Ölümlülerin Rüyasi . Морган Райс

Читать онлайн.
Название Ölümlülerin Rüyasi
Автор произведения Морган Райс
Жанр Героическая фантастика
Серия Felsefe Yüzüğü
Издательство Героическая фантастика
Год выпуска 0
isbn 9781632916877



Скачать книгу

tekrar kendisine çekti.  Bunu yapmaya, Thor’un diyaframını yukarı çekmeye devam etti ve minik kolları harcadığı çabadan titredi.

      “Lütfen, Thorgrin,” diye bağırdı. “Lütfen, hayatta kal! Benim için yaşa!”

      Angel aniden onu rahatlatan bir öksürük sesi ve hemen ardından Thor’un yuttuğu suları kustuğunu duydu. Thor’un kendisine geldiğini anlayınca mutluluktan havalara uçtu. Thor tekrar tekrar ciğerleri patlayacakmış gibi öksürürken yuttuğu tüm deniz suyunu kustu. Angel çok rahatladı.

      Daha da güzeli, Thor kendisine de gelmiş gibiydi. Yaşadıkları tüm zorluk onu en sonunda derin uykusundan sarsarak uyandırmış gibiydi. Belki o adamlarla savaşıp bir yerlere kaçmalarını bile sağlayacak güce kavuşabilirdi.

      Angel tam bunları düşünürken, başına kalınca bir halatın isabet ettiğini hissetti. Halat gökten üstlerine düşmüş ve onu ve Thorgrin’i tamamıyla kavramıştı.

      Başını kaldırınca azılı adamların geminin kenarında durmuş onlara baktığını, halatın diğer ucunu çektiklerini ve onları balık gibi yukarı aldıklarını fark etti. Angel debelenip halatı çekiştirdi ve Thor’un da aynı şeyi yapmasını umdu. Ama Thor öksürürken orada öylece duruyordu ve Angel onun karşı koyacak gücü kalmadığını görebiliyordu. Angel ikisinin de ağır ağır daha yükseğe çekildiğini, korsanlar onları gemiye doğru çektikçe ağdan sular damladığını hissetti.

      “HAYIR!” diye bağırdı ve debelenerek kurtulmaya çalıştı.

      Zalim adamlardan biri uzunca demir bir kanca aldı, bunu ağa geçirdi ve onları tek bir hızlı hareketle güverteye çekti.

      Havada savruldular, ipler kesildi ve Angel sert bir biçimde güverteye düştüğünü hissetti. Neredeyse üç metre yüksekten düşmüş, sonra güvertede yuvarlanmışlardı. Angel’ın kaburgaları darbeden yanmaya başladı ve kurtulmaya gayret ederek ipleri çekiştirdi.

      Ama bunun bir faydası olmadı. Birkaç saniye içinde birkaç korsan üstlerine atladılar, onu ve Thorgrin’i yere mıhladılar ve çekiştirdiler. Angel birkaç kaba elin onu tuttuğunu, çekiştirerek üstünden sular damlarken ayağa kaldırıldığında ellerinin arkasında kalın bir sicimle bağlandığını hissetti. Kıpırdaması bile mümkün değildi.

      Angel endişeyle Thorgrin’e baktı, onun da ellerinin bağlandığını, hala kendisine gelemediğini ve ayıktan ziyade baygın gibi olduğunu gördü. Birlikte hızla güverteden çekildiklerinde Angel tökezledi.

      “Bizden kaçmak ne demekmiş şimdi anlarsın,” dedi korsanlardan biri.

      Angel başını kaldırınca, alt güverteye açılan ahşap bir kapı gördü ve güvertenin daha aşağı kısımlarının zifiri karanlığına baktı. Bir anda, korsanlar ikisini de aşağı ittiler.

      Angel kafa üstü karanlığa doğru uçarken tökezlediğini hissetti. Yüz üstü yere düşüp başını sert bir biçimde ahşap zemine vurdu. Sonra, Thor’un ağırlığının üstüne yıkıldığını ve ikisinin birlikte karanlığa yuvarlandıklarını hissetti.

      Güvertenin ahşap kapısı yukarıdan sertçe kapatılınca tüm ışık kayboldu. Kapı kalın bir zincirle kilitlendi ve Angel karanlıkta nefes nefese yatarken korsanların onları nereye attığını merak etti.

      Deponun karşı ucunda, birden içeri günışığı doldu. Angel korsanların demir parmaklıkları olan ahşap bir kapağı açtıklarını gördü. Yukarıda beliren birkaç surat aşağıya baktı, bazıları geri çekilmeden önce tükürdü. Ama kapağı sertçe kapatmadan önce, Angel karanlıkta iç rahatlatan bir ses duydu.

      “Merak etmeyin. Yalnız değilsiniz.”

      Angel bir ses duyduğuna şaşırıp rahatladı ve arkasını dönüp de elleri arkalarından bağlanmış olan arkadaşlarını karanlığın arasında otururken görünce hem şok geçirdi, hem de çok sevindi. Reece, Selese, Elden, Indra, O’Connor ve Matus tutsak alınmıştı, ama hepsi hayattaydı. Onların denizde öldürüldüğüne o denli emindi ki, hayatta olduklarını görünce derin bir oh çekti.

      Ama tüm bu yüce savaşçıların tutsak alınmasının hiç de iyiye işaret olmadığını düşündü. Oradan sağ salim kurtulmak için ne kadar şansları vardı?

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Erec kendi gemisinin ahşap güvertesinde sırtını bir direğe vermiş,  elleri arkasından bağlanmış halde oturuyordu. Karşısındaki manzaraya hayal kırıklığı içinde bakıyordu. Filosunun geriye kalan gemileri sakin okyanusun dalgaları arasına yayılmıştı ve hepsi geceleyin tutsak alınmış, bin İmparatorluk gemisinden oluşan bir filo tarafından tuzağa düşürülmüştü. Gemilerin hepsi demir atmıştı, iki ayın ışığı tarafından aydınlatılıyorlardı. Kendi gemilerinin hepsinde anavatanının, düşman gemilerininse siyahlı ve altın renkli bayrakları vardı. Çok moral bozan bir manzaraydı. Adamlarını kesin bir ölümden kurtarmak için teslim olmuştu, ama artık kaçmaları mümkün olmayan sıradan birer mahkûm olarak İmparatorluğun insafına kalmışlardı.

      Erec İmparatorluk askerlerinin bütün gemilerine bindiğini, her gemide bir düzine kadar İmparatorluk askerinin nöbet tuttuğunu ve uyuşuk bir halde okyanusa baktıklarını görebiliyordu. Gemilerinin güvertesinde her birinde yüz adamın yan yana dizildiğini, ellerinin bileklerinden arkalarından bağlandığını görebiliyordu. Her gemideki adamlarının sayısı İmparatorluk muhafızlarının üstündeydi, ama belikli İmparatorluk muhafızları bunu önemsemiyordu. Bütün adamlarının elleri bağlı olduğundan, onların başında nöbet tutması için bir düzine asker değil, hiç kimse gerekmiyordu. Erec’in adamları teslim olmuşlardı ve filoları köşeye sıkıştırıldığından artık gidebilecekleri hiçbir yer olmadığı belliydi.

      Erec karşısındaki manzaraya bakarken, içini bir suçluluk hissi kapladı. Hayatında hiç kimseye teslim olmamıştı ve bunu yapmak zorunda kalmak onu çok üzmüştü. Kendisine artık sadece bir piyade askeri değil, bir komutan olduğunu hatırlatması ve adamlarının hepsine karşı bir sorumluluk taşıdığını hatırlatması gerekmişti. Sayıları düşmanlardan daha fazla olduğu halde hepsinin öldürülmesine izin veremezdi. Krov yüzünden tuzağa düştükleri belliydi ve o sırada savaşmanın hiçbir faydası olmazdı. Babası ona bir komutan olmanın ilk kuralının ne zaman savaşacağını, ne zaman teslim olacağını ve bir başka zaman bir başka şekilde savaşacağını bilmesi olduğunu öğretmişti. Birçok kişinin ölümüne sebep olan şeyin yiğitlik ve gurur olduğunu anlatmıştı. Bu, mantıklı bir tavsiyeydi, ama gerçekleştirmesi zordu.

      “Ben olsaydım savaşırdım,” dedi yanından birisi. Vicdanının sesi gibiydi.

      Erec yanına bakınca bir direğe bağlanmış, içinde bulundukları şartlara rağmen her zamanki gibi soğukkanlı ve kendinden emin olan erkek kardeşi Strom’u gördü.

      Erec kaşlarını çattı.

      “Sen olsaydın savaşırdın ve bütün adamların ölürdü,” dedi.

      Strom omuzlarını silkti.

      “Nasıl olsa öleceğiz ağabey,” dedi. “İmparatorluk artık gaddarlıktan başka bir şey yapmıyor. En azından, benim yapacağım şekilde şanımızla ölürdük. Şimdi, bu adamlar tarafından öldürüleceğiz, ama kendi filomuzda ölmeyeceğiz… Sırtımıza ve boğazlarımıza saplayacakları kılıçlarıyla öleceğiz.”

      “Ya da daha kötüsü olacak,” dedi Erec’in Strom’un yanındaki direklerden birine bağlı olan komutanlarından biri. “Bizleri köle yapacaklar ve bir daha asla özgür insanlar olarak yaşayamayacağız. Senin peşinden bu yüzden mi geldik?”

      “Böyle