İkinci başlık, “Adalete İlişkin”den ne Devlet ne Aristo ne de diğer eski filozoflar alıntılar yapmıştır. Platon’un diğer Diyaloglar’ının ikinci adları gibi daha sonraki zamanlara ait olduğu düşünülebilir. Morgenstern ve bazıları, sözde amaç olan adaletin tanımının mı yoksa devletin yapısının mı kitabın asıl amacı olduğunu sorgulamışlardır. Yanıt ise ikisinin birden olduğudur. Yani ikisi de doğrudur. Devletin düzeni adalettir ve devlet de insan toplumunda adaletin gözle görünen, somut örneğidir. Biri ruhken diğeri vücuttur. Eski Yunan’daki devlet fikrinde de tıpkı ideal insan fikrindeki gibi, adil kafa adil vücutta bulunur. Hegelci söyleyişe göre devlet, adaletin idea olması fikrine dayanır. Ya da Hristiyan dilinde olduğu gibi, Tanrı’nın krallığı içimizdedir ve bir Kiliseye ya da görünür bir krallığa dönüşür; “ebedî cennetler içinde, insan eliyle yapılmamış bir ev” şeklinde dünyevi bir yapıya benzetilebilir. Yahut Platon gibi açıklamak gerekirse adalet ve devlet birer eğriliktir ve bu eğrilik yapının her yerinde görülebilir. Devletin oluşumu tamamlandığında, adalet olgusu tamamen göz ardı edilmiyor fakat eser boyunca -birey ruhunun içsel kuralları veya sonunda öbür tarafta vuku bulan ödül-ceza sistemi gibi- farklı adlar altında geçiyor. Erdemler, alışverişteki ortak dürüstlüğün karanlıkta kaldığı bir adalete dayalı. Adalet ise dünyadaki ahenk olarak tanımlanabilen doğruluk inancına dayalı. Bu adalet, hem devletin kurumlarında hem de tanrısal toplulukların eylemlerinde görülebilir. (Tim. 47) devletin ahlaki tarafından çok siyasi yönünü ele alan ve çoğunlukla dış dünyayla ilgili varsayımlar içeren Timeos’ta bile; devlete, doğaya ve insanlara hükmetmek için aynı yasaların gerekli olduğu geçer.
Yine de bu soru hem eski hem çağdaş zamanlarda çok sorulmuştur. Doğadaki ve sanattaki bütün eserlerin tasarım olarak adlandırıldığı bir eleştiri evresi vardır. Eski yazılarda (ya da genel olarak edebiyatta) genelde asıl tasarımın içinde kavranamayan büyük bir unsur kalır. Plan, yazarın elinden çıktığı için yazarken kendisine yeni fikirler geliverir. Başlamadan önce görüşünü yazının sonuna kadar nasıl yazacağını hesaplayamaz. Kitabın tamamının altında bir anlam arayan okuyucu en muğlak ve en genel olanı kapmalıdır. Bu yüzden, devlet fikrinin sıradan şekilde açıklanmasından memnuniyetsizlik duyan Stallbaum, kendine göre doğru açıklamayı “tamamen adaletle inşa edilmiş ve doğruya bağlı olarak yönetilen bir devletteki insanların hayatının temsili” olarak yapar. Böyle genel betimlemelerin içinde bazı işe yarar noktalar olabilir ama bunların, yazarın tasarımını yansıttığı pek de söylenemez. Doğrusu şudur ki ne bir taneden bahsettiğimiz gibi birkaç tasarımdan bahsedebiliriz ne de zihnin kendiliğinden vardığı ve genel amaçla çelişmeyen büyük plandaki herhangi bir kısmı çıkarmamız gerekir. Bir binada, plastik sanatlarda, şiirde, düzyazıda ne türde veya ne derecede bir uyum aranması gerektiği, bilim alanına göre belirlenmelidir. Platon’a göre ‘yazarın amacının’ ya da ‘Devlet’in başlıca tezinin ne olduğu’ sorgusu pek de anlaşılamaz ve böylece, ikisi de boş verilmelidir. (Phaidros’a Giriş, vol. I.)
Devlet, Platon’un zihninde devlet şeklinde yansıtılan üç ya da dört büyük gerçeğin bir aracı değil mi? Yahudi elçilerinin bahsettiği Mesih’in saltanatındaki gibi ya da “Hz. İsa’nın Günü”, Tanrı’nın çile çeken kulları ya da “Şifalı kanatlarıyla bize muhteşem dini ülkülerini taşıyan Doğruluk Güneşi” gibi, Platon da kitabında betimlediği Yunan Devleti aracılığıyla aslında bize, -gözle görülen dünyadaki güneş gibi- ilahi mükemmeliyet, insan mükemmeliyeti -yani adalet- küçükken başlayan ve sonraki yıllarda devam eden eğitim, insanlığın şeytani hükümdarları ve düzmece öğretmenleri olan ozanlar, sofistler ve diktatörler, onların vücut bulmuş hâli olan bu dünya ve dünyada var olmayıp cennette varlığını sürdüren ama insan hayatının düzenini belirleyen bir krallık hakkındaki düşüncelerini aktarıyor. Güneş ışınlarının onları delip geçtiği anda cennetteki bulutların olduğu kadar kendi içinde bütünlüğe sahip bir yaratı yoktur. Felsefi kurguda karanlığın ve aydınlığın, doğrunun ve doğruyu örten kurgunun herhangi bir türü kabul edilebilir. Hepsi aynı düzlemde değildir; fikirlerden mit ve kanılara, hakikatlerden mecazlara kolayca geçiş yapılır. Bunun -en azından büyük bir kısmı- düzyazı değil şiirdir ve tarihsel olasılıklara veya mantık kurallarına göre yargılanmamalıdır. Yazar, kendi fikirlerini sanatsal bir bütün şekline sokmaya çalışmaz; fikirleri onu ele geçirir ve artık ona fazla gelmeye başlar. Bu yüzden, Platon’un aklındaki gibi bir devlet yapısının hayata geçirilip geçirilemeyeceğini ya da yazarın aklına ilk olarak Devletin dışsal yapısının mı yoksa içindeki hayatın yapısının mı geldiğini sorgulamak mantıksız kaçar. Fikirlerinin hayata geçirilemeyişiyle doğrulukları arasında bir bağlantı olmadığı ve eriştiği en üst düşüncelerin, gerçekten en üst derecede “tasarım”ı taşıdığı kabul edilir ki bu tasarım, devletin dış çerçevesinden ziyade adalet, adaletten ziyade doğrudur. Muhteşem diyalektik bilimi ve fikirlerinin organizasyonunda aslında gerçek bir içerik yoktur. Onun yerine, bütün zamanların ve varoluşun izleyicisinin, üst bilgiyi kovalaması için gerekli olan bir tür yöntem ya da güç olduğu söylenebilir. Beşinci, altıncı ve yedinci kitaplarda Platon, “kurgunun zirvesi”ne ulaşır ve bunlar; çağdaş bir düşünürün ihtiyaçlarını karşılayamasa da eserin en özgün kısımları oldukları için en önemli kısımları sayılabilirler.
Konuşmanın geçtiği hayalî tarihe -diğerleri gibi kendisi tarafından da ileri sürülen MÖ 411 yılına- dayalı olarak bir kurgu yazarı ve Platon gibi kronolojik sırayı önemsememesi (Devlet. I. 336, Semp. vb.) ile ünlü, sadece genel ihtimalleri hedefleyen Boeckh tarafından yöneltilen küçük bir soruyu uzun uzadıya tartışmaya lüzum yok. Devlet’te adı geçen kişilerle bir gün bir yerde karşılaşması, kırk yıl sonra bu eseri okuyan bir Atinalı ya da kitabı yazdığı sırada Platon için (Oyunlarından birini düşündüğümüzde Shakespeare’in yaşadığından daha büyük değildir.) bir zorluk sayılmaz. Ve bizim de canımızı sıkmaz. Yine de bu cevabı olmayan bir soru olduğu için “hâlâ sorulmaya değer” bir soru olabilir çünkü görünen o ki tarihsel açıdan, Platon zamanlarıyla tartışamayız. Kronolojik sorunları önlemek için onları zoraki bir uzlaşmaya vardırmak zaman kaybı olur. Mesela şunlar da kronolojik sorunlardan sayılabilir, C. F. Hermann’ın varsayımına göre, Glaukon ve Adeimantos, Platon’un kardeşleri değil amcalarıdır, (Apol.) ayrıca Stallbaum’un düşüncesine göre Platon, bazı Diyaloglar’ın yazıldığı tarihlerdeki kronolojik hataları bilerek bırakmıştır.
Devlet’teki