"Zalimane Bir İdam Hükmü", Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın Damat Ferit Paşa hükûmeti zamanında Bursa Valisi ve Dâhiliye Nazırı iken Millî Mücadele’ye yardım ettiği gerekçesiyle idama mahkûm edilişinin belgesidir. Günlerce süren ve eziyetle geçen duruşmalarda Hâzim Bey'den hesabı sorulan bir diğer konu da Abdülhamid'in tahttan indirilmesi olayıdır. Tepeyran, bu duruşmaları ve tutsak geçen ayları, idama mahkûm oluşunu, idamlıklara ayrılan hücrede bir gece geçirişini, sonunda yeni Sadrazam Tevfik Paşa'nın kurduğu Hurşit Paşa Divanıharbi’nde suçsuz görülerek özgürlüğe kavuşmasını anlatıyor. Bu anılar, tarihin tozlu raflarında kalan Osmanlı’daki bir dönemin gerçeklerini açıklıkla yansıtmaktadır. “İdam hakikaten kötü bir ceza; ‘idam’ kelimesi kulağa bir söz, bir hava titreşimi gibi değil; dikenli bir cisim, kızdırılmış bir demir çivi gibi giriyor ve bu kelime birdenbire insana o kadar ağır geliyor ki omuzları üstüne birer büyük gülle konmuş gibi oluyor. Oturduğu sandalye, güya yaş ve yumuşak bir toprak üstüne konmuş olduğu için yavaş yavaş batıyor zannediliyor. Birdenbire asap gevşiyor; tüyler ürperiyor, yüze aralıksız soğuk, sıcak hava dalgaları çarpıyor gibi oluyor.”
“Benim hayatım bir romandır.” diyenler pek çoktur. Öyledir de! Kişi, yaşantısı boyunca neler görür, neler öğrenir! Bu açıdan, anılar en çok ilgiyle okunan kitaplardır. Önemli olan yazılışlarındaki özgünlük, değişiklik, okuru kendine bağlayabilme yetisidir. Dünyanın pek çok ülkesinde devlet, politika, sanat ve edebiyat adamlarının anılarını yazdıklarını biliyoruz. Bu anılar, o kişilerin yaşadıkları dönemin de belgesel anlatımıdır. Geçmiş yüzyılların gerçek yaşantısını bize bu anılar öğretir. Ülkemizin, politikada, sanatta etkin olan kişileri arasında anılarını yazıp gelecek kuşaklara bırakanların sayısı ne yazık ki, pek azdır. Gerçi her anıya, her anı yazısına inanmak da aldatıcı olur. İnsanlar yaptıklarını, ettiklerini büyük birer üstünlük, birer başarı gibi göstermeye eğilimlidirler. Yanılgılarını, aldanışlarını, hatta işledikleri suçları kendilerine göre yorumlamak, değiştirmek bu gibi anı yazarlarının özellikleri arasındadır. Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın anıları ise daha önce yayınlanan politikacı, devlet adamı, hatta sanatçı, yazar anılarına hiç benzemiyor. Tepeyran, yarım yüzyıl süren devlet adamlığı süresince gözlemlerini birer öykü niteliğinde anlatmasını bildiği için anıları kişisel olmaktan çıkıp bir çeşit yaşam romanı niteliğini kazanmıştır. Niğde'de başlayıp OsmanlI İmparatorluğu’nun Hicaz, Bağdat, Beyrut, Manastır, Sivas, Ankara, Bursa, İstanbul vb. illerinde valilik, nazırlık, milletvekilliği ile geçen yarım yüzyıl! Abdülhamid, Reşad, Vahidettin'in saltanat yılları, istiklal Savaşımızın Anadolu’su; ardından Cumhuriyetin kuruluşu… Mütareke döneminde Divan-ı Harp önündeki duruşmalar sonucu idama mahkûm oluş, ardından aklanış… Ebubekir Hâzim Tepeyran'ın daha önce "Canlı Tarihler” dizisinde yayınlanan "Hatıraları”’nın ilk bölümü Niğde'deki çocukluk yıllarından İzmir, Edirne Vali Yardımcılığımdan Musul Valiliği'ne kadar geçen bir dönemi kapsamaktadır. Bir kaç cilt tutacak olan anıların büyük bölümü ise daha sonra yayınlanacaktır. I9. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ortasına kadar geçen bir ilginç yaşamın, canlı öykülerden oluşan bir roman bütünlüğünde, aynı zamanda da birer belge niteliğindeki "Hatıralar” hem tarih, hem edebiyat açısından önemli bir yapıttır.
Tahir Alangu: Yazar, kitabının başında asıl amacının bir roman yazmak değil, Anadolu köylerinin dert ve sıkıntılarını roman düzeni içinde sergilemek olduğunu belirtmektedir. Bu kitabını, bir köylü çocuğunun serüveni çevresinde, köylünün söyleyiş ve düşünüşüne bağlayarak yürütmek istemiş, bir idare adamı perspektifinden derlediği malzemeyi bir roman yapısında kullanmıştır. Yazar bu eserinde köylerin 1910 yıllarındaki durumunu anlatıyor. Yer yer fırsat buldukça da köylü sorunları üzerindeki düşüncelerini, olayların arasına sıkıştırmakta, romanda yaşanan hayatın, köylü tiplerinin çatışmalarına yansımış sonuçlarıyla yetinmektedir. Yazar bundan başka köylülerin hayatlarında ve köyün kuruluşunda tabiat şartlarının oynadığı hâkim rolü araştırmıştır, ‘insan-tabiat’ ilişkilerini gösterebilmiştir. İsmail Habip Sevük: “…Ebubekir Hâzim’in bu romanı, nevi şahsına münhasır çok dokunaklı, çok özlü bir Anadolu romanıdır. Kendi zaten orta Anadolu’daki Niğde’den olduğu için Anadolu’yu içinden biliyor. İlk defa Anadolu köylülerini kendi şiveleriyle bu romanda konuşur görüyoruz, mevzusu da çok iyi seçilmiş…” Fahir Önger: “Ebubekir Hâzim Bey’in Küçük Paşa’sı bizim bugün anladığımız manada, realist edebiyatın tipik bir örneğidir… Türk edebiyatı içinde ilk defa bu Küçük Paşa’dır ki memleket meselelerine doğru uzanarak gerçek bir roman görüşünün temelini atmıştır. Geçmiş nesiller arasında ileri görüş sahibi bir müellifin varlığı, o edebiyatçı nesillerin kıymetlendirilmesinde bize yeni bir ölçü kazandırmıştır.”