Büyük Evin Küçük Hanımefendisi. Джек Лондон

Читать онлайн.
Название Büyük Evin Küçük Hanımefendisi
Автор произведения Джек Лондон
Жанр
Серия
Издательство
Год выпуска 0
isbn 978-625-6486-00-3



Скачать книгу

’da San Francisco’da doğmuştur. Müzik öğretmeni Flora Wellman ve Astrolog William Chaney çiftinin oğludur. Ancak Chaney oğlunu kabul etmeyince annesinin intihar girişimi ve bunalımı sebebiyle Jack’in bakımı ile Virginia Prentiss ilgilenmiştir. Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Jack, erken yaşlardan itibaren pek çok işte çalışmak zorunda kalmıştır.

      1893 yılında gazetecilik ödülü kazanmıştır. Ancak 19 yaşındayken liseye başlayabilmiş ve kendisini sınavlara hazırlayarak üniversiteyi kazanmıştır. Fakat kısa bir süre sonra yoksulluk yüzünden eğitimini yarıda bırakmıştır. Bu süreçte kitaplarla arası hep iyi olmuş, sürekli Marx, Darwin, Spencer, Nietzche okuyarak kendi düşüncesini belirlemeye çalışmıştır. Yazmaya başladıktan sonra, onu üne kavuşturan eseri de Vahşetin Çağrısı olmuştur.

      London, eserlerinde hayat mücadelesini duygusal bir bakışla anlatmış ve aynı zamanda çoğunlukla şiddetli bir kapitalizm eleştirisi yapmıştır. Kitapları yabancı dillere en çok çevrilmiş ABD’li yazarlardan olmuştur. Henüz 40 yaşındayken 22 Kasım 1916’da hayata veda etmiş olan Jack London’ın ölümü üzerine üç iddia söz konusu olmuştur: Böbrek yetmezliği, intihar ve kazara aşırı doz morfin. Vasiyeti üzerine cesedi yakılmış ve “Öldüğüm zaman küllerimin bu tepede dinlenmesini istiyorum.” dediği yere götürülmüştür.

      Eserleri:

      Açlar Ordusu, Âdem’den Önce, Alaska Kid, Alın Teri, Altta Kalanlar, Atalarının Tanrısı, Ateş Yakmak, Ay Vadisi, Beyaz Diş, Beyaz Sessizlik, Buck’ın Maceraları, Büyük Serüven, Can Yoldaşı, Cinayet Şirketi, Dehşet Ülkesi, Demir Ökçe, Demiryolu Serserileri, Deniz Kurdu, Direniş, Doğu Yakası (Uçurum İnsanları), Dönek, Düş Ülkelerine Yolculuk, Güneş Çocuğu, Halk Avcısı, İstiridye Korsanları, Japon Kıyılarında Dehşet, John Barleycorn, Kaptan David Grief, Kıyametten Sonra, Kız Kar ve Kan, Kızıl Veba, Kurt Dölü, Martin Eden, Meksikalı Devrimci, Midas’ın Müritleri, Ormandan Gelen Ses, Seçme Öyküler, Sevgili Jerry, Sevginin Katıksızı, Şampiyon, Tanrılar ve Köpekler, Uçurum İnsanları, Uzak Diyarlarda, Vahşetin Çağrısı, Yanan Gün, Yanan Günışığı, Yıldızlar Korsanı, Yol.

      Semra Eşlisoy, İlk ve orta öğrenimini Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Çeşitli kurumlarda İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra yine aynı üniversitenin Yabancı Diller Yüksek Okulu, hazırlık bölümünde okutman olarak görev yaptı ve aynı bölümden emekli oldu. Türkçeye kazandırdığı eserler arasında Kazananlar ve Kaybedenler, 4 Kadın, Sherlock Holmes seri kitapları yer almaktadır. Deniz’in annesidir.

      1. BÖLÜM

      Gecenin karanlığında uyandı. Açılan gözlerinin hareketleri dışında uyanışı rahattı, doğaldı ve işte o an karanlığın farkına vardı. Etrafındaki dünyayı hissetmesi, el yordamıyla hareket etmesi, dinlemesi ve temas etmesi gereken birçoğu gibi olmayan bu adam, uyandığı andan itibaren zamanı, yeri ve kişiliği ile kendisini özdeşleştirebiliyordu. Uyku saatlerinden sonra hiç çaba harcamadan düzeni bozulmuş günlerinin hikâyesine başladı. Uykuya dalmasından saatler önce mahmur hâlde okumaya başladığı “Road Town” adlı kitabının sayfaları arasına bir kibrit koyup elektrikli okuma lambasını kapatırken kendisini çok geniş arazilere sahip Dick Forrest olarak biliyordu.

      Yakında bulunan uyuşuk bir çeşmeden bir çağıltı ve dalgalanma duyuluyordu. Uzaktan ve sadece hassas bir kulağın duyabileceği sesi duyduğunda memnuniyetle gülümsedi.

      Belirsiz, alçak haykırışın King Polo’dan geldiğini biliyordu. Şampiyon Short Horn’un boğasıydı, King Polo. Üç kez Grand Şampiyonluğu kazanmış ve Sacramento’da bulunan Kaliforniya Eyalet Panayırı’ndaki bütün boğalardan daha üstün kılınmıştı. O sene King Polo’nun Doğu çiftlik hayvanları çevresinde kazanacağı yeni zaferleri düşündükçe Dick Forrest’ın yüzündeki ifade, kolay kolay silinmedi. Kaliforniya doğma ve büyüme bir boğanın, Lowa’da mısır ile beslenmiş en iyi boğalarla ve çok eski zamanlardan beri var olan Short Horns’tan denizaşırı ithal edilen boğalarla bile yarışabileceğini gösterecekti onlara.

      Birkaç saniye sonra gülümsemesi kayboldu, karanlıkta uzanıp sıralı hâldeki düğmelerin ilkine bastı. Bu düğmeler üç sıraydı. Tavanın altına gizlenmiş ışıklandırmanın büyük çanağından saçılan ışık; üç tarafı ince örgülü, bakır perdeli uyku verandasını ortaya çıkarıyordu. Tamamen betondan yapılmış evin dördüncü duvarında ise girişi sağlayan Fransız balkonu bulunuyordu.

      Sıradaki ikinci düğmeye bastı; parlak ışık, beton duvarın belirli bir bölgesine odaklanarak sırasıyla bir saat, bir barometre ve hem santigrat hem de fahrenhayt termometrelerini aydınlattı. Kadranın üzerindekilere hemen bir göz attı; saat 04.30, hava basıncı 2980 mb ki yükseklik ve mevsime göre bu son derece normaldi… Ve derece fahrenhayt 36°. Bir düğmeye daha bastığında sıcaklık ve hava ile ilgili ölçüm değerlerinin görüntüleri karanlıkta kayboldu.

      Üçüncü bir düğme okuma lambasını açıyordu. Gözlerine parlamadan yukarıdan ve arkadan aydınlatma sağlayan üstteki gizli aydınlatmayı ilk düğme ile söndürdü. Okuma sehpasında bulunan yığın hâlindeki matbaa taslaklarına uzandı ve elinde kurşun kalemi varken, sigarasını yakarak düzeltmelere başladı.

      Bu konutun, kendisini çalışmaya adamış birine ait olduğu belliydi. Temel ilkesi üretkenlikti ama rahatlık da önemliydi ve bu refahtan tamamen yoksun olunmamalıydı. Beton duvarla uyum içinde olması için gri renkli emaye ile kaplı demir yatak vardı. Yatağın baş ucunun karşısında, kuyrukları sallanan kurt postlarından oluşan bir örtü bulunuyordu. Üzerinde bir çift terliğin bulunduğu zeminde ise kalın derili bir dağ keçisinin postu serilmişti.

      Düzenli bir şekilde yerleştirilmiş kitaplar, magazin dergileri ve karalama defterlerinin yanı sıra büyük okuma sehpasında kibrit, sigara, kül tablası ve bir termos bulunuyordu. Dikte etme amacıyla kullanılan bir fonograf, menteşe ile tutturulmuş bir raf üzerine oturtulmuştu. Duvarda barometre ve termometrelerin altında yuvarlak ahşap çerçevenin içindeki fotoğrafta, gülümseyen bir kız yer alıyordu. Duvarda anahtarlama panelinin üzerinde, sıra sıra dizilmiş düğmeler, açık olan kılıfından dışarı çıkmış bir 44 kalibrelik Colt otomatik tabancanın dipçiği görünüyordu.

      Saat tam altıda günün ilk gri ışıkları tel ağdan içeriye süzülmeye başladığında Dick Forest, gözlerini matbaa taslaklarından ayırmadan sağ elini uzatıp ikinci sırada bulunan bir düğmeye bastı. Beş dakika sonra bir Çinli nazikçe içeriye girip uyuma verandasında belirdi. Adamın elinde cilalanmış bakır küçük bir tepsi vardı, üzerinde bir fincan ve tabağı, ufak gümüş bir cezve ve ona uyumlu ufak gümüş bir krema sürahisi bulunuyordu.

      “Günaydın Oh My.” diye selamladı Dick Forrest, bunu söylerken hem gözlerinde hem de dudaklarında içten bir gülümseme vardı.

      “Günaydın efendim.” diye karşılık verdi Oh My, sonra da okuma sehpasında tepsi için yer açıp kahve ve kremayı bardağa koymakla meşgul oldu.

      İşi bittiğinde efendisinin bir eliyle kahvesini yudumladığını, diğeriyle de matbaa taslaklarında fark ettiği bir hatayı düzelttiğini gördü. Efendisinin işine çoktan daldığını anlayınca vereceği başka emirleri beklemeden Oh My, yerden gül rengi, ince, dantelli bir kepi alarak odadan sessizce ayrıldı. Açık olan Fransız pencerelerden bir gölge gibi süzülüp gitti.

      Dakikası dakikasına, tam saat 06.30’da daha büyük bir tepsiyle geri döndü. Dick Forrest taslakları kaldırdı, “Kurbağaların Çiftleşme Ticareti” adlı kitaba uzandı, yemeğini yemeye hazırlandı. Kahvaltısı sade ama oldukça zengindi: Biraz daha kahve, yarım greyfurt, bir bardağa konulmuş çok sıcak iki tane az pişmiş yumurta ve azıcık tereyağı ile kendisinin yetiştirdiği ve otlattığını bildiği fazla pişmemiş bir parça domuz eti.

      O ana kadar güneş ışığı, pencere telinden içeri doğru süzülerek yatağa uzanıyordu. Telin dış tarafına mevsimine göre erken yumurtlamış ve gecenin soğuğunda uyuşmuş birkaç karasinek yapışmıştı. Forrest, yemeğini yerken otobur sarı ceketlilerin avlarının peşinden gittiklerini izledi. Ayaza karşı arılardan daha dayanıklı ve güçlü olan bu türler çoktan kanadın üzerine yerleşmiş, uyuşmuş sinekleri avlıyorlardı. Nadiren ıskalayan havadaki bu sarı avcılar, uçarken çıkardıkları külhanbeyi gibi vızıltılarla âciz kurbanlarının üzerine atlıyor