Çeliğin Hükümdarlığı . Морган Райс

Читать онлайн.
Название Çeliğin Hükümdarlığı
Автор произведения Морган Райс
Жанр Героическая фантастика
Серия Felsefe Yüzüğü
Издательство Героическая фантастика
Год выпуска 0
isbn 9781632915573



Скачать книгу

Elden, O’Connor ve Conven’ın son derece kalabalık düşman askerlerine, McCloudlara karşı yılmadan savaştıklarını gördü. Kalbine bir gurur hissi doldu. Ama gördüğü kadarıyla, hepsi ölmek üzereydi.

      Kendrick bağırdı ve adamlarına liderlik ederken atını daha da sert dehledi; askerlerin hepsi son bir azimle öne atıldı. Eline uzun bir mızrak aldı ve yeteri kadar yaklaşınca bunu fırlattı; McCloud generallerinden biri son anda dönüp mızrağın havada süzüldüğünü gördü ve mızrak zırhını delecek kadar sert bir biçimde kalbine saplandı.

      Kendrick’in arkasındaki bin şövalyeden muazzam bir çığlık yükseldi: Gümüş artık oradaydı.

      McCloudlar döndüler ve onları gördüler; ilk kez, bakışlarında gerçek bir korku ifadesi belirdi. Bin tane parıldayan Gümüş şövalyesi kusursuz bir birliktelikle atlarında ilerliyor, silahlarını çekmiş azılı katiller olarak bir fırtına gibi dağdan aşağı inerken bakışlarında zerre kadar tereddüt hissedilmiyordu. McCloudlar onlarla yüzleşmek için o yöne döndüler, ama tedirgin olmuşlardı.

      Gümüş askerleri onlara, ana şehirlerine Kendrick’in liderliğinde vardı. Kendrick baltasını çekip ustalıkla savurdu ve birkaç askeri yaralayıp atlarından düşürdü; sonra diğer eliyle kılıcını çekti, kalabalığa girdi ve birkaç askerin zırhının savunmasız yerlerine kılıcını sapladı.

      Gümüşler yaptıkları en iyi şeyi yapıp bir yıkım dalgası gibi düşman askerlerinin arasına daldı; hiçbiri savaşın tam orta yerine girene dek kendisini tamamıyla rahat hissetmiyordu. Bir Gümüş askeri için evinde olmak bu demekti. Etraflarındaki bütün McCloud askerlerini kılıçtan geçirip yaraladılar; düşmanlar onlara kıyasla amatör gibi kalmıştı ve çığlıkları giderek artarken her yönde yere yıkılıyorlardı.

      Kimse fazlasıyla hızlı, usta, güçlü ve tekniklerinde uzman olan, tek bir ünite olarak yürümeye başladıklarından beri eğitimini aldıkları gibi savaşan gümüş askerlerini durduramıyordu. Hızları ve becerileri bu çok iyi eğitilmiş şövalyelerin yanında sıradan askerler gibi kalan McCloudları dehşete düşürmüştü. Elden, Conven, O’Connor ve destek birliği tarafından kurtarılan geriye kalan Lejyon askerleri tekrar ayağa kalktı; yaralı oldukları halde kalkıp savaşa katıldılar ve Gümüş’ün daha da hız kazanmasına katkıda bulundular.

      Birkaç dakika içinde, yüzlerce McCloud yerde ölü yatıyordu ve geriye kalanlar da büyük bir paniğe kapılmıştı. Teker teker dönüp kaçmaya başladılar; McCloudlar şehir kapılarından dışarı akın ettiler ve Kraliyet Sarayı’ndan kaçmaya çalıştılar.

      Kendrick kaçmalarına izin vermemeye kararlıydı. Peşinde adamlarıyla şehir kapılarına koştu ve kaçanların yolunu tıkadığından emin oldu. Bir huni etkisi oluştu ve McCloudlar şehir kapıların sıkışık bölümüne vardıklarında katledildiler… Bunlar hışımla içeri akın ettikleri şehir kapılarıydı.

      Kendrick iki kılıçla birden sağındaki ve solundaki askerleri öldürürken, çok geçmeden bütün McCloudlar’ın öleceğini biliyordu. Kraliyet Sarayı yine onlara ait olacaktı. Hayatını toprakları için tehlikeye atarken, hayatta olmanın anlamının bu olduğunu biliyordu.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Luanda uçsuz bucaksız Kanyon’u adım adım yürüyerek aşarken, elleri titriyordu. Attığı her adımla birlikte, hayatının sona ermeye yaklaştığını, bir dünyadan ayrılıp diğerine girmek üzere olduğunu hissediyordu. Ama diğer tarafa varmasına adımlar kalmışken, bu dünyada son adımlarını attığını hissediyordu.

      Sadece birkaç adım ardında Romulus ve milyon askerden oluşan İmparatorluk ordusu vardı. Tepede bu dünyaya ait olmayan seslerle cıyaklayan düzinelerce ejderha vardı; bunlar Luanda’nın o güne dek gördüğü en vahşi yaratıklardı ve kanatlarını Kalkan olan o görünmez duvara vuruyorlardı. Luanda birkaç adım daha atıp Halka’dan ayrıldığında, Kalkan’ın sonsuza dek çökeceğini biliyordu.

      Onu bekleyen kadere, Romulus’la gaddar adamlarının elinde kesin bir biçimde gerçekleşeceğini bildiği ölüme baktı. Ama bu sefer, artık hiçbir şey umurunda değildi. Sevdiği her şey çoktan elinden alınmıştı. Kocası, dünyada en çok sevdiği erkek olan Bronson öldürülmüştü… Tüm bunlar Gwendolyn’in suçuydu. Her şey için onu suçluyordu. Artık nihayet intikam alma vakti gelmişti.

      Luanda Romulus’tan bir adım uzakta durdu ve ikisi göz göze kalıp görünmez hattın iki yanından birbirlerine baktılar. Romulus son derece heybetli bir adamdı; normal bir erkeğin iki misliydi, saf kastan oluşuyordu; omuzları o kadar kaslıydı ki, boynu gözükmüyordu. Suratı sırf çeneydi, mermerleri andıran donuk ve iri siyah gözleri vardı ve başı bedenine göre fazla büyüktü. Ona bir ejderhanın avına baktığı gibi bakınca, Luanda bu adamın onu paramparça edeceğinden emin oldu.

      O yoğun sessizlikte birbirlerine baktılar ve Romulus’un suratına hem gaddar bir gülümseme, hem de bir şaşkınlık ifadesi yayıldı.

      “Seni bir daha göreceğimi hiç sanmıyordum,” dedi. Sesi kalındı ve genizden geliyor, o meşum yerde yankılanıyordu.

      Luanda gözlerini yumdu ve Romulus’u yok etmeye çalıştı. Kendi hayatını yok etmeye çalıştı.

      Ama gözlerini açtığında, Romulus hala oradaydı.

      “Kız kardeşim bana ihanet etti,” dedi Luanda alçak sesle. “Artık ihanet etme sırası bende.”

      Gözlerini yumup köprüden diğer tarafa, Kanyon’un öte tarafına son bir adım attı.

      Bunu yapar yapmaz, ardında gök gürültüsünü andıran müthiş bir ses duydu; dönerek yükselen bir pus tıpkı kabaran kocaman bir dalga gibi Kanyon’un ta dibinden yukarı çıktı ve bir anda yine yere alçaldı. Toprak yarılıyormuş gibi bir ses geldi ve Luanda bu kez Kalkan’ın çöktüğüne kanaat getirdi. Artık Romulus’un ordusuyla Halka arasında hiçbir şey kalmamıştı. Kalkan sonsuza dek çökmüştü.

      Romulus bir adım karşısında cesurca duran, gözünü bile kırpmadan, küstahça ona bakan Luanda’ya tepeden baktı. Luanda korkuyordu, ama bunu belli etmiyordu. Romulus’a bu tatmin hissini bahşetmek istemiyordu. Suratına dik dik bakarken Romulus’un onu öldürmesini istiyordu. En azından, böylelikle bir şey sahibi olabilirdi. Romulus’un işini bir an önce bitirmesini istiyordu.

      Ama Romulus daha da gülümsedi ve Luanda’nın tahmin ettiği gibi köprüye değil, onun suratına bakmaya devam etti.

      “Ne istersen yap,” dedi Luanda şaşkınlıkla. “Kalkan çöktü. Halka sana ait. Beni öldürmeyecek misin?”

      Romulus başını salladı.

      “Düşündüğüm gibi değilmişsin,” dedi onu süzerek. “Yaşamana, hatta karım olmana bile izin verebilirim.”

      Luanda bunu duyunca midesi kalktı; yaratmak istediği tepki bu değildi.

      Başını geriye atıp Romulus’un suratına tükürdü ve bu hareketinin ölümle sonuçlanacağını umdu.

      Romulus elinin tersiyle suratını sildi ve Luanda suratına Romulus’un daha önce yaptığı gibi bir yumruk atıp çenesini kırmasını bekledi… Ona iyi davranmaktan başka her şeyi yapmasını bekledi. Ama Romulus öne adım attı, onu saçlarının arkasından tuttu, kendisine çekti ve sert bir biçimde öptü.

      Romulus’un kaba, çatlak, bir yılan gibi sadece kastan oluşan dudaklarını dudaklarında hissetti; Romulus onu giderek daha sert öptüğü için neredeyse nefes alamaz hale geldi.

      En sonunda, Romulus geri çekildi… Ama bunu yaparken, elini tersiyle ona öylesine sert bir tokat attı ki Luanda yüzünün yandığını