Название | Bir Adım Geriden |
---|---|
Автор произведения | Хеннинг Манкелль |
Жанр | |
Серия | Kurt Wallander |
Издательство | |
Год выпуска | 0 |
isbn | 978-605-70855-9-7 |
Rigoletto Uvertürü
GİRİŞ
Yağmur durduğunda saat öğleden sonra beşi geçmişti. Büyük ve iri ağaç gövdesinin yanına çömelmiş olan adam dikkatle yağmurluğunu çıkardı. Yağmur yarım saatten fazla sürmemiş ve sağanak hâlinde yağmamış olmasına karşın adamın üstü başı ıslanmıştı. Birden öfkelendi. Üşütüp hasta olmak istemiyordu. Özellikle de şimdi, yazın ortasında hastalanmaya hiç niyeti yoktu.
Yağmurluğunu yere serip ayağa kalktı. Ayakları uyuşmuştu. Yavaşça ayaklarını öne arkaya sallayarak kan dolaşımının normale dönmesine çalıştı, bir yandan da çevrede bir hareket olup olmadığına bakıyordu. Beklediği kişilerin akşam sekizden önce gelmeyeceklerini biliyordu. Plan bu doğrultuda yapılmıştı. Yine de patikada yürüyüşe çıkmış biri olabilirdi. Onun denetiminin dışında olabilecek ve asla emin olamayacağı tek şey buydu. Buna karşın kaygılı değildi. Yaz Dönümü Bayramı’ydı. Ormanlık alanda kimse çadır kurmadığı gibi piknik yapan da yoktu. Zaten burayı özenle seçmişlerdi. Yalnız kalmak istiyorlardı.
Bu yerde buluşmaya iki hafta önce karar vermişlerdi. Onları birkaç ay boyunca yakın takibe almıştı. Hatta aldıkları kararı öğrendikten sonra gelip buluşacakları yere bile bakmıştı. Ormanlık alanda dolaşırken görünmemek için elinden geleni yapmıştı. Bir keresinde ara yollardan birinde ağır adımlarla yürüyen yaşlı bir çift görmüş, onlar geçip gidinceye kadar da bir ağacın arkasına saklanıp beklemişti.
Daha sonra Yaz Dönümü kutlamaları için saptadıkları yeri bulduğunda bu yerin ne denli ideal olduğunu hemen anlamıştı. Etraf çalılarla örtülü çukurlarla doluydu. Tepedeyse birkaç ağaç vardı. Burası tam onlara göreydi. Ayrıca tam ona göreydi de. Bundan daha iyi bir yer olamazdı.
Yağmur bulutları dağılıyordu. Güneş yüzünü göstermiş, hava birden ısınıvermişti. Serin bir haziran ayı geçiriyorlardı. Oysa Skåne’dekiler yazın erken gelmesinden şikâyetçiydi ve o da onlar gibi düşünüyordu. Her zaman herkesle hemfikir olmayı yeğlerdi. Yaşamın insanın karşısına çıkardığı engellerden kendini koruması için karşısındakilerle aynı fikirde olmasından başka çaresinin olmadığına inanırdı.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Artık yağmur yağmayacaktı. Bahar ve yazın ilk günleri oldukça serin geçmişti ama şimdi, akşam olurken, bu Yaz Dönümü Bayramı’nda güneş sonunda yüzünü göstermişti. Harika bir akşam olacak, diye geçirdi içinden. Hem de hiç unutulmayacak bir akşam.
Hava nemli çim ve toprak kokuyordu. Bir yerlerden kanat çırpma sesi duydu. Sol yandaki tepeden deniz görülüyordu. Ayaklarını iki yana açmış duruyordu. Ağzında artık çiğneye çiğneye kayış gibi olmuş tütünü yere tükürdü. Sonra ayağıyla tütün parçacıklarını toprağa karıştırdı. Arkasında asla iz bırakmazdı. Son günlerde tütünü bırakmayı çok düşünmüştü. Tütün asla ona uymayan kötü bir alışkanlıktı.
Hammar’da buluşmaya karar vermişlerdi. İkisi Simrishamn, diğerleri Ystad’dan geldiğinden buluşmak için en uygun yer Hammar’dı. Ormanlık alana arabalarıyla gidecekler, arabalarını uygun bir yere park ettikten sonra daha önceden saptadıkları yere yürüyeceklerdi. Bu kararı alabilmeleri öyle kolay olmamıştı. Birçok seçeneği tartışmışlar, birçok öneri ortaya atılmıştı ama içlerinden biri bu yeri önerdiğinde diğerleri daha fazla tartışmadan, belki de zamanlarının azaldığını fark ettiklerinden hemen kabul etmişlerdi. İçlerinden biri yiyeceklerle ilgilenmeyi üstlenirken diğeri Kopenhag’a gidip kostümlerle perukları kiralamıştı. Hiçbir şeyi şansa bırakmamışlardı. Hava koşullarının kötü olabileceğini bile hesaba katmışlardı. Yaz Dönümü günü öğlen saat ikide içlerinden biri kırmızı sırt çantasına büyük, boyalı bir muşamba koymuştu. Adam ayrıca bir rulo bantla eski günlerden kalma alüminyum tente kancalarıyla çivileri de çantasına yerleştirmişti. Yağmur yağacak olursa çadırları da hazırdı.
Her şey hazırdı. Hesaplamadıkları yalnızca tek bir şey vardı. İçlerinden biri aniden hastalanmıştı. Belki de Yaz Dönümü Bayramı’nı hepsinden daha fazla heyecanla bekleyen genç bir kadındı hastalanan. Diğerleriyle bir yıl önce tanışmıştı. O sabah uyandığında midesi bulanıyordu. Önce bunun aşırı heyecandan kaynaklandığını sanmıştı ama saatler geçmiş, öğlen olmuştu ve midesi hâlâ bulanıyordu. Bir süre sonra kusmaya başlamıştı. Ateşi de çıkmıştı. Hâlâ iyileşeceğini umuyordu ama kendisini almaya geldiklerinde bacakları titreyerek kapıyı güçlükle açmış ve hastalandığını, onlarla gelemeyeceğini söylemişti.
Bu yüzden Yaz Dönümü günü akşam yedi buçuğu biraz geçe Hammar’da yalnızca üç kişiydiler. Yine de arkadaşlarının hastalanmasının kendilerini olumsuz etkilemesine izin vermemişlerdi. Deneyimliydiler, bu tür şeylerin olabileceğini bilirlerdi. Ani hastalıklar karşısında yapacakları bir şey yoktu.
Arabayı ormanlık alanın dışına park ettiler, bagajdan sepetlerini alıp patikalardan birinde gözden kayboldular. İçlerinden biri uzaklardan bir yerden gelen bir akordeon sesi duyduğunu söyledi ama onun dışında çevrede yalnızca kuş sesleriyle uzaklardan gelen denizin sesi duyuluyordu.
Önceden saptadıkları yere geldiklerinde bir kez daha bunun çok akıllıca bir seçim olduğunda görüş birliğine vardılar. Burada onları kimse rahatsız etmeyecek ve şafağa dek bekleyebileceklerdi.
Gökyüzünde artık tek bir bulut bile kalmamıştı. Yaz dönümü gecesi hava açık ve güzel olacaktı. Yaz Dönümü Bayramı’na ilişkin planlarını şubat başında havaların geç kararmasına ilişkin hesaplarını dile getirdiklerinde yapmışlardı. O akşam şişelerce şarap içmişler, alaca karanlık sözcüğünün tam anlamına ilişkin yoğun bir tartışmaya dalmışlardı. Hangi noktada aydınlık karanlıkla tam olarak birleşiyordu? Kim alaca karanlığı tam olarak anlatabilirdi? Yerde uzamış gölgeler arasında alaca karanlık bastığında ışık ortalığı ne kadar aydınlatıyordu? Görüş birliğine varamamışlardı. Alaca karanlık sorunu çözülmeden kalmıştı. Ancak onlar yine de o akşam kutlamalarına ilişkin planlar yapmışlardı.
Çukurlu alana geldiklerinde sepetlerini yere koydular, sonra ağaçların arkasına gittiler ve yanlarında getirdikleri cep aynalarının yardımıyla kostümlerini giyip peruklarını taktılar.
Kendilerini uzaktan izleyen adamı hiçbiri fark etmemişti. Perukları takmak işin en kolay yanıydı. Korseleri, jiponları giymek daha zor olmuştu. Makyajlarını yapmaları da pek kolay olmamıştı. En küçük ayrıntının bile kusursuz olmasını istiyorlardı. Bir oyun oynuyorlardı ama bu oyunu alabildiğine dürüstçe oynamak istiyorlardı.
Saat sekizde ağaçların arkasından çıkarak birbirlerine baktılar. Soluk kesici bir andı. Bir kez daha çağlar öncesine dönmüşlerdi. 18. yüzyılın keyfine düşkün, içki âlemlerinin vazgeçilmez şairi Bellmann’ın çağına dönmüş gibiydiler.
Birbirlerine yaklaştılar, bir kahkaha patlattılar ama hemen sonra eski ciddiyetlerine döndüler. Büyük sofra örtüsünü yere serdiler, piknik sepetlerini boşalttılar ve kasetçalarda Bellmann’ın ünlü eseri Fredman’ın Nameleri’nden bestelenen şarkıları içeren kaseti çalmaya başladılar.
Kış geldiğinde, bu akşamı özlemle düşüneceğiz, dediler. Artık başka bir sırları daha vardı.
Gece yarısına kadar hâlâ kararını verememişti. Daha çok zamanı olduğunun farkındaydı. Şafak sökünceye dek orada kalacaklardı. Belki sabahı da orada uyuyarak geçirirlerdi. Planlarını en küçük ayrıntısına dek biliyordu. Bu da ona sınırsız bir güç hissi veriyordu. Yalnızca kendisi üstün çıkacak ve kaçacaktı.
Saat on biri biraz geçe, artık kafayı bulduklarını görünce, büyük bir özenle yerini değiştirdi. Harekete geçiş noktasını oraya ilk geldiğinde seçmişti. Tepede sık ağaçlıklı alanda gizlenmişti. Bulunduğu yerden açık mavi sofra örtüsünün üstünde ne olup bittiğini kabak gibi görebiliyordu. Onlara görünmeden yanlarına yaklaşabilecekti. Ara sıra doğal gereksinimlerini karşılamak için sofradan kalkıyorlardı. Yaptıkları her şeyi en ince ayrıntısına dek görebiliyordu.
Saat gece yarısını geçmişti. Hâlâ bekliyordu. Ara sıra kararsızlık yaşadığından bekliyordu. Yolunda