Название | Gölge Diyarı |
---|---|
Автор произведения | Морган Райс |
Жанр | Героическая фантастика |
Серия | Krallar ve Büyücüler |
Издательство | Героическая фантастика |
Год выпуска | 0 |
isbn | 9781632915375 |
Bu da Ateş Duvarları’nda diğerleri gibi bir gündü ve komutan aşağılanmışlık duygusu içinde yanıp tutuşuyordu. Tek bir hata yapmış, bir doğrudan emre itaatsizlik etmişti ve cezası buraya gönderilmek olmuştu. Bu hiç adil değildi. Geri dönüp geçmişteki o tek bir anı değiştirebilmek için neler vermezdi. Hayat, diye düşündü, çok zorlu, çok kati, çok zalim olabiliyor.
Kaderine boyun eğen komutan dönüp Ateş Duvarları’na baktı. Durmaksızın süren çatırtılarında tuhaf bir yan vardı; onca yıldan sonra bile komutan bunu çekici, hipnotize edici buluyordu. Oradaki görevi, oradaki tüm oğlanların görevi son derece anlamsız geliyordu. Ateşler binlerce yıldır oradaydı ve hiçbir zaman sönmeyecekti; dolayısıyla ateş yanmaya devam ettikçe trol ulusu hiçbir zaman ülkeye geçemeyecekti. Marda denizin karşısında kalmaya devam edecekti. Kendisine kalsa, bu oğlanların en iyilerini seçer, onları kıyılar boyunca Escalon’da başka yerlere, onlara gerçekten ihtiyaç duyulan yerlere yerleştirir, aralarındaki suçluları da ölüme terk ederdi.
Komutan sıklıkla olduğu gibi yine zaman algısını yitirmiş, Ateşlerin parlaklığında kaybolmuştu ve günün ilerleyen saatlerinde aniden dikkat kesilip gözlerini kıstı. Bir şe görmüştü, tam olarak anlam veremediği bir şey ve hayal gördüğünü düşünerek gözlerini ovuşturdu. Fakat ileriye baktıkça yavaş yavaş hayal görmediğinin farkına vardı. Dünya gözlerinin önünde değişiyordu.
Yavaşça, her zaman varlığını sürdürmüş olan, oraya geldiğinden beri uyanık olduğu her an sesini duyduğu çatırtı sessizliğe gömüldü. Ateş Duvarları’ndan yayılan sıcaklık aniden kesilmişti ve komutan oraya geldiğinden beri ilk kez soğuktan ürperdiğini, gerçekten ürperdiğini hissetti. Ve komutanın gözleri önünde, gözlerinin yanmasına sebep olan, gündüz ve geceyi biteviye aydınlatan parlak kırmızı ve turuncu alev sütunu, ilk kez, gitmişti.
Ateşler yok olmuştu.
Komutan merak içinde tekrar gözlerini ovuşturdu. Acaba rüya mı görüyordu? O izlerken, tam önünde Ateşler yere doğru çekiliyor, düşen bir perde gibi alçalıyordu. Ve bir dakika sonra geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Hiçbir şey!
Komutanın nefesi duracak gibi oldu, içinde yavaşça bir inanamam ve panik hissi yükselmeye başlamıştı. Kendini hayatında ilk kez duvarın arkasında bulunan şeye bakarken buldu: Marda! Son derece net ve engelsiz bir görüş alanına sahipti. Orası siyahla kaplı bir ülkeydi; siyah, çorak dağlar, siyah sarp kayalıklar, siyah toprak, ölüm, siyah ağaçlar… Orası hiçbir zaman görmeyi düşünmediği bir yerdi. Ve hatta Escalon’daki hiç kimsenin görmeyi düşünmeyeceği bir yerdi.
Aşağıdaki oğlanlar ilk defa kendi aralarında kavga etmeyi bırakınca, şoke olmuş bir sessizlik çökmüştü. Hepsi şoke olmuş bir şekilde dönmüş ve yutkunmuştu. Ateş duvarı gitmişti ve diğer tarafta kendilerine aç gözlülükle bakan bir trol ordusu duruyor, araziyi dolduruyor, ufku dolduruyordu.
Bir ulus.
Komutan yıkılmıştı. Orada, yalnızca birkaç metre ötesinde hayatında gördüğü en iğrenç, aşırı gelişmiş, çirkin, biçimsiz, hepsinin ellerinde dev baltalı kargılar olan ve hepsi de sabırla vakitlerinin gelmesini bekleyen bir ulus duruyordu. Milyonlarca trol onlara bakıyordu. Onlarda donakalmış gibilerdi ve kendilerini Escalon’dan ayıran bir şey kalmadığını yavaş yavaş anlıyor gibiydiler.
İki ulus karşılıklı durmuş birbirlerine bakıyor, troller zafer duygusuyla dolarken, insanlar paniğe kapılıyordu. Sonuçta orada yüzlerle ölçülebilen sayıda insana karşı milyonlarca trol vardı.
Sessizliği bozan bir bağrış yükseldi. Ses trollerin tarafından gelmişti, bu bir zafer çığlıydı ve ardından, troller saldırıya geçerken gök gürültüsü gibi bir ses duyuldu. Troller bir bufalo sürüsü gibi saldırıya geçmişti ve baltalı kargılarını kaldırıp, panik içindeki, kaçmak için bile gerekli cesareti toplayamamış oğlanların kafalarını uçuruyorlardı. Bu bir ölüm, bir yıkım dalgasıydı.
Troller kendisine doğru hızla gelirken komutan da kulenin tepesinde öylece duruyordu, hiçbir şey yapamayacak kadar dehşete kapılmıştı, hatta kılıcını çekmek bile aklına gelmemişti. Bir an sonra, kızgın sürü kuleye vurduğunda, devrildiğini hissetti. Trollerin kucağına doğru düştüğünü hissetti ve trollerin pençelerince kavranıp parçalarına ayrılırken çığlık attı.
Komutan ölmeden önce, yerde yatarken, Escalon’a neler olabileceğini biliyordu ve aklından son bir düşünce geçti: kalbinden bıçaklanan, bir somun ekmek için ölen oğlan, aralarındaki en şanslı kişiydi.
BÖLÜM İKİ
Dierdre suyun altında, döne döne ilerleyip nefes almak için çabalarken, akciğerlerinin ezildiğini hissetti. Kendini toplamaya çalışsa da başaramadı; dev su kütlesi tarafından savrulurken dünyası tekrar tekrar tersyüz oluyordu. Derin bir nefes almak istiyordu, tüm bedeni oksijen açlığı içindeydi; fakat nefes almasının ölmek demek olduğunu biliyordu.
Gözlerini kapatıp ağlarken gözyaşları suyla karışıyor, bu cehennem azabının ne zaman sona ereceğini merak ediyordu. Tek avuntusu Marco’yu düşünmekti. Onu suyun içinde kendisiyle birlikte savrulurken görmüş, elimi tuttuğunu hissetmişti; etrafına bakınıp onu aradı. Fakat ne kadar bakındıysa da hiçbir şey göremiyordu, karanlık ve köpüren, üzerine çarpan su kütlesinden başka hiçbir şey… Marco’nun epey önce ölmüş olduğunu düşündü.
Dierdre ağlamak istedi fakat yaşadığı acı tüm kendine acıma duygularını zihninden silip atmıştı; onu sadece hayatta kalmayı düşünmeye zorlamıştı. Dalgaların artık daha da kuvvetlenemeyeceğini düşündüğü sırada akıntı onu tekrar tekrar suyun dibine batırıyor, dünyanın tüm ağırlığı üzerindeymiş gibi hissetmesine sebep olan bir kuvvetle onu itiyordu. Hayatta kalamayacağının farkındaydı.
Burada ölmek ne kadar da ironik, diye düşündü; Pandesia top ateşinin sebep olduğu bir tsunami dalgasıyla sular altında kalmış olan evinde… Farklı bir şekilde ölmeyi tercih edebilirdi. Bu korkunç acıyı, savrulmayı, vücudunun her bir zerresinin umutsuzca ihtiyaç duyduğu nefesi almak için ağzını açamama durumunu yaşamak istemezdi.
Gücünün tükenmeye başladığını, acıya teslim olduğunu hissetti ve sonra, tam da gözleri kapanmak üzereyken, bir saniye daha dayanamayacağını düşündüğü sırada, aniden döndüğünü, kıvrılarak hızla yukarı doğru hareket ettiğini hisseti; dalgalar onu dibe batırdıkları güçle şimdi yukarı itiyordu. Bir mancınığın ivmesiyle yükseliyor, hızla suyun yüzeyini yaklaşıyordu, güneş ışığını görebiliyordu ve basınç kulaklarını mahvediyordu.
Kısa bir süre sonra yüzeye çıktığında şoke olmuştu. Güçlükle nefes aldı, hiç olmadığı kadar çok minnettar bir şekilde derin nefesler alıyordu. Adeta havayı vakumlayarak nefes aldı ve sonra, kısa süre içinde tekrar suyun içine çekilip dehşete kapıldı. Fakat bu sefer biraz daha uzun süre hayatta kalmasına yetecek kadar oksijen alabilmişti ve bu kez su onu çok derine itmemişti.
Kısa süre sonra tekrar yükselip suyun yüzeyine çıktı ve suya tekrar çekilmeden önce derin bir nefes daha alabildi. Her seferinde farklı oluyordu, dalga zayıflıyordu ve Dierdre bir kez daha yüzeye çıktığında dalgaların şehrin