, kendi köylerinde onları barındırdılar ondan sonra sürüsünü götürüyorlar. Ondan sonra gidiyorlar, o Sırımlı Köyü’nde İran’da akrabası olan aileleri tespit ediyorlar. Anlatıldığı kadarıyla 173 kişi tespit ediyorlar. Bu tespit edilen 173 kişiden bir kısmı o Sırımlı köyünden, bir kısmı da Saray’ın içinden, hatta babam dahi var. Bizim de akrabalarımız var orada.

      Bu kişileri tespit ediyorlar. İkinci bir emirle Mustafa Muğlalı, Saray’daki tabur komutanına diyor ki o Sırımlı köyündeki İran’daki akrabası olanların hepsini toplayın ve götürün hudutta kurşuna dizin.

      Tabur komutanı jandarmalarla birlikte Sırımlı Köyü’ne gece gidiyor. Işığı yanan evlerdeki erkekleri topluyorlar. Bir ev var; Temo’nun askerden oğlu yeni geldiği için köylüler oraya hoşgeldine gitmişler. Temo, Timur’un Kürtçesi. O eve gelip, o çocuğu ziyarete gelenlerin hepsini topluyorlar. Netice itibariyle 33 kişiyi topluyorlar. Saray’daki karakola getiriyorlar. Erken saatte bu 33 kişiyi önlerine katıp sınırda Engiz denilen bir köye götürüyorlar. Götürülenler arasında askerden izne gelen o çocuk da var. Ondan sonra bir başka köyden İsmail adında birisi var, o köye misafir olarak gelmiş. Kapıköy dediğimiz bir yerden bir adam var. Bunları alıp Engiz’e dereye iniyorlar. Bunları zincirle birbirine bağlıyorlar.