Название | Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca |
---|---|
Автор произведения | Антуан де Сент-Экзюпери |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6862-04-3 |
Lev Tolstoy, 9 Eylül 1828 tarihinde, Rusya’nın Tula şehrindeki Yasnaya Polyana adlı konakta; Kont Tolstoy ve Prenses Mariya’nın dördüncü çocuğu olarak doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmesi üzerine eğitimi, yakınları tarafından üstlenildi.
Fransızca öğrendi; Voltaire, Jean-Jacques Rousseau gibi yazarları okudu ve onlardan etkilendi. Sonrasında “ulaşılmaz ebedî kalem” olarak adlandırdığı Yasnaya Polyana’ya döndü ve ilk eseri olan Çocukluk’u kaleme aldı.
Orduda görev alarak Kafkasya’ya gitti, ardından Kırım Savaşı’na katıldı. Askerlikten ayrıldıktan sonra Petersburg’da bulundu, birçok eserini burada kaleme aldı.
Yasnaya Polyana’ya yerleşti ve 1862 yılında Sophie Behrs ile evlendi. Eşinin büyük desteği ve düzenlemeleri ile Savaş ve Barış, Anna Karenina gibi önemli eserlerini ortaya çıkardı.
20 Kasım 1910 tarihinde, 82 yaşındayken, kış ortasında evini terk edip hasta düşmesi üzerine; bir tren istasyonunda zatürreden vefat etti. Cenazesi, binlerce köylünün sokakları doldurması ile Yasnaya Polyana’ya gömüldü.
Başlıca eserleri: Çocukluğum (1852), İlk Gençlik (1854), Gençlik (1856), Savaş ve Barış (1869), İvan İlyiç’in Ölümü (1886), Anna Karenina (1877), Diriliş (1899), Hacı Murat (1912), Sergi Baba, Efendi ile Uşağı, Kadının Ruhu, Şeytan…
Elif Arslan, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. İlk çalışma yıllarını TRT Dış Yayınlar’da Rusça tercüman olarak geçirdi. 2005-2007 yılları arasında İrlanda, Galway’da, 2007-2009 arası İtalya, Milano’da, 2009-2011 yılları arasında İstanbul’da, 2011-2014 yılları arasında da Azerbaycan Bakü’de çalıştı. 2014’te Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinde İnsan Kaynakları Yönetimi Yüksek Lisans programını tamamladı. Yüksek lisans bitirme projesi için birçok çeviri yaptığı sırada çeviri sektörüne adım attı. 2017 yılından beri çevirmen ve çeviri editörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Çevirdiği kitaplardan bazıları: İnsan Neyle Yaşar (Tolstoy), Beyaz Zambaklar Ülkesi (Petrov), Future of Capitalism (P. Collier), A Teen’s Guide for Success (B. Bernstein), Secret of Power Negotiating (R. Dawson)
İNSAN NEYLE YAŞAR?
“Ölümden yaşama geçtiğimizi biliyoruz çünkü biz kardeşlerimizi seviyoruz. Sevmeyen ölümde kalır.” (İncil, 1. Yuhanna 3:14)
“Dünya malına sahip olup da kardeşini ihtiyaç içinde gördüğü hâlde ondan şefkatini esirgeyen kişide Tanrı sevgisi olabilir mi?” (İncil, 1. Yuhanna 3:17)
“Yavrularım, sözle ve dille değil, eylemle ve içtenlikle sevelim.” (İncil, 1. Yuhanna 3:18)
“Sevgili kardeşlerim, birbirimizi sevelim. Çünkü sevgi Tanrı’dandır. Seven herkes Tanrı’dan doğmuştur ve Tanrı’yı tanır.” (İncil, 1. Yuhanna 4:7)
“Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımaz. Çünkü Tanrı sevgidir.” (İncil, 1. Yuhanna 4:8)
“Hiç kimse hiçbir zaman Tanrı’yı görmüş değildir. Ama birbirimizi seversek, Tanrı içimizde yaşar ve sevgisi içimizde yetkinleşmiş olur.” (İncil, 1. Yuhanna 4:12)
“Tanrı’nın bize olan sevgisini tanıdık ve buna inandık.” (İncil, 1. Yuhanna 4:16)
“Tanrı’yı seviyorum, deyip de kardeşinden nefret eden yalancıdır. Çünkü gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği Tanrı’yı sevemez.” (İncil, 1. Yuhanna 4:20)
I
Karısı ve çocuklarıyla küçük bir köy evinde yaşayan bir kunduracı vardı. Kendine ait bir evi ve bir parçacık toprağı olmadan kunduracılık yaparak geçiniyordu. Ekmek pahalı, emek ise ucuzdu, tüm kazandığını yiyeceğe yatırırdı. Kunduracının karısıyla birlikte giydiği tek bir paltoları vardı, o da giyilmekten artık paçavra olmuştu; iki yıldır, palto yapacağı yeni bir koyun postu almak için para biriktiriyordu.
Sonbahara doğru biraz para biriktirmişti: Üç ruble karısının sandığındaydı, beş ruble yirmi kapik de köylülerden alacağı vardı.
Kunduracı bir sabah, koyun postunu almak için köye gitmeye karar verdi. İncecik gömleğinin üzerine karısının pamuktan yapılma eski bir ceketini, onun da üzerine bir kaftan giydi, üç rubleyi cebine koydu ve baston olarak kullanmak üzere kestiği bir dal parçasını alarak kahvaltıdan hemen sonra çıktı. “Köylülerden beş rubleyi toplarım, cebimdeki üç rubleyi de ekler koyun postunu alırım.” diye geçirdi içinden.
Kunduracı köye indi, köylülerden birine uğradı ama adam evde yoktu; karısı, kocasının borcunu gelecek hafta ödeyeceğini söyleyip hiç para vermedi. Sonra bir başka köylüye uğradı ama adam parasının olmadığına dair yemin etti ve sadece keçeden çizmeleri onardığı için borçlu olduğu yirmi kapiği verdi. Bizim kunduracı, postu veresiye alabileceğini düşündü fakat satıcı buna razı olmadı.
“Parayı getir, o zaman istediğini alırsın.” dedi satıcı. “Borç vermenin ne demek olduğunu iyi biliriz biz.”
Böylece hiçbir iş yapamayan kunduracının elinde sadece üç ruble yirmi kapik ve bir çift de pençe vurulacak keçeden çizme kalakalmıştı.
Hâline iyice canı sıkılan kunduracı, köylünün verdiği yirmi kapiğe votka alıp içti, postu falan da satın alamadan eve doğru yürümeye başladı. Sabah soğuktan donarcasına üşümüştü ama şimdi içtiği votka sayesinde, palto olmadan da ısınmıştı. Kunduracı, bir elindeki değneğini donmuş toprağa vurup, diğer elindeki keçe çizmelerini de sallayarak yürürken başladı kendi kendine konuşmaya:
“Ben işte bak paltosuz da ısındım.” dedi kendi kendine. “Bir kadeh votka içtim, tüm damarlarım harekete geçti. Cekete bile ihtiyaç yok. Dertleri unuttum, yolumda yürüyorum. İşte böyle bir adamım ben! Umurumda mı sanki? Paltosuz da yaşarım. Hiç lazım değil bana. Fakat benim kadının buna canı çok sıkılacak. Ama böyle olmaz ki! Sen bu kadar çalış, didin, adamlar bir kuruş para ödemesin. Sen dur bakalım şimdi! Parayı hele bir getirmesin, o adamın derisini yüzeceğim! Yemin ederim yapacağım bunu! Bu ne yahu? Yirmi kapik veriyor bir de! Yirmi kapikle ne yapılır ki! Ancak içilir işte böyle. Diyor ki bir de: ‘Fakirlik işte.’ Sen fakirsin de ben değil miyim? Evin var, sığırların var, her şeyin var; ya ben?.. İşte böyle dımdızlak! Senin kendi buğdayın var, ekmeğini yaparsın; ben ise her tanesine para ödüyorum o buğdayın. Sadece ekmeğe haftada üç ruble ödüyorum ben. Şimdi eve gidiyorum, ekmek bitmiş; bir buçuk ruble daha gidecek. Öyleyse öde borcunu kardeşim…”
Böyle söylenerek yolun köşesindeki kiliseye varmıştı ki kilisenin arka duvarında beyazımsı bir şey fark etti. Hava kararıyordu. Dikkatlice baktı ama o şeyin ne olduğunu seçemedi. “Taş herhâlde.” diye düşündü. “Burada daha önce böyle bir taş yoktu. Öküz mü acaba? Gerçi öküze de benzemiyor. Bir insan kafasına benziyor ama bembeyaz; olamaz. Üstelik bir insanın burada ne işi olur ki?”
Biraz daha yaklaştı; artık beyazlığı daha net görebiliyordu. Garip şey! Bu çıplak bir insandı, canlı mı yoksa ölü mü belli değildi; hareketsiz duran, kilise duvarına yaslanmış bir adam vardı karşısında. Kunduracı bir an korkuya kapıldı ve “Adamı öldürüp soymuşlar, ardından da buraya bırakmışlar.” diye geçirdi içinden. “Şimdi yanına gidersem başıma dert açabilirim.”
Böylece kunduracı, yanından geçip gitti. Adamı görmezden gelip yürüyerek uzaklaştı. Biraz yürüdükten sonra arkasına baktı ve adamın artık duvara yaslanmamış olduğunu gördü; sanki kımıldanıp kendisine bakıyordu. Kunduracı daha da korktu:
“Yanına mı gitsem, yoksa yoluma mı devam etsem? Yanına gitsem beni soyabilir, kötü şeyler olabilir. Adam neyin nesi kim bilir? Buraya hayır için gelmediği kesin. Yanına gidersem, üzerime atlayıp beni boğabilir. Kaçacak yer de yok. Öyle olmasa bile başıma başka dert de açabilir. Çıplak bir yabancıyı ne yapacaksın Semyon? Ona üzerimde kalan son giysileri de veremem ya. Tanrı yardımcısı olsun!” diye söylendi.
Derken