Название | Şövalyelerin Mızrak Dövüşü |
---|---|
Автор произведения | Морган Райс |
Жанр | Героическая фантастика |
Серия | Felsefe Yüzüğü |
Издательство | Героическая фантастика |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9781632917485 |
Hiç tereddüt etmeden Thor ona koşup sırtına atladı, boynunu sıkıca tuttu. Yeniden bir ejderhanın sırtında olmak ona enerji yüklemişti.
"Bekle!" diye bağırdı O'Connor diğerleriyle birlikte öne gelip. "Nereye gidiyorsun?"
Thor ölü gözlerle onlara baktı.
"Kan Ülkesi'ne," diye cevap verdi. Hayatında hiç olmadığı kadar kendinden emindi. "Her ne olursa olsun oğlumu kurtaracağım."
"Yok edileceksin," dedi Reece endişeyle öne gelirken, sesi kederliydi.
"Öyleyse onurumla ölürüm," diye cevapladı Thor.
Thor yukarı, ufka doğru göz atınca yaratıkların izlerini gördü, gittikçe gözden kayboluyorlardı, nereye gitmesi gerektiğini biliyordu.
"Öyleyse yalnız gitmeyeceksin," diye bağırdı Reece. "Seni gemimizle takip edip orada yakalayacağız."
Thorgrin kafasını salladı ve Lycoples'i sıktı. İkisi aniden yukarı havalanınca Thor bildiği o duyguyla doldu.
"Hayır, Thorgrin!" diye bağırdı arkasından acı dolu bir ses.
Bunun Melek'in sesi olduğunu biliyordu ve ondan uzaklaşırken suçluluk dişlerini geçiriyordu.
Fakat ardına bakamazdı. Oğlu başka bir yerdeydi, ölü ya da diri onu bulup hepsini öldürecekti.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Gwendolyn yüksek kemerli kapılardan birçok hizmetli tarafından kapıları açık tutulan Kral'ın taht odasına, yanında Krohn'la beraber geçerken gördüğü manzaradan etkilenmişti. Boş odanın en son köşesinde Kral bu devasa yerde tek başına otururken ardından kapanan kapıların sesi odada yankılandı. Taştan zemin üzerinden yürüyerek tahta yaklaşırken, dizi dizi desenli camlardan içeri sızarak kadim şövalyelerin resimleriyle dolu bu odayı bir savaş alanı görüntüsüne büründüren güneş ışınlarını geçiyordu. Bu yer hem insana kendini küçük hissettiriyor hem de geçmiş kralların hayaletlerini taşıyıp ilham vererek huzur barındırıyordu. Yoğun sessizlik içinde varlıklarını hissederken birçok yerden burası on Kraliyet Sarayı'nı hatırlatıyordu. Oda ona babasını ne kadar derinden özlediğini hatırlatınca aniden göğsünde bir ağrı hissetti.
Kral MacGil, orada eliyle çenesini tutarak düşüncelerinde kaybolmuş bir halde dururken Gwendolyn bu hükümdarın ağırlığını hissediyordu. Yalnız ve bu yerde hapsolmuş görünüyordu sanki krallığın ağırlığı omuzlarındaydı. Bu hissi Gwendolyn'den daha iyi kimse anlayamazdı.
Tahtında kalmasını beklerken hemencecik ayağa kalkıp gümüşi basamaklardan yüzünde bir gülümsemeyle, diğer krallarda olan yapmacıksız alçak gönüllü bir ifadeyle onu hevesle karşılamak üzere indi. Alçak gönüllüğü Gwendolyn'i son derece rahatsız hissettiren ve kötü hislere boğan oğluyla karşılaşmasından onu sonra rahatlatıyordu. Bunu Kral'a anlatıp anlatmamayı düşündü ama en azından şimdilik çenesini tutup neler olacağını görmek istedi. Nankör görünmek ya da toplantılarına kötü bir şekilde başlamak istemiyordu.
"Dün seninle konuşmamızdan sonra çok az şeye odaklanabildim," dedi ona yaklaşıp samimi bir şekilde onu kucaklarken. Yanındaki Krohn mırıldayıp Kral'ın elini dürtünce Kral aşağı bakıp gülümsedi. "Bu kimmiş?" diye sordu sıcaklıkla.
"Krohn," diye cevapladı, ondan hoşlandığı için rahatlayarak. "Benim leoparım, ya da daha doğrusu eşimin. Gerçi artık daha çok benim kabul ediyorum."
Gwendoyln'in rahatlamasına sebep olacak şekilde Kral, Krohn'un kafasını ellerinin arasına alıp kulaklarını sevdi ve hiç korkmadan onu öptü, Krohn da ona yüzünü yalayarak cevap verdi.
"Çok güzel bir hayvan," dedi. "Burada alışılagelmiş türlerden değişik bir hayvanın aramızda olması be hoş."
Gwen, nezaketiyle şaşırarak ona baktı ve Mardig'in sözlerini hatırladı.
"Krohn gibi hayvanların burada olmasına izin veriliyor mu?" diye sordu.
Kral, kafasını geriye atarak bir kahkaha patlattı
"Elbette," diye cevapladı. "Neden izin verilmesin ki? Biri sana aksini mi söyledi?
Gwen karşılaşmalarıyla ilgili Kral'a bilgi verip vermemekte tereddüt etti ve susmayı tercih etti, boşboğaz biri olarak görünmek istemiyordu üstelik bu insanlar, bu aile hakkında her hangi bir sonuca varmadan ya da bir aile trajesinin ortasına kendini atmadan önce daha fazla şey öğrenmek istiyordu. Şimdilik sessiz kalmanın en iyisi olduğuna karar verdi.
"Beni mi görmek istediniz, Kralım?" diye sordu bunun yerine.
Kral'ın yüzü hemen ciddiyete büründü.
"Evet," dedi. "Dünkü konuşmamız yarıda kaldı ve halletmemiz gereken çok fazla konu var."
Döndü ve eliyle işaret ederek onu takip etmesini istedi. Birlikte yürüyüp, geniş odayı sessizlik içinde geçerken ayak sesleri yankılanıyordu. Gwen yukarı bakıp yüksek, koni şeklindeki tavanı gördü, adımlarını atarken duvarların üzerindeki armalar, kupalar, silahlar ve zırhlar dikkatini çekti. Bu yerin ne kadar düzenli olduğuna ve bu şövalyelerin savaşlarından ne çok gurur duymalarına hayret etti. Bu oda ona Halka'da bulabileceği bir yer gibi geldi.
Odayı geçerek en uca varıp bir adım kalınlığında, eski meşeden yapılma ve kullanımdan ötürü pürüzsüz olan bir takım çift kapıdan daha ilerleyip taht odasının yanında bulunan, en az elli metre uzunlukta ve genişlikte mermer korkulukların çevrelediği devasa bir balkona çıktılar.
Dışarı çıkarken Kral'ı takip etti Gwen, kenara gidip ellerini pürüzsüz mermerlere koyup ileriye baktı. Önlerinde kusursuz görüntüsüyle Ridge şehri uzanıyordu, tüm taştan çatıları belirgin şekilde gökyüzüne uzanıyordu, eski evler farklı şekillerde ancak birbirlerine yakın olarak inşa edilmişti. Bu, yüzlerce yılın sonucunda evrimleşen yamalı bir şehrin sıcak, samimi ve kullanmaktan yıpranmış görüntüsüydü. Zirveleri ve kuleleri özellikle de arkalarında güneş altında parlayan mavi suyun yarattığı fonla sanki bir peri masalından çıkmış gibilerdi. Bunların ötesinde ise Ridge'in yükselen dorukları, büyük bir dairenin içerisinde göğe sanki dünyanın önündeki büyük bir bariyermiş gibi çıkıyordu.
Öylesine iç içe, öylesine dış dünyadan ayrıştırılmış bir görüntüsü vardı ki Gwen buranın başına kötü bir şey geleceğini hayal edemiyordu.
Kral iç çekti.
"Bu yerin öldüğünü düşünmek güç," dedi, aynı düşünceleri paylaştığını fark etti Gwendolyn.
"Düşünmesi zor olsa da," diye ekledi, "ben ölüyorum."
Gwen ona dönünce açık mavi gözlerinin acı ve üzüntü dolu olduğunu gördü, endişeye kapıldı.
"Hasta mısınız, lordum?" diye sordu. "Her ne ise, şifacıların iyileştireceği bir şey değil mi?"
Yavaşça kafasını salladı.
"Şifacıların hepsini gördüm," diye cevapladı. "Elbette hepsi krallıktaki en iyilerdi. Devaları yok. İçimde yayılan bir kanser var."
İç geçirdi ve ufka bakarken onun için hissettiği üzüntü altında ezildi Gwen. Neden, diye düşündü, kötüler bir şekilde her şeyden sıyrılmayı başarırken iyi insanlar her zaman trajediye layık görülür?