Название | Kanaldaki Kadın |
---|---|
Автор произведения | Пер Валё |
Жанр | |
Серия | Martin Beck |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-99813-5-2 |
“Kimin komşusu? Kimden söz ediyorsun?”
“Storängen’deki genç kızdan tabii. Sana geceleri uykun kaçıp da boş yere bunu düşünme diye haber vermek istedim… Of Tanrım, karıştırdım değil mi?”
“Evet.”
“Kahretsin, tabii ya. O davada sen yoktun. Stenström vardı. Affedersin. Yarın sabah görüşürüz.”
“Aradığın iyi oldu,” dedi Martin Beck.
Tekrar yattı ama uyuyamadı. Gözlerini tavana dikip uzandı ve karısının hafif horlamasını dinledi. Kendisini bomboş ve yılgın hissediyordu.
Oda gün ışığı ile aydınlanmaya başladığında, bir yanına dönerek şöyle düşündü: “Yarın Ahlberg’i ararım.”
Ertesi gün ve sonraki bir ay boyunca haftada dört beş kez Ahlberg’i aradı ama ikisi de söyleyecek özel bir şey bulamıyordu. Kızın kim olduğu hâlâ gizemini koruyordu. Gazeteler bu dava hakkında yazıp çizmeyi kesti, Hammar nasıl gidiyor diye sormayı bıraktı. Hâlâ bu eşkâle uyan bir kayıp ihbarı yapılmamıştı. Bu dünyada öyle biri hiç yaşamamıştı sanki. Martin Beck ve Ahlberg hariç kimse onu gördüğünü hatırlamıyor gibiydi.
Ağustos başında Martin Beck bir haftalık bir izne çıktı ve ailesini alıp adalara gitti. Tatilden döndüğünde, masasına gelen rutin işleri yapmaya devam etti. Bunalımda gibiydi ve pek uyuyamıyordu.
Ağustos sonlarında bir gece, yatakta uzanmış karanlığa bakıyordu.
Ahlberg epey geç bir saatte aramıştı o akşam. City Oteli’ndeydi ve çakırkeyifti. Bir süre cinayet hakkında konuşmuşlar ve sonunda Ahlberg, kapatmadan önce şöyle demişti: “Her kimse ve her neredeyse yakalayacağız onu.”
Martin Beck kalkıp yalınayak oturma odasına yürüdü. Çalışma masasının lambasını yakıp Danmark eğitim gemisinin maketine baktı. Daha armayı bitirmesi gerekiyordu.
Masaya oturup küçük bir gözün içinden bir dosya çıkardı. İki ay kadar önce Motala’daki polis fotoğrafçısının çektiği fotoğraflarla birlikte, Kollberg’in kız hakkında çıkardığı eşkâl vardı dosyada. Eşkâli artık ezbere bilmesine rağmen, bir kere daha yavaş yavaş ve dikkatlice okudu.
Ardından fotoğrafları önüne dizip uzunca bir süre inceledi.
Kâğıtları dosyaya koyup ışığı kapatırken içinden, “Bu kadın her kimse ve nereden gelmişse bulacağım,” dedi.
7
“Interpol, şeytan görsün yüzlerini,” dedi Kollberg.
Martin Beck bir şey demedi. Kollberg omzunun üstünden arkaya baktı.
“Bu yavşaklar Fransızca da mı yazıyor?”
“Evet. Toulouse polisinden gelmiş. Bir kişi kayıpmış.”
“Fransız polisi,” dedi Kollberg. “Geçen yıl Interpol aracılığıyla onlarla birlikte bir aramaya katılmıştım. Djursholm bölgesinden küçük bir kız kayıptı. Üç ay boyunca hiç ses çıkmadı, derken Paris polisinden uzunca bir mektup geldi. Tek kelimesini bile anlamadığım için tercümeye gönderdim. Ertesi gün gazetede, İsveçli bir turistin kızı bulduğunu okudum. Nah bulmuş! İsveçli bütün hippilerin takıldığı şu dünyaca ünlü kafede oturuyormuş…”
“Le Dôme.”
“Evet, aynen. Beraber yaşadığı bir Arap’la beraber kafede oturuyormuş ve son altı aydır her gün o kafeye gidiyormuş. Aynı gün öğleden sonra mektubun çevirisi geldi. Mektuba bakarsan kız en az üç aydır Fransa’da görülmemiş ve kesinlikle artık orada değilmiş. En azından canlı olarak. ‘Olağan’ ortadan kaybolma vakaları iki hafta içinde çözülür, diye yazmışlar ve bu durumda maalesef cinayet şüphesi üzerinde durmak zorundaymışız.”
Martin Beck mektubu ikiye katlayıp çekmecelerden birine koydu.
“Ne yazmışlar?” diye sordu Kollberg.
“Toulouse’daki kız hakkında mı? İspanyol polisi bir hafta önce onu Mayorka’da bulmuş.”
“Bu kadar az şey için neden bu kadar çok resmî damgaya ve tuhaf kelimeye gerek duyuyorlar ki?”
“Haklısın,” dedi Martin Beck.
“Neyse, senin kız da İsveçli olmalı. Herkesin ilk başta düşündüğü gibi. Tuhaf.”
“Ne tuhaf?”
“Her kim ise, kimsenin onu aramaması. Bazen benim de aklıma geliyor.”
Kollberg’in ses tonu giderek değişmişti.
“Sinirime dokunuyor,” dedi. “Bu durum çok sinirime dokunuyor. Kaç kere boş çektin?”
“Bununla beraber yirmi yedi oldu.”
“Çokmuş.”
“Haklısın.”
“Fazla kafana takma.”
“Hayır.”
“İyi niyet nasihatleri vermek almaktan kolaydır,” diye düşündü Martin Beck. Ayağa kalkıp pencereye yürüdü.
“Ben katilime dönsem iyi olur,” dedi Kollberg. “Sadece sırıtıp dişlerini gıcırdatıyor. Arsız! Önce bir şişe maden suyu içmiş, sonra gitmiş karısını ve çocuklarını baltayla öldürmüş. Sonra da evini yakıp testereyle kendi gırtlağını kesmiş. Hepsinin üstüne bir de ağlaya ağlaya polise koşmuş, yemeklerden şikâyet ediyor. Bu akşamüstü onu tımarhaneye yolluyorum.”
“Tanrım, hayat ne garip,” diye ekledi ve kapıyı çarpıp odadan arkasına bile bakmadan çıktı.
Polis merkezi ile Kristineberg’s Oteli arasındaki ağaçlar, sararmaya ve yapraklarını dökmeye başlamıştı. Gökyüzü alçalmıştı, gri yağmur bulutlarıyla yüklüydü ve fırtına habercisi bulutlar toplanıyordu. Eylülün yirmi dokuzuydu, sonbahar kesinlikle kapıdaydı. Martin Beck yarısı içilmiş sigarasına iğrenerek baktı, sıcaklık değişikliklerine ne kadar hassas olduğunu ve yakında kapıya dayanıp onu çarpacak olan altı aylık kış soğuğunu düşündü.
“Zavallı dostum, acıyorum sana,” dedi kendi kendine.
Her geçen gün olayı çözme şanslarının azaldığının farkındaydı. Aynı suçu bir daha işlemediği takdirde suçluyu bulmak bir yana, belki de kadının kim olduğunu dahi öğrenemeyeceklerdi. Orada, dalgakıranın üstünde, güneşin altına uzanmış yatan kadının bir yüzü, bir bedeni ve isimsiz bir mezarı vardı en azından. Katil ise bir hiçti, ismi cismi yoktu, karanlık bir figürdü. Ama karanlık figürlerin ne arzuları ne de sivri uçlu silahları vardır. Boğmaya hazır elleri yoktur.
Martin Beck kendine çekidüzen verdi. “Unutma, bir polisin sahip olabileceği en önemli erdemlerden üçüne sahipsin,” diye düşündü. “İnatçısın, mantıklısın ve tümüyle sakinsin. Duruşunu değiştirmiyorsun ve hangi dava olursa olsun, profesyonel davranıyorsun. Tiksinç, iğrenç ve canavarca gibi kelimeler ancak gazetelere yaraşır, sana değil. Katil de bir insan ama daha talihsiz ve dünyada yerini bulamamış biri belki.”
Motala’daki City Oteli’nde kaldığı son geceden beri Ahlberg’i görmemişti ama sık sık telefonlaşıyorlardı. Geçen hafta telefonda konuşmuşlardı ve Martin, Ahlberg’in son yorumunu hatırladı: “Bu olayı çözmeden tatil falan yok. Yakında tüm bilgi ve belgeleri toplayacağım ama bütün Boren’i sorguya çekmem gerekse bile devam edeceğim.”
Ahlberg bu aralar işi iyice inada bindirdi, diye