Ateş Ülkesi . Морган Райс

Читать онлайн.
Название Ateş Ülkesi
Автор произведения Морган Райс
Жанр Героическая фантастика
Серия Felsefe Yüzüğü
Издательство Героическая фантастика
Год выпуска 0
isbn 9781632915870



Скачать книгу

ezilecekti. Nihayet evrenin en ücra köşelerinde bile zapt altına almadığı bir yer kalmamış olacaktı.

      Romulus dönüp omzunun üstünden ufku dolduran devasa donanmasına, binlerce gemisine baktı ve derin bir nefes alıp geriye yaslanırken yüzünü göğe çevirdi, avuçlarını yana doğru havaya kaldırıp zafer çığlığı attı.

      BEŞİNCİ BÖLÜM

      Gwendolyn koca taştan hapishanenin içinde, halkından onlarca kişiyle beraber duruyor, üstündeki sarsıntıyı ve yangını dinliyordu. Gelen her sesle irkiliyordu. Yer bazen düşmelerine sebep olacak kadar çok sarsılıyordu ve dışarıda koca enkaz parçaları ejderhaların oyuncakları gibi yere fırlatılıyordu. Gümbürtü sesleri ve yansımaları Gwen’in kulaklarında hiç bitmeyecekmiş gibi çınlıyor, sanki tüm dünya yok oluyor hissi veriyordu.

      Yer altında hissettikleri ısı ejderhalar sanki nerede saklandıklarını biliyormuş gibi hiç durmadan çelik kapılara ateş püskürürken gittikçe artıyordu. Neyse ki ateşler çelikten geri dönüyordu fakat odaya kara duman yayılıyor nefes almayı daha zor hale getirirken hepsini öksürüğe boğuyordu.

      Birden taşın çeliğe çarpmasıyla ortaya çıkan korkunç bir ses duyuldu, Gwen üstteki çelik kapıların bükülüp sallandığını ve neredeyse içeriye kıvrıldığını gördü. Ejderhalar burada olduklarını biliyorlar ve içeri girmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

      “Kapılar ne kadar dayanır?” diye sordu Gwen yanında duran Matus’a.

      “Bilmiyorum,” diye cevap verdi Matus. “Babam bu yer altı sığınağını düşmanlara karşı koymak için yapmıştı- ejderhalara değil. Çok uzun süre dayanacağını sanmam.”

      Gwendolyn odanın ısısı gittikçe artarken ölümün yaklaştığını hissetti sanki yanıp kavrulan bir dünyanın üstünde duruyordu. Dumandan dolayı görmek de zorlaşıyordu ve gümbürtüler tekrar tekrar tepelerinde koparken yer sarsılıyordu, küçük kaya ve toz parçaları kafasından aşağı ufalanıyordu.

      Gwen, odayı dolduran insanların korkmuş yüzlerine baktı ve buraya çekilerek kendilerine yavaş bir ölümün kapılarını açmış olup olmadıklarını merak etti. Belki de yukarıda kalıp hemen can veren insanlar daha mı şanslılardı diye düşündü.

      Birden bir duraksama oldu, ejderhalar başka yere uçtular. Gwen şaşırdı ve nereye gittiklerini merak etti. Dakikalar sonra, muazzam bir gümbürtü duyuldu ve yer o denli sarsıldı ki herkes yere düştü. Gümbürtü uzaktan gelmişti ve sarsıntıları devam ediyordu sanki kayalar yerlerinden fırlatılıyordu.

      “Tirus’un kalesi,” dedi Kendrick yanına gelerek. “Onu yok etmiş olmalılar.”

      Gwen tavana baktı ve muhtemelen haklı olduğunu anladı. Başka ne kayaların kayarak bir çığ gibi ilerlemesine sebep olabilirdi ki? Ejderhalar belli ki öfkelenmişlerdi ve adadaki her şeyi yok etmeye kararlılardı. Gwen, sıranın bu odaya gelmesinin an meselesi olduğunu da biliyordu.

      Birden gelen sessizliğin ortasında havayı kesen bir bebek ağlaması duyduğunda Gwen şok oldu. Ses sanki göğsüne bıçak saplanmış gibi içini yardı. Elinde olmadan hemen Guwayne aklına geldi, ağlama yukarıda bir yerlerde giderek artarken aklını kaçırmış olan bir yanı Guwayne’in yukarıda onun için ağladığına ikna oldu. Bunun imkansız olduğunu mantığıyla kavrıyordu, oğlu buradan uzakta okyanustaydı. Fakat kalbi yukarıda olmasını diledi.

      “Bebeğim!” diye çığlık attı. “Yukarıda. Onu kurtarmalıyım!”

      Gwen basamaklara koşarken elinde güçlü bir el hissetti.

      Dönüp baktığında kardeşi Reece’in onu tuttuğunu gördü.

      “Leydim,” dedi. “Guwayne buradan çok uzakta. Bu başka bir bebeğin ağlaması.”

      Gwen bunun doğru olmamasını istiyordu.

      “Yine de bir bebek,” dedi. “Orada yalnız başına. Ölmesine izin veremem.”

      “Eğer yukarı çıkarsan,” dedi Kendrick öne gelerek duman arasında öksürüp, “arkandan kapıyı kapatmamız gerekir ve orada yalnız başına olursun. Tek başına orada ölürsün.”

      Gwen düzgün düşünemiyordu. Zihninde orada hala hayatta olan bir bebek vardı, yalnız başınaydı ve tek bildiği her şeyden öte onu kurtarmak zorunda olduğuydu – bedeli her ne olursa olsun.

      Gwen, elini Reece’ten kurtardı ve basamaklara doğru atıldı. Üçer üçer çıkarken kimse ona yetişemeden kapıları kilitleyen metal sopaları geri çekti ve omuz verip avuçlarını kullanarak tüm gücüyle yukarı itti.

      Gwen acıyla bağırdı, metal o kadar sıcaktı ki avuçları yanmıştı hemen ellerini çekti, kararlı bir biçimde yenleriyle avuçlarını kapattı ve kapıları ardına kadar itti.

      Gwendolyn gün ışığına doğru çıkarken deliler gibi öksürdü, onunla birlikte yer altından kara bir duman çıktı. Yeryüzüne tökezleyerek vardığında, ışığa karşı atıldı ve ellerini gözüne götürüp etrafına baktı. Gördüğü yıkım manzarası karşısında şoka girdi. Sadece bir kaç dakika önce sapasağlam ayakta duran ne varsa tarumar edilmiş, dumanı tüten harap edilmiş bir yığıntıya dönmüştü.

      Bebeğin ağlaması tekrar duyuldu, buradan ses daha yüksek geliyordu. Gwen etrafa baktı, kara dumanın dağılmasını bekledi. İşte o sırada avlunun diğer ucunda yerde battaniyeye sarılı olarak yatan bebeği gördü. Yanında ailesi yatıyordu, diri diri yanmışlardı. Bir şekilde bebek kurtulmuştu. Belki de diye düşündü Gwen, mucizevi bir şekilde annesi onu alevlerden korurken öldü.

      Aniden Kendrick, Reece, Godfrey ve Steffen yanı başında belirdi.

      “Leydim, artık geri dönmelisiniz!” diye yalvardı Steffen. “Burada öleceksiniz!”

      “Bebek,” dedi Gwen. “Onu kurtarmalıyım.”

      “Kurtaramazsın,” diye ısrar etti Godrey. “Canlı olarak geri dönemeyeceksin.”

      Gwen’in artık umuru değildi. Zihni bir şekilde öylesine odaklanmıştı ki tek görebildiği, tek düşünebildiği o çocuktu. Dünyanın geri kalanıyla iletişimini kesmişti ve nefes alması ne kadar gerekli ise bu çocuğu kurtarmasının da o kadar gerekli olduğunu biliyordu.

      Diğerleri onu tutmaya çalıştılar ama çok kararlıydı, onlardan kurtuldu ve bebeğe doğru atıldı.

      Gwen tüm gücüyle kara duman dalgalarının arasında koşarken, kalbinin göğsünde attığını hissetti, alevler etrafını sarıyordu. Kara duman bir kalkan görevi görüyordu ve şansına ejderhalar onu henüz göremiyordu. Avluyu dumanların arasından geçerken sadece bebeği görüyor, ağlamasını duyuyordu.

      Hiç durmadan koşarken ciğerleri patlayacak gibi oluyordu, ama nihayet bebeğe ulaştı. Uzandı ve bebeği kucakladı. Yüzünü incelerken bazı hatlarını Guwayne’inkine benzetmeye çalıştı.

      Guwayne olmadığını görünce kalbi sıkıştı, bu bir kızdı. Koca, güzel ve mavi gözleri titreyip çığlık atarken yaşlarla dolmuştu, ellerini yumruk yapmıştı. Gwen yine de bir başka bebeği tuttuğu için sevinçliydi, Guwayne’i uzağa göndermesini bir şekilde telafi ediyor gibiydi. Bebeğin gözlerine kısacık bir bakış attıktan sonra ise parladıklarını ve çok güzel olduklarını gördü.

      Duman bulutu kalktı ve Gwendolyn kendini aniden avlunun öte ucunda ağlayan bebekle birlikte açıkta buldu. Yukarı baktı ve neredeyse yüz metre ötede, onlarca vahşi ejderhanın, parlayan koca gözlerini çevirip ona diktiklerini görüyordu. Keyif ve öfkeyle bakışlarını ona sabitlemişlerdi ve Gwendolyn onu öldürmeye hazırlandıklarını görebiliyordu.

      Ejderhalar