Название | Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat |
---|---|
Автор произведения | Babahan Muhammed Şerif |
Жанр | |
Серия | |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-625-6853-87-4 |
Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat
BİRİNCİ DEFTER
TÜRK DÜNYASINI AYDINLATANLAR
YAŞAYAN YAZAR
Ömer Seyfittin XX. yüzyıl Türk Edebiyatının en tanınmış ve meşhur simalarından biridir. Rus edebiyatında Çehov, Özbek edebiyatında Abdulla Kahhar nasıl büyük rol oynamışsa, Türk hikayeciliğinde Ömer Seyfittin öyle rol oynamıştır. O sadece yeni Türk hikayeciliğinin değil, milli Türk Edebiyatının kurucularından biridir.
Ömer Seyfittin 11 Mart 1884 yılında Türkiye’nin Gönen şeherinde doğmuş. Orta okulu bitirdikten sonra, askeri okulda okumuş. Orduda üst düzey görevlerde bulunmuş. ХХ. yüzyıl başında Osmanlılar Türkiyesinin inkırazı nedeniyle halk başına gelen zulümler, sayısız külfetler onun iç dünyasını derinden etkiler ve bu eserlerinde sarih bir şekilde aksıseda bulur.
1911’de askerlikten ayrılır, fakat çok geçmeden Balkan cephelerinde savaşmak izere yeniden çağrılır. 1914’ten sonra askerlikten ayrılır ve yazarlığa başlar. 1918 yılından “Diken” mecmuası, “Zaman” ve “Vakit” gazetelerinde şiirleri, hikayeleri, makaleleri basılır. Ziya Gökalp dışında, İttihad ve Terekki’cilere karşı makaleler yazar. Bunun bellibaşlı sebepleri var, elbette.
İttihad ve Terekki cemiyeti zamandan geride kalan Türkiye’yi modern bir devlet derecesine yükseltmek, bunun için siyasi, iktisadi, kültürel islahatları gerçekleştirmek maksatıyla meydana çıkmış ve ülke hayatında olumlu bir rol oynamıştır. İttihad ve Terekki’cilerin hareketiyle ülke demokrası tarafa yüz çevirmiş, Anayasa kabul edilmiş vs. Ama hürlük, adalet, eşitlik şiarları ile meydana atılan İttihad ve Terekki’ciler iktidara gelenden son belli bir muddetden sonra giderek müstebite dönüşmüş, siyasi muhaliflerini ardı ardına yok etmiştir. Neticede onlar halkın gözünden düşmüş ve hoşnutsuzluk uyandırmıştır. (Cemiyet 21 Aralık 1918 yılındaki son kurultayında tariha karışdı ve Teceddüd fırkasına dönüştü).
Ömer Seyfittin çok genç yaşta, yani 6 Mart 1920’de vefat etti. Ama buna karşın o bir çok ve zamanına göre mükemmel hikayeler bırakmıştır. Yazarın çocukluk yılları hatıratları esasında yazdığı “Ant”, “Falaka”, “Kaşağı” gibi hikayeleri, Osmanlılar devleti bünyesinda vuku bulan hadiseler tasvir edilen “Diyet”, “Bomba”, “Beyaz Lale”, “Pembe İncili Kaftan”, “Бомбa”, “Ferman”, “Forsa” gibi hikayeleri çok meşhurdur.
Ömer Seyfittin ülkesi ve milletini derinden seven ve onun geleceği için ihtimam gösteren vatanperver yazar idi. XX. yüzyıl başlarında Türk toplumunda siyasi güçe sahip bazı gruplar tarafından ülkeyi darmadağın edebilecek, halkı mahdudluğa götürebilecek görüşler teşvik edilmekte, millet ve din düşünceleri inkar edilmekte idi. Bu şeraitta milli birlik, özlüğü anlamak, halkı tek milli gayeyle bir araya getirmek ihtiyaçı meydana gelmişti. Ömer Seyfittin bu tarihi zarureti derinden anladı ve hikayelerinde milletin gelişmesine engel olan illetlerin kökünü, vatanperverlik, milletseverlik duygusunu kirleten olumsuz cihetleri gösterdi, çağdaşının ahlaki manevi dünyasını derinden tahlil etti, onda güzel manevi faziletleri terbiyelemeyi en önemli vazife bildi. Milletin istikbalı, gelişmesi uğrunda mücadele etmeyen kişi yetkin insan değil. Albette, burada milletini sevme ve şovenlik duygularını farklamak gerekir. Milletinin refahını düşünmek, onun birlik içinde olmasını, hür ve özgür yaşamasını istemek tamamile olumlu, progresif hadisedir. Kendi milletinin mumtazlığı, başka milletlerden üstünlüğü gayesi ise, elbette, gerici, olumsuz gayedir. Ömer Seyfittin Türk medeniyetini, ilerici ananalerini savunmuş, milletini yabancı, özellikle insaniliği mahvedici kozmopolit, hodbinlik duygularını alevlendiren batı medeniyeti tesirinden saklamak için mücadele vermiştir. Yazarın bu istekleri onun “Efruz Bey”, “Yüksek Ökçeler” eserlerinde açık bir şekilde ifadesini bulmuştur. “İnsan ‘hür’ olunca eşit olur. Eşit olunca kardeş olur. Din farkı, millet farkı kalmaz, Hürriyet karşısında böyle şeylerin hiç önemi yoktur. Hele “milliyet” kadar budalalık olamaz” der sahte vatanperver Efruz Bey.
Yazarın Türk milletinin kismeti, geleceği hakkındaki tasaları, düşünceleri “Ashab-ı Kehfimiz” hikayesinde canlı bir şekilde ortaya çıkarılmıştır. Edip hikaye kahramanının sözleriyle şöyle istihza eder: “İşte kendi milliyetini tarihiyle, eğitimiyle, edebiyatıyla bu kadar inkar etmiş bir millet, kendi milliyeti esasına dayanan bir “ittihat” ideali yapabilir mi? Avrupalılar bizi incelemediklerinden böyle bir idealin vücuduna ihtimal verebilirler!.. Aramızdekiler bu kadar saflık göstermemelidir. Memleketimizde “Türk, Türklük, Türkiye, Türkiyat” kelimelerinin benzerleri olmadığı gibi, “Türkçe” diye de bir lisan yoktur”.
Milleti millet olarak şekillendirecek, birleştirecek, geliştirecek birinci araç dildir. Dili kayb olan millet ölür. Zaten geçmişte dilini kayb eden nice milletler tarih sahnesinden silinip, yok olup gitmiştir. Buna göre de, müellifin kendi ana dilinin önemi, onun saflığı, onu korumak hakkındaki fikirleri bu hikeyede o devir teleplerine uygun olarak ses vermektedir. Geçen yüzyıl başlarında Türkiyede Osmanlıca denilen karışık, üç dilin karışmasından meydana gelen suni, halktan uzak, anlaşılmaz, yapay bir dilde yazmak örf olmuştu. “Edebiyatta biraz daha faaliyet olsa birkaç seneye kadar, nasılsa kalan Türkçe kelimeler, sıfatlar, fiiller de yazı dilinden kaldırılacak… İttihat için birinci araç dildir. Kendi dilini böyle öldürmeye, katiyen milli edebiyatını satırlara geçirmeye ahdetmiş bir millet nasıl olur da millettaşlariyla birleşebilir? Osmanlılar “Osmanlı Ülkesi”nin dışındaki Türkleri asla tanımazlar. Onlarla hiçbir ilişkileri yoktur. Hem olamaz da… Artık söyleyiniz, “Türkizm” iftırası kadar budalaca bir iftıra olur mu?” der hikayenin olumsuz kahramanlarından biri ahmaklarca gururlanarak.
Ana yurd sevgisi, Vatan aşkı, vatanperverlik insandaki en güzel, onu yücelten faziletlerdendir. Vatanı sevmek imandan olduğu gibi, onu korumak, savunmak da imandandır. Ömer Seyfittin’in hikayelerini okuyan okur milli, manevi ruhi birliğin Vatan kismetinde nekadar büyük önem taşıdığını anlar. Bu yönden yazarın “Pembe İncili Kaftan”, “Topuz”, “Aceba, O Ne İdi” hikayeleri karakterlidir. Edip “Acaba, O Ne İdi” hikayesinde o devirdeki Türkiye hayatını deli ve fakir Cebi Efendi gözüyle aydınlatır. Tımarhaneden çıkan Cebi Efendi çok kısa zamanda hayatın tamamiyle değiştiğinden hayrete düşer, zira vicdanlı kişiler ölümdan kaçarak, ocaklarını söndürüp nereleredir gitmiş veya ölüm döşeğinde yatmaktadır, namuslu, akıllı, dürüst, yüksek tahsil alan yiğidler hiç gözükmiyordu”. Deli Cebi Efendi cahiller, üçkağıtçıların zengin olduğundan, bilimsiz, kalleş şahısların devlet adamına dönüştüğünden dehşete gelir, bunun sebeplerini düşünmeye başlar, ama suallarına yanıt bulamıyor. Hakikaten de yönetime halk menfaatlarını değil, fakat kendi çıkarlarını düşünen kişiler gelse, toplum geriye gider, talancılık meydana gelir, bencillik serilip seprilir, neticede manevi ruhi birlik zavala yüz tutar. Manevi ruhi birliği olmayan halk sonuçta erkini, özğürlüğünü de kayb eder.
“Topuz” hikayesi bir bakışta topuzun bir derbesiyle isyancıları itaata getirmeyi başaran kahramanın cesaretini göstermek üstüne yazılmış gibi görünür. Ama hikayenin mahiyetine bakılırsa, burada yazar manevi ruhi birliğin önemine dikket ettiği belli olur. Halk kendi özgürlüğü, kadrını, şerefini her şeyden, hatta canından üstün tuta bilse, esarete düşmez. Bunun için kalbdeki korkaklık duyğusunu yok etmek, zorbalık değirmenine su veren mutilik psikolojisini def etmek, evlatları cesur olarak yetiştirmek gerekir. Edip bu fikiri hikaye kahramanları kismetine sindirmiştir.
“Beynamaz” hikayesi mutaassıplığa karşı keskin kinayedir. Ekin, biçim vaktinde tamami işleri kadınlara bırakıp, kendileri gününü sadece namaz okumakla, va’z eşitmekle geçiren erkekler tabiatın, talihin tersliği nedeniyle başlarına gelen belalara Gavur Ali’yi sebepçi derler. Taat ibadeti ömürünün mazmunu bilen Sofular köyünün imamı Gavur Ali’yi ibadetli etmeyi başarır. Sönuçta Ali işi unutur, koyunları sahipsız kalarak ölür. Çoban her şeyinden ayrılır, son namazı da, köyü de bırakıp, şehire göç eder. Elbette, burada yazar emek ve dini karşı karşıya koymamıştır. Aksine, büyük şeyhimiz Bahauddin Nakşibendi sözleriyle diyebiliriz ki, kalbin Allahta, elin işte olması gerektiğini edebiyat vasıtasıyla ifade etmiştir.
Ömer Seyfittin hikayeleri zamanında Türkiya okurlarını yüksek ahlaki manevi gayeler ruhunda terbiye etttiği gibi, içtimai fikiri