Glaukon’un, “domuzlar şehri”ne olan hayal kırıklığı, daha safi devletteki lüks bakanlarının gülünç tasvirleri, sonradan eklenen doktor ihtiyacı, köpekten alınan koruyucu yapısının örneklemesi, kirli gizemler kutlandığında neredeyse bulunamayan kurbanın sunulmasının albenisi, Zeus’un babasına ve Hephaistos’un annesine olan davranışı; ciddi anlamı da olan birer mizah dokunuşlarıdır. Eğitimden bahsederken Platon bizi, bir çocuğun önce yalanlarla ve sonra gerçeklerle eğitilmesi gerektiğini söyleyerek biraz ürkütür. Bu, çocukların hem hayal gücü hem mantıkla eğitilmesi gerektiğini, zihinlerinin zamanla gelişeceğini, anlamadan öğrenmeleri gereken şeyler olduğunu söylemekten çok da farklı değildir. Çağdaş ahlak yazarlarından, doğru ve yanlış konularında farklı bir çizgi çizdiğinin kabul edilmesi gerekse de bu aynı zamanda Platon’un görüşünün özüdür. Bize göre ekonomiler veya düzenler, insan duyuları için gerekli ya da bilginin basit, cahil insanlara iletimine gerekli olmadıkça hoş görülmez. Şunun üzerinde durmalıyız ki söz, niyetten ayrılamaz ve mesela doğru olanın aleyhine yanlış şekilde hareket etmek veya söz söylemekteki gibi “sahte doğru” olmamalıyız. Fakat Platon kurguların kullanımını yalnızca iyi bir ahlaki etkisi olması gereğine ve yalancılık gibi böyle tehlikeli bir silahın sadece yöneticiler tarafından büyük amaçlar için kullanılmasıyla kısıtlardı.
Platon zamanında bir Yunan, dininin sadece tarihi bir olgu olup olmadığı sorusuna hiç önem vermezdi. Geçmişin bir tarihi olduğunu yeni yeni fark etmeye başlamıştı fakat Homeros ve Hesiodos’un ötesinde hiçbir şeyi göremezdi. Anlatılarının doğru ya da yanlış olması, Yunanistan’ın siyasi, sosyal yaşamını ciddi ölçüde etkilemezdi. Ahlaka aykırı olduklarını fark ettiklerinde insanlar, onların kurgu olduklarından şüphe etmeye başladılar. Ve dinlerde de böyledir: Önce ahlaka uygunlukları değerlendirilir, sonra kaydedildikleri belgelerin doğrulukları veya onlarla anlatılan doğal ve doğaüstü olaylar. Ama modern zamanlarda ve Protestan ülkelerde, belki Katoliklerde olduğundan daha fazla, tarihsel olayları ahlakla açıklamaya fazla yatkındık ve bazıları, belgelerin her tarafında insanüstü bir kesinlik görmedikçe dine inanmayı reddettiler. Eski veya dinî bir geçmişin olayları, bütün olayların en önemlilerindendir ama genelde şüphelilerdir ve onlardan çıkarılabilecek doğru dersi yalnızca kendimizi onların üstünde gördüğümüzde ediniriz. Bu fikirler, önemsiz olmasa da Platon’la bizim aramızdaki farkın ilk bakıştaki kadar önemli olmadığını gösterir. Çünkü ahlaki doğruyu dinî olandan önde tutmakta ve genellikle, bütün dinlerin ilk zamanlarında ortaya çıkan bu hataları ya da yanlış ifadelere aldırmamakta onunla aynı fikirde olmalıyız. Aynı zamanda, bir ülkedeki geleneklerdeki değişimlerin bir günde gerçekleşmediğini, bu yüzden bilim ve eleştirinin kınayacağı çoğu şeye hoşgörülü olduğunu biliyoruz.
Laf arasında, Hristiyanlıktan önce Reggio Calabrialı Thea-genes tarafından altıncı yüzyıl gibi ortaya atıldığı söylenen, mitolojinin kinayeli izahının aslında Platon döneminde kurulmuş olduğunu ve burada, farklı bir nedenden dolayı olsa da tıpkı Phaidros’taki gibi Platon tarafından reddedildiğini de ekliyoruz. Bu dinî veya hukuki kronolojik hatalar, insanlar medeniyetin bir başka aşamasına eriştiğinde evrensel tecrübeye uygun şekilde kurgular tarafından ortadan kaldırılmalıdır. Anlamlandırma sanatı harikadır ve bir kez keşfedildiğinde daima devam eden doğal sürece göre değiştirilemeyen şey açıklanarak önemi azaltılmıştır. Elle tutulur bir tutarsızlık olmaksızın iki tür din yan yana var olmuştur. Bir yanda tapınağın geleneksel ibadetinden gelen ve ozanların uydurduğu veya onlara miras kalmış bir gelenek. Diğer yanda, fikirler cennetinde yaşayan ama Asklepios’a bir horoz vermeyi ya da güneşin doğuşunda onun dualarını söylerken görünmeyi reddetmeyen filozofların dinleri vardı. Nihayetinde popüler din ile felsefi din arasındaki düşmanlık, -Yunanlar arasında bizim zamanımızdaki kadar yaygın olmasa da- ortadan kayboldu. Sadece aramızdaki okumuş ve okumamış insanların dinî olarak farkları hissedilmeye devam etti. Homeros ve Hesiodos’un Zeus’u kolayca Platon’un “asil zihni”ne girmiş oldu; dev Herakles insanlığın gezgin şövalyesi ve hayırseverine dönüştü. Bu ve bunun gibi muhteşem dönüşümler, Hristiyanlıktan iki üç yüzyıl öncesi ve sonrasında Stoacılar ve neo-Platoncuların maharetlerinden kolaylıkla etkilenmiştir. Yunan ve Roma dinlerinin içine, eski anlamlarını kaybederek yavaş yavaş felsefe ruhu işliyordu. Şiire ve ahlaka ayrılıyordu, dünyadaki etkileri azalırken muhtemelen hiçbir zaman çürüme zamanlarından daha saf değillerdi.
Kitabın sonlarına doğru ortaya çıkan ayrı bir fikir de ruhun içindeki yalandır. Bu, Platon ve Sokrates’in, istemsiz cahilliğin istemliden daha kötü olduğu öğretileriyle bağlantılıdır. Ruhtaki yanlış gerçek bir yanlıştır, en yüksek doğrunun çürümesidir; ruhun, kandırılmış kişinin artık kendini açıklayamayacağı en üst seviyesinin aldanmasıdır. Örneğin, Tanrı’yı sahte ya da ahlak dışı, Platon’a göre insanların görünüşleri gibi aldatıcı, kötülüğün yazarı gibi göstermek, Protagoras’la “bilginin bir algı olduğunu”, “varoluşun dönüşmek olduğunu” veya Thrasymakhos’la “gücün gerçek olduğunu” onaylamak için, Platon tarafından bu nefret dolu türün bir yalanı olarak kabul edilirdi. En büyük asılsızlığın en büyük şuursuzluğu -mesela Hakikatlerin (John) dilinde “kör olduğu söylenen” adamın “Görüyorum.” demesi-, Platon’un tanımladığı ruh hâlinin başka bir yönüdür. Ruhun içindeki yanlış ayrıca Kutsal Ruh’a (Luke) karşı günahla da Yunan ve Hristiyan sözleri arasındaki fark da hesaba katılarak kıyaslanabilir. Bir oyunda, şiirde, alegoride, söz sanatında ya da herhangi bir tür düzende yer alan sözcüklerdeki yanlışlar bunun aksidir. Ki bunlar, insanlara belirli durumlarda faydalı olsa da tanrılar için yararsızdır. Sokrates burada, deli kimseyle ilgili yönelttiği soruyu kendi yanıtlamaktadır, aynı zamanda Tanrı ve insanın doğalarını karşılaştırmaktadır. Çünkü Tanrı doğrudur ama insan ırkı yalnızca kimi zaman yanlı görünerek doğru olabilir ya da yanlış olur. Din ve eğitimle ilgili daha büyük sorulara yer ayırırsak şunları not etmemiz gerekir: (1) Yunanistan’ın eski ve geleneksel eğitiminin kabulü, (2) Platon’un Homeros’a ve ozanlara yapmaya hazırlandığı saldırı, (3) Devlette ekonomilerin kullanımına yaptığı saldırı, (4) burada ve devamında tanrıların “Kronik Skandal”ını ima ettiği aşağılayıcı ve örtmeceli tavır.
ÜÇÜNCÜ KİTAP
Dini sadeleştirmenin başka bir sebebi daha var: Ozanların aşağıdaki dünyayla ilgili masallarına inananlar veya ölümden korkanlar cesur olamayacakları için korkuyu yasaklamak. Cehennemi kötüye kullanmamaları kibarca rica edilmeli ve hikâyelerinin hem gerçek dışı hem iç karartıcı olduğu hatırlatılmalı. Akhilleus’un kasvetli sözleri; “Ölülere hükmetmektense bir hizmetçi olmayı yeğlerim.” ya da sefil köşkler, donuk gölgeler, kaybedilen güce ve gençliğe yas tutarak oradan oraya uçan ruh, yeryüzünün altında duman gibi alay eden biriyle olan bir ruh, yarasalar gibi uçuşan âşıkların ruhları gibi tiksindirici paragrafları sildiğimizde öfkelenmemeliler. Cocytus7 ve Styx’teki8 dehşet ve korkular, hayaletler ve cansız gölgeler, Cehennemsel terminolojinin kalanı yok olmalı. Bunun gibi masalların bir amacı olmalı ama askerler için uygun bir besin değiller. Homeros’un kahramanlarının acılarını ve anlayışlarını çok az gibi kabul edebiliyoruz: Thetis’in oğlu Akhilleus gözyaşları içinde başına kül atarken deniz kenarında kafası dağınık volta atıyor veya tanrıların kuzeni Priamos çamur içinde yüksek sesle ağlıyor. İyi bir adam çocuklarını veya servetini kaybettiğinde yıkılmaz. Ölüm ona dehşet vermez. Bu yüzden, ölülere yakılan ağıtlar, önemli kişilere yapılmamalıdır. Onlar yalnızca, kadın veya erkek, aşağı derecedekilerin kaygısı olmalıdır. Bu tür bir
7
Cocytus: Yunan mitolojisinde yer altı dünyasında inilti nehri. (ç.n.)
8
Styx: Yunan mitolojisinde yeryüzüyle yer altı dünyasını ayıran nehir. (ç.n.)