İskoç masalları. Elizabeth W. Grierson

Читать онлайн.
Название İskoç masalları
Автор произведения Elizabeth W. Grierson
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-8068-01-6



Скачать книгу

değilsiniz,” diye cevap vermiş alabalık, daha önceki iki seferde de söylediği gibi.

      “Madem öyle şimdiki en güzel kadın kim o zaman?” diye sormuş Kraliçe, sesi öfke ve sıkıntıyla titriyormuş.

      “O kişinin ismini size iki yıldır veriyorum,” demiş alabalık. “Prenses Altın Ağaç tabii ki.”

      “Ama o öldü,” demiş Kraliçe gülerek. “Bu sefer eminim. Çünkü serçe parmağına zehirli bir iğne batıralı bir sene oldu. Prenses’in yere düşmesinin sesini de duydum.”

      “Ben bundan pek de emin olmazdım,” demiş alabalık ve başka bir kelime daha etmeden kuyunun dibine doğru dalmış.

      Kraliçe, alabalığın gizemli sözlerini duymasının ardından rahat edemeyip üvey kızını görebilmek için kocasından bir kez daha Uzun Gemi’yi hazırlatmasını istemiş.

      Kral geminin hazırlanmasını memnuniyetle emretmiş. Her şey bir önceki sefer nasıl olduysa yine öyle olmuş.

      Kraliçe, dümene geçip deniz boyunca ilerlemiş. Gemi iskeleye yaklaşırken Prenses Altın Ağaç gemiyi görmüş.

      Prens avdaymış. Prenses de büyük bir korkuyla yukarıda, odasında bulunan öteki Prenses’in yanına koşmuş.

      “Ne yapacağım, ne yapacağım?” diye haykırmış. “Babamın Uzun Gemi’sinin geldiğini gördüm ve biliyorum ki gemide acımasız üvey annem var. Daha önce de denediği gibi yine beni öldürmeye çalışacak. Ah! Hadi tepeye doğru kaçalım.”

      “Hiç de bile,” demiş Prenses kollarını titreyen Altın Ağaç’ı sararak. “Ben üvey annenden korkmuyorum. Benimle gel, deniz kıyısına gidip onu karşılayalım.”

      Böylelikle ikisi birlikte deniz kıyısına gitmişler. Kraliçe Gümüş Ağaç, üvey kızını görünce çok memnun olmuş gibi davranmış ve gemiden atlayarak Prenses’e doğru koşmuş. Ona içmesi için gümüş bir kadehte şarap uzatmış.

      Her zaman kibar ve saygılı olan Prenses Altın Ağaç, öteki Prenses kendisi ve üvey annesi arasına girmese elini kadehe doğru uzatacakmış.

      “Olmaz hanımefendi,” demiş öteki Prenses doğrudan Kraliçe’nin yüzüne bakarak. “Bu ülkede kadehte içki uzatan kişinin o içkiden ilk önce kendisinin içmesi gerekir.” “Memnuniyetle yaparım,” demiş Kraliçe ve kadehi ağzına doğru götürmüş. Ama Kraliçe’yi yakından izleyen öteki Prenses, kadehin içindeki şarabı dudaklarına değdirmediğini fark etmiş. Bu yüzden öne atlayıp sanki yanlışlıkla olmuş gibi omzuyla kadehin altına vurmuş. Kadehin içindekinin bir kısmı Kraliçe’nin suratına gelmiş, diğer kısmıysa Kraliçe daha ağzını kapatamadan boğazından aşağı inivermiş.

      Böylece Kraliçe içindeki kötülükten dolayı, İncil’de de söylendiği gibi kendi kazdığı kuyuya kendi düşmüş. Şarabı öylesine zehirliymiş ki Kraliçe neredeyse şarabı daha yutmadan prenseslerin ayaklarının önüne yığılmış.

      Kimse onun için üzülmemiş çünkü bu kaderi gerçekten de hak ettiğini düşünmüşler. Issız bir yere aceleyle gömülmüş ve çok geçmeden herkes tarafından unutulmuş.

      Prenses Altın Ağaç’a gelince, o da geri kalan hayatı boyunca kocası ve arkadaşıyla birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamış.

      Düşüncesiz Yabancı

      Şimdi size zavallı genç ve dul bir kadının başından geçenleri anlatacağım. Bu kadın Kittlerumpit isimli bir evde yaşamış olsa da bu evin İskoçya’nın neresinde olduğunu kimse bilmez.

      Durum böyle olsa bile Kittlerumpit’in dul hanımı, çok acınacak haldeymiş. Halkın bir kısmı evin Tartışmalı Arazi’de olduğuna inanır. Bu arazi, tüm dünyanın da bildiği üzere Sınır Akıncıları’nın durmaksızın gidip geldiği sınırda (İngiltere ve İskoçya sınırı) yer alır. Burada İskoçlar İngilizlerden, İngilizler İskoçlardan çalar çırpar.

      Bu kadın, kocasını kaybetmiş ve kimse adamın başına ne geldiğini bilmiyormuş. Kocası bir gün bir panayıra gitmek için evden çıkmış ve o günden sonra bir daha da dönmemiş. Herkes adamın öldüğüne inanmış olsa da kimse nasıl öldüğünü bilmiyormuş.

      Bazıları askere gitmesi için ikna edildiğini ve savaşta öldürüldüğünü, bazılarıysa denizci olması için alıp götürüldüğünü ve denizde boğulduğunu söylüyormuş.

      Her halükârda zavallı genç karısı acınacak haldeymiş. Yetiştirmesi gereken küçük bir erkek çocuğu olmasına rağmen artık bir başına kalmış. Zor zamanlardan geçildiği için de geçimini sağlayacak pek bir şeyleri yokmuş.

      Ama oğlunu canından çok seviyormuş. Kendisine ve oğluna yiyecek bir şeyler ve kıyafet alacak kadar para kazanmak için tüm gün inek, domuz ve tavukların içinde çalışıyormuş.

      Bahsettiğim günün sabahı kadın erkenden uyanmış ve domuzlara yem vermeye gitmiş. Kira günü yaklaştığından bu koca şişko domuzlardan bir tanesini o gün pazara götürüp satmaya karar vermiş. Domuzdan alacağı paranın kirayı ödemekte ona yardımcı olacağını düşünüyormuş.

      Böyle düşündüğünden içi rahatlamış. Bir elinde kovası diğer elinde oğluyla birlikte bahçenin diğer tarafına doğru giderken kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başlamış.

      Domuz ağılına girdiğinde mırıldanması ağlamaya dönüşmüş. Çünkü çok sevdiği domuzu sırtüstü, ayakları havada ve gözleri kapalı bir halde sanki son nefesini verecek gibi yatıyormuş.

      “Ne yapacağım? Ne yapacağım?” diye feryat etmiş zavallı kadın bir taşın üstünde oturup oğlunu göğsüne bastırarak. Elindeki kovayı düşürdüğünün, domuz yeminin bitmek üzere olduğunun ve tavukların yemi yediğinin farkında değilmiş.

      “İlk önce kocamı kaybettim, şimdi de en iyi domuzumu. Bize çok para getireceğini düşündüğüm domuzumu.”

      Şunu da belirtmek gerekir ki Kittlerumpit evi bir yamaçtaymış. Arkasında köknar ağaçlarından oluşan bir orman ve önünde bir yokuş varmış.

      Zavallı kadın bir güzel ağladıktan sonra gözlerini kurularken tesadüfen aşağı doğru bakmış ve yukarı doğru çıkan yaşlı bir kadın görmüş.

      Kadının kıyafetleri baştan aşağı yeşil, önlüğü beyazmış ve başında siyah kadifeden bir kukuleta varmış. Başkalarından duyduğuma göre Galler’deki kadınların taktığı türden, sivri uçlu bir şapka takıyormuş. Uzun bastonuna yaslana yaslana topal gibi arada aksayarak yavaşça yürüyormuş.

      Genç dul, yaşlı kadını bir hanımefendi olarak gördüğünden yaklaştığında ayağa kalkıp önünde saygıyla eğilmesi gerektiğini hissetmiş.

      “Hanımefendi,” demiş ağlamaklı bir sesle. “Bu evin sahibesi dünyanın en şanssız kadını olsa bile Kittlerumpit’e hoş geldiniz demek isterim.”

      “Sessiz ol,” demiş yaşlı kadın. Ama bunu öylesine sert söylemişti ki genç kadın oğluna daha da sıkı sarılmış. “Bunları anlatmana gerek yok. Kocanı kaybettin, bunu kabul ediyorum, Shirra Muir Savaşı’nda daha da kötü kayıplar yaşandı. Şimdi de domuzun ölmek üzere. Belki de ben onu iyileştirebilirim. Ama ilk önce onu iyileştirdiğimde bana ne vereceğini öğrenmem lazım.”

      “Hanımefendi ne isterlerse veririm,” demiş dul kadın, hayvanın hayatını kurtaracağından dolayı o kadar mutlu olmuş ki bunun aceleyle verilmiş bir söz olduğunu düşünememiş.

      “Çok