Название | Cezmi |
---|---|
Автор произведения | Namık Kemal |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-17-3 |
Cirit için gereken şeyler hayvanın eyerinde mevcuttu. Cezmi, binek taşına gelince hayvanı seyretmek istiyormuş gibi bir tavırla aşağıya indi. Dizgininden tutarak hayvanın başını birkaç kere öteye beriye çevirdikten sonra, birden sıçrayarak üzerine atladı. Hayvan gerçi aksiydi, dikkafalıydı; fakat Cezmi üzerine atlar atlamaz, efendisini görmüş acemi bir köle gibi yumuşayıverdi. Cezmi de oradakileri selamlayarak kapıdan çıktı, atlıların arasına karıştı.
Oyunda cirit atmak, kovaladığını istediği yerinden vurmak, eyer boşaltarak gelen değnekleri savuşturmak, bir eliyle atın yelesine sarılarak, öteki eliyle yerden değnek kapmak, belinden yukarısıyla arkaya dönerek üzerine atılan ciritleri tutmak hususlarında o kadar büyük bir ustalık gösterdi ki, seyredenlerin hepsi hayran oldu.
Böyle genç bir sipahinin binicilikte saray ağalarına varıncaya kadar üstünlük göstermesi, Sokullu Mehmet Paşa’nın konağından bu manzarayı seyreden Ferhat Ağa’nın binicilik damarlarına dokundu. Sadrazama:
“Bu çocukla benden başka uğraşacak kimse yok, müsaade buyurunuz!” diye veda ederek atına atladı, o da alanda dolaşmaya başladı.
Ferhat Ağa, gerçekten zamanının en usta binicisiydi. Birkaç kere alanın bir başından öbür başına gitti geldi, birkaç kere Cezmi’nin ciritini savuşturdu, fakat kendi Cezmi’ye bir değnek bile vuramadı. Nihayet ustalığı sayesinde Cezmi’yi Ahmet Paşa Konağı’nın önünde sıkıştırdı. Cezmi eyer boşaltmak istedi. Arkaya dönüp değnek tutmak umuduna kapıldı. Ferhat Ağa’nın atı gayet terbiyeli, kendi bindiği at ise çok huysuz olduğundan, bir türlü atının başını istediği yolda idare edemedi. Ne kadar ustalık, ne kadar marifet gösterse, yine değnek yiyeceğini ve sonuçta yenilmiş sayılacağını anladı. Birkaç kere değnekle hayvanın boynuna çarparak tavlanın arka kapısına çevirdi.
O kapı ise vaktin âdetince, yalnız bir hayvan girebilecek kadar alçaktı. Kapının üzerindeki duvar ise bir değil, bin kafa parçalayacak derecede sağlamdı. Kapıdan sadece at sığabilir ve geçerken belki eyeri bile sürünürdü.
Ferhat Ağa, bu durumu görünce telaşa düştü. Dünyanın en kıymetli adamlarından sayılan ve biniciliğin gelecekteki en büyük ümitlerinden görünen böyle genç bir sipahiyi -çocukların oynarken kırdıkları oyuncaklar gibi- boş yere kaybedeceğinden dolayı son derece canı sıkıldı:
“Oğlum, hayvanın başını sola doğru çevir, duvara çarpacaksın!” diye bağırmaya başladı.
Cezmi ise hiç aldırmıyor, yoluna devam ediyordu. Kapıya birkaç adım kalır kalmaz eyer boşalttı. Fakat boşaltırken iki ayağını birden üzengiden çıkardı. Hayvan başını pek yukarı kaldırmasın diye sağ elini atın kolanına bağlanan ve dilimizde palan denilen kayışa, sol elini de gemine atarak hayvanın karın altına sokuldu, tavlaya sağ salim girdi.
Tavla karanlıktı, fakat hayvan yemliğine alışık olduğundan orada da bir kaza olmadı.
Cezmi, atın karın altından sıyrıldı, ufak kapıdan dışarı fırladı. Koşup Ferhat Ağa’nın üzengisini öptü. Her gün, her istediği vakit yanına serbestçe gidip gelmek için emir aldı. Aldığı emir ise o zamanların anlamına göre, devlet katında yükselmek için apaçık bir yoldu.
9
Cezmi’nin Şair Nev’î ile tanışmasına gelince: Bu, öyle tehlikeli bir olay neticesinde olmadı, Cezmi’nin yaradılışındaki şairliğin yardımıyla oldu.
Cezmi’nin Ahmet Paşa Konağı’ndaki arkadaşı, paşanın tezkireci yamaklarından kendi yaşında bir delikanlıydı. Arkadaşı Cezmi’nin Mirahur Ağa’dan iltifat görmesine, dolayısıyla vasıta olmak gibi hayırlı bir iş yaptığı için övünüyordu ve bu övünç ile, açılan ikbal yolu sanki kendisine aitmiş gibi, Fatih civarındaki evinde Cezmi’ye bir de ziyafet vermişti. Bu ziyafete saray has oda takımından ve Sokullu dairesinden, ziyafet sahibinin kapı yoldaşlarından beş altı kişi de davetliydiler. Yemeye içmeye başladılar. Söz konusu döne dolaşa Cezmi’nin cirit olayına geldi. Her biri Cezmi’yi ayrı ayrı övmeye başladılar. Nihayet lakırtı Ferhat Ağa’nın teveccühünün kendisi için ne kadar yükselmelere başlangıç olabileceğine döküldü. Hatta içlerinden biri:
“Bir iki gece evvel rüyamda ata binmiştim. Devlete erersin, dediler. Hiçbir şey çıkmadı. Şimdi anlıyorum ki, rüyada ata binmekten bir şey elde edilmiyor. İnsan uyanıkken böyle ata binebilse devlet ayağına geliyor.” gibi nükteli sözler söylemeye başladı.
Cezmi ise bu övünmelerin hepsine karşılık:
“Eğer geçen günkü cirit oyunu benim için gerçekten yükselme vasıtası olacaksa, hem kendime hem devletin hâline acırım. Gösterdiğimiz marifet nedir ki devlet katında yükselmemizi gerektire? Bir kılıç tımarım var, o nimetin hakkını ne zaman ödedim ki başka bir devlet arzusuna düşeyim? Benim inancıma göre, hak etmeden yükselme, haklı mahrumiyetten bin kat fenadır. Kendi kendisini bulunduğu mertebeye layık görmeyen adam, halkın gözünde ne kadar küçüleceğini düşünürse utancından yerlere geçer. Şimdi mesela benim gösterdiğim meziyet, biraz ata binmek, biraz cirit atmaktan ibaret oluyor. Bu meziyetlerle olsam olsam iyi bir seyis veya maharetlice bir cirit öğretmeni olabilirim. Bu hâl ile beni tutsalar da mesela yüksek bir subay yapsalar, halkın karşısına ne yüzle çıkarım? Tanrı bana yükselme nasip ettiyse, o yükselmeye layık olduğumu ispatlayacak hizmetler kısmet etsin.” cevabını verdi.
Toplantıda bulunanlar, Cezmi’nin bu sözlerini yalancıktan alçak gönüllülüğe ve utancına yordular. Fakat gerçekte Cezmi, fikrini, vicdanını bu sözleriyle gayet samimi bir şekilde anlatmış oluyordu. Çünkü ikbale, ilerlemeye hevesli değildi. Ancak, hak ettiği takdirde yükselmeyi isterdi.
Sohbet ilerledikçe herkesin neşesi de artmaya başlamıştı. Mecliste hazır bulunanların hepsi az çok kültürlü insanlar olduğu gibi, müzikten de anlıyorlardı. Eğlence olarak bir ağızdan önce Baki’nin:
Hoş geldi bana meygedenin âb u havası
Billah ne güzel yerde yapılmış yıkılası 22
matlalı23 ve arkasından da Nev’î’nin:
Gönül hercayi dilber bi-hakikat neylesün Nev’î
Şikâyet bi-vefalardan şikâyet bi-vefalardan 24
maktalı25 gazellerini okumaya başladılar.
Okudukları şeyler, sanki orada bulunanların durumlarını ibret gözü önünde tasvir ediyordu. Zira kimi, Baki’nin beytiyle, içkiye hitaben sarhoşça övgülerde bulunuyor veya beddua ediyor; kimi de, Nev’î’nin mısralarıyla, aşk yüzünden uğradığı sitemleri birer birer hatırlayarak coşuyordu.
Cezmi ise vücudu sapasağlam, midesi gayet kuvvetli olduğundan içki kendisine pek dokunmuyordu. O, büsbütün başka bir terbiye almıştı. Aşktan anladığı mana ise tamamen başka olduğu için, sitemini görecek, cefasına katlanacak sevgilerle pek öyle sıkı fıkı düşüp kalkmadığı için, bu konuda hatırlayabileceği meşakkatleri de yoktu. Müziğe karşı da o güne değin pek öyle yakın bir ilgi göstermemiş, daha doğrusu müzisyen olmaya hiç heves etmemişti. Esasen heves etmiş olsa da tabiatı buna elverişli değildi.
Meclis
22
Meyhanenin suyu, havası bana pek hoş geldi. Yıkılası meyhane vallahi ne güzel yerde yapılmış.
23
Matla: Kaside veya gazelin ilk beyti.
24
Gönül, o gelgeç güzel pek hakikatsiz Nev’î ne yapsın? Vefasızlardan şikâyet, vefasızlardan şikâyet…
25
Makta: Kaside veya gazelin son beyti.